|   | 
  • Cevahir Kadri

    Beşikle Mezar Arası

    İnsanoğlunun ilk öğretmeni Allah’tır. Cenab-ı Hakk, Hz. Âdem’i yaratmasından, ona kendi ruhundan bir ruh üflemesinden sonra eşyanın isimlerini ona, Hz. Âdem’e öğretti.

     

    Hz. Âdem ve eşi Havva, cennetten bu misal âlemine, dünyaya gönderildikten sonra buranın şartlarını yaşayarak mı öğrendiler, ona verilen bilgiler arasında bu dünyaya ait hususiyetler var mıydı, bilmiyorum. Bilinen bir şey var ki o da insanın, duyup dinleyerek, görerek, uygulayarak yani yaşayarak öğrenmeye uygun yaratıldığıdır.

     

    Görerek öğrenme hususunda, bu dünyada insanoğluna ilk öğretmenlik eden kargadır. Hani şu La Fonten’in, ağzındaki peyniri, alkışlanma ve pohpohlanma sonucu tilkiye kaptırdığını dünya âleme duyurduğu karga. Kara karga, alaca karga. Beyaz karga var mıdır, bilmiyorum!

     

    Bilindiği gibi, Kabil, kıskançlık ve haset sebebiyle kardeşi Habil’i öldürerek insanlık âleminin ilk cinayetini işlemişti. Bu, aynı zamanda ilk ölüm ve ilk cenaze merasimi(!) demekti. O güne kadar hiçbir insan ölmediğinden, ölüyle ilgili olarak nelerin yapılacağı da bilinmiyordu. Ama şimdi Kabil, işlemiş olduğu cinayetin neticesinde öldürdüğü kardeşinin naaşı ile baş başadır. Ne yapmalı, bunu nasıl ortadan kaldırmalı? Düşünür, düşünür, bilemez. O, bunları düşünürken o civarda bir karganın ölü bir kargayı toprağa gömdüğünü fark eder. Kargayı taklit ile Kabil, kardeşi Habil’in naaşını, toprağı kazarak açmış olduğu çukura koyar ve naaşın üstünü toprakla örter. Bu, aynı zamanda ilk mezarın kazılması ve insanla ilgili ilk defin işleminin yapılması anlamına gelmektedir. Allahü Teâlâ, böylelikle, bir kargayı insana öğretici olarak tayin etmiş, insanoğlu da hayatı ondan öğrenmiştir.

     

    Günümüz dünyasından geçmişe kuşatıcı bir bakışla baktığımızda öğrenmenin bir kurumsal, örgün; bir de yaygın, usta-çırak ilişkisine bağlı olarak iki koldan yapılageldiğini görürüz. Aslında buna bir de üçüncü öğrenme şeklini, bireysel öğrenmeyi de dahil etmek gerekir. Çünkü bireysel gözlem ve izlemler neticesinde ortaya konan öğrenmeler de azımsanmayacak boyuttadır. Bu konudaki atasözleri ve vecizeler önemli verilerdir:

     

    “Kır atın ya huyundan ya suyundan”, “Üzüm üzüme baka baka kararır.” “Kılavuzu karga olanın burnu boktan kalkmaz.” Atasözü ve deyimlerinin yanı sıra Hz. Peygamberin “Kişi, dostunun (arkadaşının) dini üzerinedir.” hadisi ve kimi kaynaklarda atasözü, kimi kaynaklarda Mevlâna’ya kimi kaynaklarda da Cervantes’e ait olarak gösterilen “Bana arkadaşını söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim.” sözü, görerek öğrenmenin en önemli delillerindendir. Bunlar, “hayat boyu” devam eden öğrenmelerdir.

     

    “Beş kişi formülü” de bireysel öğrenmenin yollarından birini ortaya koyar:

     

    Kişi, kendine güvenen beş kişi ile bir ve beraber olursa bu özellikteki altıncı kişiyi oluşturur. Kendine güvenmeyi öğrenir onlardan.

     

    Kişi, akıllı beş kişi ile yol arkadaşlığı yapar, onlarla birlikte vakit geçirirse akıllı kişilerin altıncısı olur. Ama kişi; olumsuz düşünen, kötümser beş kişi ile beraber olur, birlikte oturup kalkarsa düşüncesi ona göre şekillenir ve kötümser ve olumsuz düşünenlerin altıncısı olur.

     

    Derler ki “İnsan, bir ve beraber olduğu beş kişinin ortalamasıdır.”. Kişi, bu gerçeklerden hareketle, yol arkadaşını, birlikte olması gerekenleri seçmede bunları yol gösterici olarak görmelidir. Bunlar aynı zamanda yukarıda geçen hadisin de bir nevi açıklaması mahiyetindedir.

     

    İnsan, dağ başında yalnız ardıç değildir, toplum içinde ömür sürer. Hayatı, o toplumun içinde birbirinden görerek öğrenir. Gelenek ve göreneklerimiz, aile içerisinde aile büyüklerimiz hayatı öğrenmemizde bize yol gösteren asli öğretmenlerdir.

