Hemen kızmayın canım! Öğrenmek isteyen kişinin sormasından daha doğal ne olabilir ki? Ben sorarım, bilenler bildiklerini söylerler, öğrenmiş olurum. Değil mi ya?
Peki, iftar vaktinin gelmiş olduğu top atarak, silah patlatarak bildirilebilir mi? Öğrenmek istiyorum, bilenler söylesin lütfen. Ama yalnızca bilenler. Bilenler, bir dayanak, kaynak göstererek söylesinler ki ben de yanlış bir bilgi edinmiş olmayayım. Fakat “BENCE...”ler istemiyorum. Bana, BENCE lâzım değil. Çünkü istersem kendim de sayısız BENCE üretebilirim.
Gelin, öğrenmek istediğim bir diğer şeyi de sorayım: Sahura kaldırmak için davul çalınabilir mi? Çalınabilirse bunun şartları nelerdir?
Aslında bir sorum daha var ama şimdi sormanın sırası değil. Evet uygun bir vakitte şu soruyu da soracağım sizlere: Ezanı, Kur’an’ı, mevlidi, ilâhiyi hoparlör ile bangır bangır okumanın hükmü nedir? Ama şimdi sormuyorum, ileride soracağım bu soruyu.
Birinci soruyu en başta sormuştum. Neden? Bilmediğim ve öğrenmek istediğim için değil, bakışları, yaptığımız bazı absürt işlere çevirmek için. Dikkat çekmek için. Ancak yine de konuyla ilgili bazı cevaplar gelirse sizlerle paylaşırım.
İkinci soruya gelince...
Zülfü Kardeşim, çok samimi ve güvenilir bir dostumdur. Benim de resmen ikametgâhım olan Manisa Turgutlu’da yaşamaktadır. Ben, emekli olduktan sonra, Dikili’de şimdi oturduğum tenha yeri buldum, kış yaz çoğunlukla buradayım. Öyle ki Turgutlu’ya gittiğimde namazlarımı seferî kılıyorum. Dostum Zülfü ile her fırsatta görüşmeye gayret ederim. Ve zaten telefon irtibatımız, en sağlam bir şekilde sürmektedir. Ramazan’ın ikinci günü telefonla aradı ve “Hâlin keyfin nasıl? Ramazan nasıl gidiyor?” diye sordu. Burada bulunduğum yer, tam bir kırsal. Her gece bahçemde domuzlar... Cami falan yok yakınımda. Yazlıkçıların olmadığı zamanlarda, yedi sekiz ay insan da görmüyoruz denilebilir. Cevap verdim: “İhtiyarlık hâllerini saymazsak sağlığımız iyi. Ramazan’a gelince... Ne top sesi, ne davul sesi... Fakat bu durumdan çok memnunum. Çünkü Turgutlu ramazanlarında top ve davul sesinden çıldırıyordum.” Demek ki bu yönümü bilmiyormuş dostum, bir şaşkınlık nidasından sonra şunları söyledi:
“Olur mu hocam! Top sesi, davul sesi olmadan Ramazan’ın tadı çıkar mı? Bunlar bizim dinî geleneklerimiz. Şükür, biz burada Ramazan’ın geldiğini iliğimize kemiğimize kadar hissediyoruz...” O devam edecekti ama ben konuyu değiştirdim. Çünkü uzatmamız, düşüncelerimizi değiştiremeyecekti.
Görmemişin bir topu olmuş... Ramazan ayı boyunca Turgutlu’da bir günde hangi toplar atılıyor bakın: Sahura kalkma topu, imsak topu, iftar topu, yatsı ve teravih topu. Bayram topları. Galiba Ramazan süresince Cuma topu da atılıyor. Bazen de bu toplar, ezan ile çakışamayabiliyor. Ne demişti Zülfü Dostum: “Bunlar bizim dinî geleneğimiz. Onlarsız Ramazan olur mu?” Bu konuda hüküm vermeyi bilenlere bırakıyorum, bıyık altından kıs kıs gülerek. Bu arada şunları da soruma eklemek istiyorum: Top atma uygulaması Türkiye’nin her yerinde var mıdır? Bütün İslâm ülkelerinde var mıdır? Top, tüfek icad olunmadan önce Ramazanlar lâyıkıyla idrak edilemiyor muydu? Gelenek eksik mi kalıyordu? Ve “Bid’at” kelimesinin anlamı neydi acaba?
