Şımartın çocuklarınızı, şımartın!
“Daha o bir çocuk.” deyip terbiyeden yoksun bırakın ve sonra da terbiyeli çocukların ve öğretmenlerin başına belâ edin!
Anneler babalar, dedeler nineler! Toplumun kokuşmasında en büyük pay sizlerindir, unutmayın.
Çocuğun kusurlarını görmezden gelmek, onu ölçüsüz bir şekilde şımartmak, bir eğitim cinayetidir; toplum adına da bir belâ tohumudur.
Kutsal öğretinin de işaret ettiği gibi çocuklar (malûm yaşlara gelinceye kadar) mesul değillerdir. Ancak unutulmasın, küllîyen masum da değillerdir. Çocuklar mesul değildir ama ebeveyn bal gibi mesuldür. Hiç kimse çocuğunu yalnızca bir melek olarak görmesin. “Daha bir çocuk o.” derken temkini elden bırakmasın. Özel örnekler, istisnalar elbette konumun dışındadır fakat dünyaya, mayamıza elmas cevherinin yanı sıra kömür cevheri de yüklenmiş bir vaziyette gönderildiğimizi, hattâ belki de imtihan sırrı olarak kömür sermayemizin elmasa göre daha etkin kılındığını düşünüyorum. Bu yaklaşımımın, aşağıda kendisinden alıntılar vereceğim İbn Sina’nınkine pek uymadığının farkındayım. Belki de ben haklıyımdır, kim bilir.
Bebek denecek yaşlardayken dahi -bırakın yabancı çocukları- kuzen olan, kardeş olan çocukları bile yan yana koyup gözlemleyin. Dikkatlice bakın ama! Hangisinin, diğer(ler)ine neler yaptığını iyice inceleyin. Ya da en iyisi, isteyenler benden dört buçuk yaş küçük erkek kardeşimle iletişime geçsinler, çocukluğumuzda benim kendisine yaptıklarımı anlattırsınlar. Aslında daha da iyisi, sağ olsalardı da rahmetli anneme babama sorabilseydiniz keşke. Çünkü ben çok hatırlayamıyorum. İhtimaldir ki kardeşimin de hatırlayamayacağı pek çok şey (pek çok hınzırlıklarım) vardır. Rahmetli annem sık sık bu konuyu gündeme getirirdi. Kendi çocukluğumla ilgili pek çok örnek verebilirim ama hem vaktinizi almayı hem de yüzümün kızarmasını istemiyorum.
İkiz torunlarım var. Genel anlamda, hele hele bu devre göre, ikisi de birer pırlantadırlar. Ama her insanın mayasına konulmuş artıların yanı sıra eksiler, onların mayalarında da var. Özellikle insan ilişkileri başlığı altına, bu artı ve eksilerin ortaya çıkmaması düşünülemez. Taa elleriyle herhangi bir şey tutabilmeye başladıkları yaşlardan itibaren birbirleriyle itiş kakışa başladılar. Yekdiğerinin hakkına göz dikme ve tecavüz etme eğilimini bebekliklerinden itibaren gözlemleyebiliyorduk. Yukarıda belirttiğim gibi, mayalarımıza artılar da meczedilmiş, eksiler de. Çocuk deyip geçemeyiz, çocuklarda da artıların ve eksilerin etkisi ve tezahürü, belki farklı niteliklerde görülüyor ama mutlaka görülüyor.
Bizim bebeklerden biri, diğerine göre, eksilerin biraz daha fazla etkisinde kalıyordu. Diğerini mağdur etme eğilimini rahatlıkla görebiliyorduk. Kendi payına düşene, kendine lâyık görülene, kendi hak ettiğine asla razı değildi. İkisine de aynı oyuncak alınmasına rağmen o eksi tarafı kuvvetli olan, ya kandırarak ya cebir kullanarak mutlaka ikizinin elindekini alıp kendisininkini ona vermekteydi. Ağızlarındaki emzikler konusunda bile aynı tutumu sergilediğine şahit oluyorduk. Bazen kendi oyuncağını bozduktan sonra kardeşinin sağlam oyuncağıyla değiştiriyordu. Hattâ elinden gelse oyuncakların ikisini de mülkiyetine geçirip ikizini oyuncaksız bırakma eğilimindeydi. Ortada bizim görebildiğimiz belirli bir neden yokken ikizine sataşıyor, onu taciz ediyordu. Ve roller hiç değişmiyordu, biri öyle biri böyle. Hani derler ya olacak çocuk b.....dan belli olur... Hayvanlarda da böylesi tutum ve davranışlar sıklıkla karşımıza çıkmıyor mu? Kümesteki tavuklarımı gözlemliyorum, onlar da öyle, aman ne yaramazlıklar, ne haksızlıklar, ne hınzırlıklar...