     

    Modern toplumlarda, çalışma şartlarında “geniş aile” pek mümkün olmuyor. Oysaki geniş ailenin hayata katkısı azımsanmayacak kadar çoktur. En başında, ailede dede ve ninenin çocuklar üzerindeki öğreticilik yönü gelir. Anne ve babanın veremediği terbiyeyi, bakışı, güzel alışkanlıkları dede ve nine verebilir. Herkes her şeyi aynı güzellikte verebilir mi? Hayır, bu mümkün değildir. En azından fıtraten mümkün değildir. Fakat, bazı kaynaklarda hadis olarak da geçen “Bir şey bütünüyle elde edilmezse, tamamen de terk edilmez.” düsturunca, olduğu kadarıyla yetinmek bile bu konuda bizi kazançlı kılar.

    Hayatı, elbette hayatın içinde öğreniyoruz.

     

    Şimdilerde okul öncesi kurumlarla başlayıp ilk, orta, lise ve lisans, yüksek lisans ve doktora diye devam eden örgün eğitimde öğrendiklerimiz, yağın eğitimde öğrendiklerimizin yanında pek azdır. Örgün eğitimin hem kendisi sınırlıdır hem de öğrettikleri. Ama yine de hayatı kazanmada bir “meslek” olarak seçtiklerimiz örgün eğitimle mümkün oluyor.

     

    Örgün eğitimin neticesinde “öğretmen” olma vasfıyla hayatını kazananlar, toplum tarafından hep saygıdeğer bulunmuş, iltifat görmüşlerdir. Nasreddin Hoca’nın “Ye kürküm ye!” fıkrası biraz ironi içerse de asıl buna işaret eder.

     

    Modern anlamda okul sistemlerinin henüz oluşmadığı zamanlardan, Hz. Âdem’den (as) bugüne değişmeyen bir şey varsa o da toplumu bilgilendiren, onu eğiten, değiştiren, dönüştüren en önemli kişiler peygamberlerdir. Bu bağlamda peygamberler, en büyük öğretmenlerdir. İşte bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber aynı zaman en iyi, en büyük bir muallimdir; insanlık ve İslam ümmeti için başmuallimdir. Azeri sanatçı Sami Yusuf’un on beş yirmi sene kadar önce çekmiş olduğu ve Hz. Peygamberi anlatan “Muallim” adında çok güzel bir klibi vardır, izleyip dinlemenizi öneririm.

     

    Hz. Peygamber, “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.” buyurmuş. Efendimiz, hem örnek hayatı ile topluma rol model olmuş bir “üsve-i hasene”dir yani uyulacak en güzel örnektir hem de İslam’da örgün eğitimin temeli sayılabilecek “Ashab-ı Suffa” ile ilim öncülerini yetiştirmiş bir önderdir. Yüce Mevlâ’dan gelen bilgileri önce nefsinde yaşamış ve toplumun onları yaşamasına vesile olarak büyük bir toplumsal devrime de öncülük etmiştir.

     

    Dün olduğu gibi günümüzde eğitim öğretim meselesinin en önemli aktörü öğretmenlerdir. Öğretmen kelimesi güzel Türkçemizin güzel kelimelerindendir ancak muallim kelimesindeki ağırbaşlılık ne yazık ki onda hissedilmemektedir. Onun yerine Farsçadan aldığımız Hoca [Hâce] kelimesi vardır ve daha çok, camilerde imamet vazifesinde olanlar ve Üniversitede ders verenler için kullanılır. Muallim kelimesini de yeni nesil pek bilmez zaten. Onları yetiştiren öğretmenlerdir.

     

    Aşk derecesinde sevdiği mesleği elinden alınmış bir öğretmen olarak cari düşüncem: Öğretmenlik mesleğini aşk derecesinde sevenler için buna engel yoktur. Onu biçimsel, resmi olarak engelleyebilseler de duygu ve düşünce bazında onu engelleyecek hiçbir güç ve kuvvet yoktur. O vasfı bir kere elde edenler ve ona aşk derecesinde bağlı olanlar için her vesile, öğretmenliğin icra alanıdır: Güzel bir yazı, hisli bir şiir, görselleri güzel tasarlanmış bir video ve resim, hoş bir sohbet öğretmeye birer vesiledir. Kişi öğretmenlik vasfını orada da gösterebilir, o fiili orada da icra edebilir. Zaten yazılı ve görsel içeriklerle bir bütünlük gösteren internet ortamları, bugün, yaygın eğitimin en önemli parçalarını oluşturmaktadır.

     

    Bildiklerinin öğretmeni, bilmediklerinin öğrencisi olan” bu amaçla “beşikten mezara kadar ilim tahsil ederek” öğrenciliğini ve öğretmenliğini kalben devam ettiren, öğretmenliği aşk derecesinde sevenlerin mesleklerine bir an önce dönebilmesi umudu ve dileğiyle…

     

    Hakkaniyetli bütün öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutlar, sağlık ve huzur dilerim.

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.