Davul konusuna gelince... Farz mıdır, sünnet midir bu davul çalma uygulaması? Çağın, ahvâl ve şerâitin değişmesi, bazı konularda bazı değişiklikler yapılmasını gerekli kılmaz mı? Çamaşırını dere kenarında kül ile yıkayan kadınlar kalmış mıdır bugün? Davulun icadı mı çalar saatın icadı mı daha eskidir? Ya alârmlı telefonlar ve diğer cihazlar... “Davul, dinî geleneğimiz...” ha! Sahurda davul, bugün itibariyle bizim ilkelliğimizden, ahmaklığımızdan başka bir şey değildir. Ramazan’ın şânı şerefi değil, özellikle de oruç tutmayan insanları Ramazan’dan ve dinden soğutan en saçma uygulamalardan biridir. Dün için böyle bir uygulama bir anlam taşıyordu belki, gerekli olduğu da düşünülebilirdi. Ama günümüzde ve özellikle de kent yaşamında... Hele ruhunda inceliğin, nezafetin, nezaketin zerresi bulunmayan zırcâhil adamların çaldıkları davul, işkence aracından başka bir şey değildir.
Evet, Ramazan davulcularında müzik, musıkî ruhu ve bilgisi sıfırın altındadır ve teneke çalmaktan farklı değildir yaptıkları. Ellerindeki değnekle davula değil de sanki beynimize, ruhumuza vurmaktadırlar. Hele o güzel ve terbiyeli ses ile söylenen zarif manileri falan duymak, çoook eskilerde kalmıştır.
Olabildiğince geniş bir hinterlandı tekeline alabilmek için davulcular çok erken saatlerden itibaren dan duna başlamaktadırlar. Örneğin, imsak saat 04:30’da kesiliyorken bakıyorsunuz ki saat 02:30’da kapınızın, pencerenizin önünde bitivermiş hazret-i davulcu. Ulan sersem! Ben sabah erkenden işe gideceğim. Sahurluklarımı akşamdan hazırlayıp yatmışım. Saat 03:45’te kalkıp çarçabuk yiyecek ve namazı kıldıktan sonra tekrar iki üç saat uyumak için gireceğim yatağa. Evimde çalar saatlarım, alârmlı telefonlarım var, kendimi ayarlayabiliyorum sersem. Sen gelip saat 02:30’da benim uykumun içine sıçarsan benim sana nasıl küfürler etmem yakışır?
Ben belki, geç vakit birkaç bir şey atıştırıp yattım, sahura kalkmadan niyetleneceğim. Senin davulunu dinlemek zorunda mıyım?
Ya da oruç tutmuyorum efendim, bir ay boyunca, gecenin en münasebetsiz vaktinde gelip beni uykumdan etmeye, kafamı ütülemeye senin ne hakkın var?
Benim çocukluk yıllarımdı. Babam rahmetli, bir gazetede bir haber okumuş ve sonra da o haberin yazılı olduğu yeri kesip cebine koymuş... Her fırsatta çıkarır, insanlara okurdu. Defalarca şahit oldum. Çok hoşuna gidiyordu bu haber rahmetlinin. Küçük bebeği olan bir kadın, gece kapının önüne çıkıp davulcuya rica etmiş: “Canım kardeşim, benim küçük çocuğum var. Biraz da huysuz. Senin davulunun sesiyle korkup uyanıyor, ağlamaya başlıyor. Onu tekrar uyutuncaya kadar akla karayı seçiyorum. Lütfen bizim kapının önünde davulunu çalma. Biz sahura çalar saatımızla kalkabiliyoruz. Bayramda sana bahşişini de vereceğiz, endişelenme.” Vay sen misin bunu söyleyen, davulcu inadına, kadının kapısının önünde çalıyor da çalıyormuş. Bir gece kadın beyaz çarşafla tepeden tırnağa sarınıp davulcunun geçeceği bir köşeye gizlenmiş. Tam oradan geçerken atlayıvermiş önüne. “Hıhhh hıhhh!” gibi sesler çıkararak hayâleti oynamaya başlamış. Haberde öyle yazıyordu; davulcu davulu, değneği bırakıp kaçmış. Evet, rahmetli babam, okur okur gülerdi.
