“Doğruların, iyilerin, ahlakın talep edeni az diye vazgeçecek miyiz?” diye soruyor Prof. Dr. Hasan Herken Hoca. Haklı, güzel ve cevabı içinde bir soru.
Divan şairi, tarihçi Mustafa Rahmi Efendi, dillere pelesenk olmuş, ümit vadisinin her daim yeşil yapraklı ağaçlarından olan bir gazelinde "Şeb mahv olup hemişe nücüm-i seher doğar,/ Encami inhizamda mihr-i zafer doğar.//Âbisten-i safâ vü kederdir leyâl hep/ Gün doğmadan meşime-i şebden neler doğar!" yani “Gecenin sonunda seher yıldızı doğar, en nihayetinde, son yenilgiden sonra zafer güneşi doğar. Gece hem mutluluğa hem de kedere hamiledir; Gün doğmadan, gecenin döl yatağından neler doğar!” der.
Kimi kaynaklarda atasözü olarak da ifade edilen, benimse bir sorunun paragrafında okuduğumu hatırladığım güzel bir söz var: "Çiftçinin karnını yarmışlar kırk tane gelecek yıl çıkmış!" Her dem umutlu olma, asla ümidini kaybetme!.. Her dem ümitvar olmak, mümin hasletidir. O hesap, can bedende olduğu sürece "umut kuşu" hep göklerde pervaz edecek, hukuk gelecek ve adalet tahakkuk edecektir.
“Gönüller yapmaya geldim” diyen Yunus da öyle demiyor mu; “Her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası!”
Uyumak ve uyanmak, ölmek ve dirilmek değil de nedir? Hayatımız boyunca hep bir “basü bade’l-mevt” yaşamıyor muyuz? Her sonbaharda tabiatın ölüm gerçeğiyle yüz yüze gelirken, her kış bir berzah yaşarken her bahar da birer “basü bade’l-mevt”, öldükten sonra diriliş değil midir? Her gün her gece talim eylediğimiz o eylemin gerçeğini bir gün yaşayacağız. Önemli olan o diriliş sonrasındaki ebedi hayatın nasıl şekilleneceği, öyle değil mi?
Hayatımız boyunca, kazanmak ve kaybetmek arasında gidip gelen bir çizgide değil miyiz? Kazandım dediklerimiz mi kazanç bizim için, yoksa kaybettiklerimiz mi? Bu dünya görece bir kazancın havuzunda çimmek değil midir? Önemli olan ezel-ebet çizgisi bağlamında kazandım ve kaybettim dediklerimizin bize sundukları değil midir? Ebedi hayatımız açısından bir huzur ve kazanım söz konusu ise odur ancak kazandıklarımız ve kazançlarımız!..
İstediklerimizin hemen olmayışı bizi ye’se, ümitsizliğe mi sevk etmeli? Rabbimizin rızası bizim için her şeyin ötesinde ve üstesinde değil midir? O hâlde Rabbimizden gelene razı mıyız evvelemirde? O’ndan gelene razı mıyız ki O’nun bizden razı olması noktasında bir ümit tazeleyelim? Yunus veya İbrahim Tennuri gibi diyebiliyor muyuz? “Gelse celalinden cefa/ Yahut cemalinden vefa/ İkisi de cana safa/ Kahrın da hoş lütfun da hoş!” Vefalı ve safalı günlerde “İkisi de cana safa” diyebilmek güzeldir, ancak mertlik odur ki bunu cefa günlerinde de söyleyebilmek!.. Allah’tan gelene razı mıyız, değil miyiz, asıl o vakit belli olur!.. Asıl o vakit uyanmış oluruz “gaflet uykusundan”. Bir uyarı geldi yine Yunus’tan, bakınız ne diyor: “Gaflet ile Hakk’ı buldum diyenler/ Er yarın Hak divanında bell’olur./ Ahret tedarikin gördüm diyenler/ Er yarın Hak divanında bell’olur.” Yapılan güzel işlerini, amellerini beğenerek ucba, kibre girme; onların kabul edilip edilmediğini ancak öbür âlemde anlarsın! Her daim ümit ve korku arasında yaşa, korku derken bu, Rabbimizin sevgisinden mahrum kalma korkusudur elbet!..
