Selamların en güzeliyle…Her birimiz yetenek, zekâ ve çabalarımızın birleşimi kadar bir şeyler öğreniriz ve öğrendiklerimizin üstüne yeni bilgiler de ekleriz. Kişisel donanım ve çabalarımızın dışında; ailemiz, okulumuz ve yaşadığımız arkadaş çevremizden başlayarak mahalle, köy, kasaba, şehir, ülke ve hatta tüm insan toplumlarının her birimizin yeni ve farklı şeyler öğrenmesinde katkıları vardır.
Biliyor musunuz, birçoğunuz gibi bende yakın zamana kadar denizlerde yüzdüğü için balinanın bir balık olduğunu sanırdım. Balina suda yaşayan memeli bir hayvanmış meğer. Hepimiz, güneş battı ya da güneş doğdu deriz değil mi? Oysa hareket edip güneşten önce uzaklaşıp karanlığa gömülen sonra yaklaşıp aydınlanan dünya yüzeyi ve çevresi değil midir? Çoğu kimse dünyanın döndüğünü atmosferin dönmediğini sanır oysa yerçekiminden dolayı havanın yani atmosferin de döndüğü bilimsel bir gerçektir. Sosyal Bilimlerde de buna benzer pek çok eksik veya yanlış bildiğimiz konular vardır. Örneğin, yakın zamanda 102.yılını kutladığımız 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’mızın başlangıcının MustafaKemal’in 16 Mayıs 1919’da Padişah Vahdettin tarafından Samsun ve çevresindeki kargaşaları sonlandırmak ve ülkemizin birliği, dirliği ve istiklâlinin tesis ve muhafazası için 9.Ordu Müfettişi görevi ile yola çıkması ile başladığını ta üniversite yıllarında öğretildiğini de belirtmeliyim. Yani 16 – 19 Mayıs 1919 tarihleri arasındaki “üç günün” tarihimizde, asla kopmuş ya da yaşanmamış bir dönem olmadığını,birçoğumuzunbunu sonradan öğrendiğimizi esefle söylemeliyim.
İnanç ve kültür dünyamız bizi doğru bilgiye yönlendirirken bunun için süreci “beşikten mezara kadar ilim öğrenmek” olarak belirler. İnsanın aklının ışığı modern bilimler, kalbinin ışığı ise dini bilimlerdir. İkisinin doğru öğrenilmesinden “GERÇEK” ortaya çıkar. Modern bilimlerden uzak kalmış insanlar taassup ve hurafelerin esiri olurken; din bilimlerinden uzak kalan insanlar ise genellikle şüphe,inkâr ve hile yoluna saparlar.
Yazımızın bu noktasında şunu belirtmeliyiz: İnsan olarak her birimiz asla “Ben her şeyi biliyorum.” kanıksamasında olmamalıyız. Aksine bildiklerimizin bilmediklerimiz yanında deryada bir damlacık su olduğunu kabul ederek SOKRATES gibi “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.” diyebilmeliyiz. Böylece ömrümüzün tamamını doğru ve yeni bilgiler öğrenme adına verimli hâle getirebiliriz. Bunu radyo ve televizyon alıcı ve verici sistemlerine yani antenlere benzetebiliriz. Vericiler ne kadar güçlü olursa olsun alıcı sistemler kapalı yada bozuk ise radyo ve televizyon yayınlarından yeterince faydalanamayız. Hem alıcı hem de verici sistemlerimiz açık ve sağlam olmalıdır. Bunun gibi anne, baba, öğretmen ve akademisyenlerin doğru bilgileri doğru eğitim ve öğretim metotlarıyla aktarmaları mutlak gerekliliktir. Örgün eğitim kurumlarında öğrencilerin, yaygın eğitim araçları ve kurumlarında da hedef kitlenin tamamının tam bir motivasyonla öğrenime tabi tutulmaları esastır.