Davul konusunda bir başka ilginç durum, belki de en ilginç durum şudur: Pek çok yerde sokakların, yapılaşmanın durumundan dolayı davulcu davulunu nerede çalarsa çalsın, bütün evlerden duyulmaktadır. Yani davulun sesinden dakikalarca kurtulmanız mümkün olamamaktadır. Davulcu 1. Sokakta dum dum dum. Davulcu 2. Sokakta dum dum dum. Davulcu 3. Sokakta dum dum dum. Davulcu 4. Sokakta... devam edeyim mi? Ne davulmuş bu anasını sattığım be!
Bitiriyorum.
İzmir Buca Kaynaklar Köyü. Bilenleriniz var mı efendim? Olabilir, çünkü baharda ve yazda orada piknik yapmak, gözleme, bazlama yemek için insan seli akıyor efendim. Neyse, bilmiyorsanız anlatayım: Bu köy, (şimdi artık adı maalesef mahalle’dir) çanak gibi bir kuruluşa sahiptir. Ortada genişçe bir düz alan ve onu çepeçevre saran yamaçlar. Daha iyi anlamanız için anfi tiyatroya benzeteyim. Evet, tam bir anfi tiyatro gibidir yerleşim. Yani... yani köyün hangi bir yerinde öksürürseniz öksürün bütün köy duyar sizi. Başka bir şey yapsanız da. Örneğin orta bölgede bulunan düğün alanında bir düğün falan oldu mu kimse kaçamaz, gecenin ilerlemiş vaktine kadar çalınan o iğrenç şeyleri dinlemek zorundadır herkes.
Rahmetli babamdan kalma bir evimiz var orada, zaman zaman gidip kalırım. Yine bir Ramazan ayında gitmiştim. Niyetim bir hafta kalmak idi. Ertesi gün kaçtım efendim. Köyün meşhur ve gedikli davulcusu gece saat 02:00’de başladı icrâ-i sanat etmeye, taa 04:15’e kadar. Adam, alacağı parayı, bahşişleri hak etmek için köyün bütün sokaklarını teker teker geziyor. Biraz da ağırdan alıyor. Köyün kuruluşundan dolayı, o nerede çalarsa çalsın, köydeki bütün evlerin camları zangır zangır titriyor. Çıldırdım, ısırmak için sert şeyler aradım. Neredeyse balkona çıkıp bağıracaktım: “Yeter ulan yeterrrrr! Kes şu işkenceyi artık!” Bağırmadım.
Bağıramazdım. Çünkü o takdirde köylüler beni linç ederler, oradan sürerlerdi. O kadar benimsemişler ki bu gürültüyü, o kadar memnunlar ki bu (Zülfü’nün deyişiyle) dinî gelenekten. O davul çalınmazsa ölürler. Bilmiyorum artık; ya onlar salaklar ya da ben salağım.
Dahası var: Davulcu, köylünün listesini çıkartmış bilgisayardan. Ramazan’ın 15. günü ve arife günü oturuyor muhtarlığın kapısı önüne, paraları, bahşişleri kabul ediyor. Verenlerin isimlerinin karşısına bir çizik koyuyor. Vermeyenleri de her gördüğü yerde uyarıyor, yerin dibine sokuyor. Taa ki o parayı koparıncaya kadar. Davulcuya bakar mısınız!
Cevap bekliyorum: Çan çalarak iftar ve imsak vakti bildirilebilir mi? Haydi bunu geçtim ama lütfen bilenler cevaplasınlar: Ramazan’da top atmanın ve davul çalmanın hükmü nedir? Top atanlara, davul çalanlara ne denir? Top sesini, davul sesini kuzu kuzu dinleyenlere ne demek gerekir? Cevaplarınızı aldıktan sonra şu hoparlör konusunu da soracağım bilenlere. Vesselâm.