İyilik yaptığını düşünüyorsan; bunun iyilik olup olmadığını bilmek istersen onu en güzel mihenge vurarak ölçebilirsin. Yaptığın işler, İlahi Kelam’da nasıl zikrediliyor, O’nun tavsiye ve emir buyurduklarından mı yoksa menhiyatından, haram kıldıklarından yani yasakladıklarından mı? İşte sana en basitinden bir test; vur mihenge, gör bu aynada kendini, amelini!.. Bir de şu var ki her şeyi ile açık seçiktir: “Allah zalimleri sevmez!..”, “Zulme rıza da zulümdür.” Zalimlerin zulmünü alkışlayan, ona ses çıkarmayan da zalimlerdendir. Bu bağlamda meselenin iki tarafı vardır: zalim ve mazlum!.. Üçüncü bir renk yoktur bu kartelada. Sen neredesin, bu işin neresindesin?
A. Kadir’in güzel bir şiiri var, güzellikleri güzelce anlatan, çağıran… “Bu Su Çoğala Çoğala”. İyilikleri, güzellikleri anlatırken bunun karşılığını, hakkını verenlerin olmasının veya olmamasının önemi yok. Sen yaptığının iyilik olduğunu biliyorsun yukarıda belirtilen ölçüler çerçevesinde, gayri üzülme!..
“Yaşlılara saksılar dizdim, bahçeler yaydım./ Yorgunlara diri beden verdim, taze yürek./ Döşekler serdim hastalara, rahat, yumuşacık.” diyerek ulaşmak isteyip de ulaşamayanlara el olmanın güzelliğini ortaya koymanı salıklar. Bir de “Nerde yalan dolan gördüysem kızardım./ Yiğit yüreklere, dedim, canım armağan./ Ardına kadar açtım çocuklara kapıları./ Dostluklar boy attı yeryüzünde,/ dostluklar orman orman.” der. “Orman orman” derken ormanın oluşmasının ağaçlar topluluğu ile mümkün olduğunu hatırlatır bize. Aynen öyle de sen de iyilik çınarlarını dik gönüllere, çorak topraklar senin gayretinle mümbit hâle gelsin. Deme bir çiçekle bahar gelmez, unutma ki her çiçek bahar düşüncesini yeşertir zihinlerde.
Şiirinin devamında şair A. Kadir, “bir deli su”yun her şeyi önüne katıp alıp götürdüğünü söyler. Onunla birlikte “korku, zulüm, kavga” gibi olumsuzlukların da ortadan kalktığını ifade eder: “Ebemkuşakları gökyüzünde fır dolandı./ Yürüdü dağlardan ovalara doğru/ gümbür gümbür bir deli su,/ yıktı bu su önüne geleni,/ bu su, çoğala çoğala./ İnsanlar insanları aldı götürdü.// Ne kavga kaldı, ne zulüm, ne korku.”
Yüreklere bahar gelsin, zulüm, kavga, korkular son bulsun. Bunun için de iyilikleri, güzellikleri, ahlakı savunmaya, herkesi insan olmaya hâl ile çağrımız devam etsin!.. Herken Hoca haklıdır; “Talep edeni az diye güzelliklerden, insanlıktan, ahlaktan” asla vazgeçecek değiliz.
Ümidim hep var; hayatta olduğumuz sürece "umut kuşu"muz hep göklerde kanatlanacak, hukuk gelerek adalet tahakkuk edecektir. O kadim söz ile yazımızı noktalayalım:
“Küfür devam eder, zulüm devam etmez!” Vesselam!