Doğru insan kimdir, doğru yol hangi yoldur, doğru düşünce nasıl bir düşüncedir, doğru bilginin kaynağı nedir, gibi doğruyu arayıp bulabileceğimiz dini, felsefi ve bilimsel temelli sorulardan asla vaz geçmemeliyiz. “Merak ilmin hocasıdır!” veciz sözündeki gibi yeni bilgiler edinme konusunda her zaman istekli ve meraklı olmalıyız. Sürekli buyurgan, sürekli konuşan ama asla soru sorma ve yorumlama hakkı vermeyen hocalar ve ebeveynler asla bilgilerini yenilemeyen ve sadece eski bilgileri aktarma durumunda olanlardır. Oysa bilimler geliştikçe medeniyet vasıtaları da gelişmektedir. Bu nedenle yetersiz ve yanlış bilgilerle ancak imitasyon yani taklit araçlar üretebiliriz.
Kıymetli okuyucularım, bugün kısaca doğru bilgi üzerinde durduk; önümüzdeki haftalarda “doğru insan ve doğru yol” üzerinde duracağız. Şimdi seyahatimize Batum’dan devam edelim.
***
Kafkasya’nın Kapısında İki Güzel Şehir:
Batum ve Tiflis
Bayramın birincigünü akşam başlayan yolculuğumuz bayram tadında bir geziye dönüşmüştü. Uzayıp giden Karadeniz sahil yolu bile neşemizi bozmuyordu. Çayeli’nden ayrıldıktan bir süre sonra Türkiye’nin Kapıkule ve Habur’dan sonra en önemli sınır kapımız olan Sarp Sınır Kapısı’na gelmiştik. Burası adı gibi çok sarp bir yamacın içinde yer alan küçük bir yerleşimdi. 1917’de bu köyün ortasından geçen Sarp deresinin doğu yakası Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği(SSCB)’nin sınırı içinde kalırken, derenin batısı Türkiye sınırları içinde kalmıştı. “Demirperde” adı verilen yönetimle bu sınır Sarp Köyü’nü ikiye ayırmakla kalmamış, köyün iki yakasında aileler parçalanmış, akrabalar bölünmüş ve nice sevdalar kararmış ve nice âşıklar kavuşamadan ölmüşlerdi.
Buradaki işlemler tamamlanınca ilk defa Gürcistan’a girmenin heyecanı sarmıştı bizi. Üstelik benim dışımdaki hiç kimse daha önce yurtdışına da çıkmamıştı.
Bayramın üçüncü gününün sabahındaydık, Gürcistan’ın Acara Özerk Bölgesi topraklarına ayak basmıştık. Sınırımızdan henüz 25 km. kadar sahil yolundan ilerlemiştik ki, kaynağını Erzurum kuzeyindeki yüksek dağlık alanlardan alan ve Artvin ilimizin çok eğimli, engebeli vadilerinden geçerek Gürcistan’a geçen Çoruh Irmağı ve üzerindeki uzunca köprü karşımıza çıktı. Bu köprünün kuzey tarafında Karadeniz’e doğru küçük bir delta oluşurken; güneye doğru tatlı bir eğim artışı ile daralan bir vadi ve küçük Kafkas dağları yer alıyordu.
Çoruh Köprüsü’nü geçince küçük kasaba ve köy yerleşmeleri hemen başlamıştı. 35km sonra ise Karadeniz kıyılarının muhteşem şehri Acara Özerk Bölgesinin merkezi Batum şehri yer alıyordu.
Batum’a girince Ahıska Türklerinden olan ve Batum’da ikamet eden Murat’ı aradık. Murat ile Batum Limanı’nın yakınında buluştuk.Murat bizi bu güzel şehri gezdirdi. Vakit sonbahar, aylardan ekim.Ekim ayının sonlarına yaklaşılan günlerinde, Batum’da güneşli bir hava vardı. Öyle ki Botanik Bahçesinin bitişiğindeki Batum plajında bu öğle vakti,insanlarınkimisi denize giriyor vekimisi güneşleniyordu.