Demek ki küllî bir fıtrat var; güzel, doğru, olumlu şeyler yapmağa da olumsuz şeyler yapmağa da iten. Hayvanlar şimdi benim konum değil fakat çocuklarımıza bakarken bundan gafil olunmamalı ve gerektiği biçimde davranılmalıdır diyorum. Hüsn-i zann ama yanı sıra da adem-i itimat. O ki sorumlu ve yetkiliyiz, kül yutmamalıyız, fotoğrafı doğru görebilmeli ve kim neye lâyıksa öyle muamele etmeliyiz. Hele hele birini diğerine asla ezdirmemeliyiz. Ezilene ezilmemeyi öğretmek de ayrı bir sorumluluğumuzdur. Terbiye (ama te’dibi de içinde bulunduran terbiye) gereklidir yani ve terbiyecilerin, eğitimcilerin, anne baba ve öğretmenlerin müdakkik, bilinçli ve dirayetli olmaları çoook önemlidir. Eğitim çift yönlüdür; bir yandan haddini aşanı, karşısındakine zarar vereni te’dib ve ikna ile bundan vazgeçireceksiniz, diğer yandan da mağdur olanın hakkını koruyacaksınız. Daha çocuktur o, deyip geçmemeliyiz. Görevimizi doğru ve eksiksiz yapmalıyız. Yetişkinler için ise devlet, mevzuat, hukuk, adliyeler, kolluk kuvvetleri görevlerini lâyıkıyla(!) yapmalıdır, değil mi! Ata da ite de ot vermek ne kadar yanlışsa, her ikisine de et vermeye kalkışmak aynı derecede yanlış olur. Ancak maalesef (ama evlat ama öğrenci) elindeki malzemeyi iyi tanıyan ve ona en doğru şekli verebilme gayretine, yeteneğine sahip anne babalar da öğretmenler de yok denecek kadar az bugün. Ayrıca yol, yöntem de pek bilinmiyor.
Dr. Abdurrahman DODURGALI’nın kaleminden İBN SİNA FELSEFESİNDE EĞİTİM isimli kitabı çalışıyorum bu aralar. Bazı değerlendirmelerine katılmasam da İbn Sina büyük adam. Kitap da harika bir kitap. Bir iki küçük alıntı sunayım mı size:
“Amelî aklın kendi özel fiillerinden (bedenle alakalı yapıp etmelerinden) ahlakın doğduğunu ileriye süren İbn Sina, ahlak anlayışını da bu fiilleri dikkate alarak bazı prensipler üzerine oturtmuştur. Abdulemir Şemseddin bu prensipleri şöyle tesbit eder:
a) Nefs ve bedenin mahiyet itibarı ile farklılık göstermeleri, onların kemallerini ve saadetlerini elde etme yollarında da farklılık doğmasına sebep olur.
B) Nefsin güçlerinin her biri için, hem hayr (iyilik) hem de kötülük ortaya koyacak vasıflar vardır.
c) Varlıkta, iyilik asıl unsur olarak, kötülük ise arizî (geçici) olarak mevcuttur. İyilik, asıl olarak tür ve cinslerde, kötülük ise, geçici olarak bireylerde var olur.
d) İyilik ve kötülüğün de lezzet ve elem vermeleri açısından dereceleri vardır. Bu dereceler tercihe konu olan hadiselerdir.
e)............”
“...Eğitimcinin yardımı ve yol göstermesi ancak eğitilende daha önceden var olan bir istidat ile mümkündür. Bu görüşü ile İbn Sina, insanın doğuştan getirdiği kabiliyet ile ömrünün ilerlemiş safhalarında gerçekleştirdiği şahsiyeti arasındaki muazzam fark ve gelişmeyi eğitime, tecrübeye, yaşarken maruz kaldığı etkilere bağlayan eğitim anlayışı ile bir paralellik arz etmektedir... ...Görüldüğü gibi, işin başarılması bir yönü ile kabiliyete bağlı ise de bir yönü ile eğitime, eğitimle elde edilen şevk ve dış engellerin kaldırılmasına bağlıdır...”
“İbn Sina’ya göre, eğitimci, önce kendisini eğitmelidir. Çünkü o, ......”
KENDİSİNİ EĞİTMEYEN ANNE BABAYA VE EĞİTİMCİYE, ÇOCUKTA ELMAS MADENİNİN YANI SIRA KÖMÜR MADENİNİN DE BULUNDUĞUNDAN GAFİL KALMAĞA, KENDİ ZEVKİMİZ İÇİN ÇOCUĞU SEVGİ MANYAĞI YAPMAĞA hayır. “O, daha bir çocuk.” yaklaşımı, bireysel ve toplumsal açıdan büyük sorunlar çıkarabilir. Vesselâm.
R. Serdar ÖZMİLLİ