İnsanoğlunun şu dünyada belki en çok istediklerinden biri olmalı huzur. Huzur olmadı mı insanın elindeki varlıklarının ne kıymeti ne tadı tuzu oluyor. İnsanın maddi ve manevi sahip olduğu, edindiği varlıklarının tadı tuzudur huzur. İnsan için huzur, hayatın bir kilidi mahiyetindedir. Onun yokluğunda hayat kilitlenmiş, olumlu anlamda her türlü etkileşimden mahrum ve uzak olur. Hayat, hayat olmaktan çıkar da insan âdeta canlı bir cenaze hâlini yaşar.
Öyleyse huzuru el yordamıyla bilmeye çalışma yerine, sözlüklere başvuralım bakalım. Ne diyor onlar bu konuda? (TDK) Güncel Türkçe Sözlük’te huzur, “Dirlik, baş dinçliği, gönül rahatlığı, rahatlık, erinç” olarak tanımlanır. Kelimenin bunlardan başka üç farklı anlamı daha var, ama konumuz gönül rahatlığı olduğu için diğer bağlamları, anlamları başka yazılara havale edelim. Kelime, Kubbealtı Lügati’nde “İç rahatlığı, hâlinden memnun olup gönlünde rahatlık duyma, kendini rahat ve memnun hissetme durumu” olarak açıklanır.
Her ne kadar huzur böyle tanımlanmış olsa da her insan için onun anlamı biraz biraz farklıdır. Anlamlar birbirinden uzak olmasa da hiçbir zaman birebir aynı ve bir değildir. Lügatlerde, sözlüklerde yer alan anlamlar zaten kelimelerin toplumda, o dili konuşan insanlar arasında var olan ortalama anlamlarıdır. Kelimeler sözlüklerde ölü anlamlarıyla vardır, onlar metinlerde, insanların zihinlerinde canlanırlar, canlılık kazanırlar.
Edebiyat sahasının birçok bakımdan çok önemli isimlerinden Tanpınar’ın kendi adıyla âdeta özdeşleşen meşhur bir romanı vardır: Huzur. Tanpınar’ın bu önemli romanı için, edebiyat eleştirmeni Berna Moran “huzursuzluğun romanı” ifadesini kullanır. Çünkü Huzur, huzursuz hayatların aynası mahiyetindedir.
Huzur, türlü nimetlerle bezenmiş, mükellef bir sofra için ağız tadıdır. Binbir zorluklar neticesinde elde edilen kazançlar için berekettir. Yalnızca bir defaya mahsus olarak gönderildiğimiz şu dünya hayatı için ise yaşama sevincidir. Yaşama sevinci de yaşama arzusunun devam ve temadisi için gerekli olan bir iksirdir.
İster klasik Türk musikisinden isterse arabesk müzikten isterse sanat müziğinden birçok şarkıyı dinlendiğinde, yürekleri yakan, acılı türkülere kulak verdiğinizde hep huzursuzluktan yakınmaların olduğu duyulacak ve bilinecektir. İşte sanat musikisinde dev bir isim Münir Nureddin Selçuk’un, o meşhur şarkısındaki sözleri kulaklarda her daim çınlamaktadır. Sözleri şair Behçet Kemal Çağlar’a ait olan bestesini Münir Nureddin Selçuk’un yaptığı zirve şarkının sözleri her şeyi anlatıyor aslında, öyle değil mi?