Botanik Parkı ise her tarafı palmiye ağaçları, narenciye ağaçları ve daha birçok sıcak bölge florasının bitkileri ile peyzajlanmış ve fıskiyelerle hoş bir harmoni ritmi de verilen interaktif bir parktı.
Batum’da Botanik Parkı yanında gezilecek önemli yerler arasında Avrupa Meydanı, Medea Heykeli, Astronomik Saat Kulesi,Piazza Meydanı, St. Nicholas Kilisesi, Batum Bulvarı ve Miracle Park bulunmaktadır. Miracle Park’ta da ChachaKulesi, Dönme Dolap, Alfabe Kulesi, Batumi İş Merkezi, Batum Feneri ile Ali &Nino Heykeli turistlerin en çok ziyaret ettiği yerlerdir.
Altınpost’tan Tiflis’e Giden Yolda
Yolcu yolunda gerek deyip mihmandarımız Murat’a bu güzel ve samimi Batum misafirperverliği ve gezi rehberliği için çok teşekkür ettik.Âdet olduğu üzerekendisine çamsakızı çoban armağanı hediyeler verdik.
Güzel dilekler ve tekrar görüşmek umuduyla vedalaştıktan sonra Batum’un yekpare yeşillikleri arasından doğuya doğru uzanan asfalt yolda yola koyulduk. Bir miktar yükseldikten sonra Şahin Tepesi gibi bir terasta durup tekrar Batum’un fotoğrafını çektik. O kadar geniş yeşillikler, masmavi Karadeniz ve düzenli bir şehir nasıl bir arada olabilirdi! hâlâ gördüklerimize inanamıyorduk. Sık sık,iyi ki gelmişiz ve iyi ki de arabayla gelmişiz diye birbirimize bakıp mutluluğumuzu paylaşıyorduk.
Bir süre sonra vadi tabanına doğru yaklaşınca ormanların yoğunluğu azaldı ve düz tarım alanları geniş yer kapladı. Burası Gürcistan’ın Karadeniz kıyısındaki en büyük ihracat, ticaret, liman kenti olan Poti ile iç kısımlara giden yolların geçiş alanındaki tarım, ormancılık ve ticaret şehri olan Kutaisi arasında uzanan Kolhid Ovası ya da Türkçe Altınpost adı verilen ova idi. Gürcistan, tarım ürünlerinin çoğunu bu ovadan sağlar. Ova düz olduğu için de ulaşım türleri ve imkânları çok gelişmiştir. Karayolu, denizyolu Trans Kafkasya demiryolu ve havayolu ulaşımları gelişmiş bir bölgedir. Gürcistan’ın ihracatı kadar ithalat kapısı da Poti Limanı olup oldukça önemli bir sanayi tarım ve turizm potansiyeline sahip kentidir.
Kolhid Ovası’nda doğu yönünde ilerlerken birden ilginç bir manzara gördüm ve duralım, dedim! Kemal Bey merakla“Ne oldu hocam?” dedi. “Arkaya bak, üst geçitte ne var?” dedim. “Oy!oyy!” diyerek arabadan hemen indim ve fotoğraf makinesini çıkarıp o ilginç kareyi çektim. Kutaisişehrinin giriş kısmında yer alan bir üst geçitte 4 tane büyükbaş hayvan vardı; maalesef yayalar ise üst geçidi kullanmadan kazaya sebebiyet verecek şekilde yoldan yürüyerek karşıdan karşıya geçiyorlardı. Kemal Bey bana “Hocam, sizin gözünüzden de bir şey kaçmıyor maşallah!”diye takıldı.
Naçizane eğitimci olduğum için bunu elbette çekmeliydim ve de öğrencilerime anlatmalıydım, üstelik buna benzer manzaralara Türkiye’de de çok rastlanıyordu.