“Yok başka yerin lütfu ne yazdan ne de kıştan/ Bir tatlı huzur almaya geldim Kalamış'tan (âh Kalamış'tan)/ Yok zerre teselli ne gülüşten ne bakıştan/ Bir tatlı huzur almaya geldim Kalamış'tan (âh Kalamış'tan)”
İnsanın içinde huzur olmayınca dış dünyanın yaz ya da kış olmasının ne ehemmiyeti vardır. O zaten gönlünde kışları yaşamakta, huzursuzluğun ayazlarında yanmaktadır. Huzursuz oldu mu bir insan ona ne güneş sıcaklığı yayan tatlı bir gülüş ne aydınlıklara, sıcak iklimlere yol olan bakış fayda verebilir, onun için bir anlamı yoktur onların. Onun için insana, teselli dahi veremez o bakışlar ve o gülüşler… İşte halk müziğimizin ustalarından Musa Eroğlu da öyle diyor: “Bana ne yazdan, bahardan/ Bana ne borandan, kardan/ Bana ne yazdan, bahardan/ Bana ne borandan, kardan”
Arabesk müziğinin öncü yıldızlarından, arabesk sahasının önemli isimlerinden Ferdi Tayfur’un çocukluk, gençlik yıllarımızdan beri duyageldiğimiz o yakınmaları hâlâ kulaklardır, bilinç altında bir yerlerde aziz misafir gibi konaklamaktadır: “Huzurum kalmadı fani dünyada/ Yapıştı canıma bir kara sevda” Sevda değil kara sevda hastalığına tutulanlar huzursuzdur. Ya dünya hastalığına yakalanmış olanlar, kul hakkı yiyenler, başkasının malını gasp edenler, haramiler?
Şarkının bir önceki dizelerinde de bir başka acı gerçek dile getirilir. Gurbet ve garipliğin o iç huzura etkisini de anlayabileceğimiz yürekleri burkan dizelerden: “Bilsen uzaklarda kimler ağlıyor” Geçtim uzaklardakini bilmeyi, en yakınlarımızdaki, huzuru kaçmış, kaçırılmış olan, başka sebeplerle de dünyası dar edilenleri bilebiliyor muyuz? Haberdar mıyız, her türlü kısıtlama ve karartmadan etkilenmeden, onların apaydınlık dünyalarında hangi fırtınaların koptuğunun farkında mıyız?
Huzur, birey için olduğu kadar toplum için de geçerli bir kavramdır. Toplumu birey gibi düşündüğümüzde onun da huzura erme ve huzursuzluktan kaçınma ihtiyacı vardır.
Zaman zaman, toplumun huzurunu kaçıran olaylara şahit olmuyor değiliz. Toplum ve siyaset mühendisliği, algı yönetimi diye bir şey var. Evet, bunlar yeni bir şey değil. Ama teknolojinin ve buna bağlı olarak iletişim imkânlarının baş döndürücü bir hızla arttığı son bir buçuk yüzyılda, özellikle son elli yılda bu tür işlemler adından çokça söz ettirmektedir.
Devleti ve dolayısıyla toplumu yönetenler, egemen güçler, güç odakları, siyaset mühendisleri, algı operatörleri zaman zaman toplumun huzurunu kaçırma projelerini devreye sokmakta ve insanların huzursuzluğunu kendi ikbal ve saltanatları için katlanılabilir durum olarak görmektedirler.
Toplumun huzurunu kaçırmaya kimsenin hakkı yoktur. Demokrasinin imkânları ile iktidara gelip devlet yönetme emanetini almış olanların da. Halk huzurlu değilse uzun vadede hiç kimse huzurlu değildir. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” düsturu asla göz ardı edilmemelidir.
Gerçekleri yalanlarla, türlü algı faaliyetleriyle değiştirmek kimsenin hakkı ve haddi olmamalıdır. Akıllarda endişe dolu bir soru: “Ya o dezenformasyonu egemen güçler yapıyorsa? Gerçekler, yalanlarla bizzat onlar tarafından değiştiriliyor; siyaha beyaz, beyaza siyah diye topluma yansıtılıyorsa?”
İster birey olarak bizler isterse devleti ve toplumu yönetenler, “Oku şimdi kitabını! Bugün kendini yargılamak üzere kendi nefsin yeter!” (İsrâ, 14) hitabıyla karşılaşacağımızı, her daim hâlimizi gören ve bilen Allah’ın huzurunda olduğumuzu, o Büyük Mahkeme’ye çıkarılacağımızı unutmamalıyız. Hâkiminin Allah olduğu o Mahkeme’de mahcup ve mahkûm olmamak için, burada kullarının huzurunu kaçırmamalıyız. Kaçırıcı davranış ve eylemlerden uzak durmalıyız.
Kalamış, bir dünyadır; evet istediğimiz, bir tatlı huzur almaya geldiğimiz şu dünyada huzurla yaşamak ve gönül huzuru içinde O’nun huzuruna gitmek. Bunu bari çok görmeyin!..