Selamların en güzeliyle selamlıyorum! Kıymetli dostlar, hiçbir şeyin sahtesi ve taklidi değerli ve makbul değildir. Bu özellik ve kural canlı (insan, hayvan ve bitkiler) varlıkların bünyesi için de böyle olduğu gibi sosyal varlık özelliğindeki aile, klan, oba ve devlet yönetimleri için de aynıdır. Geçen haftaki yazımızda “cumhuriyet yönetiminin önemi” üzerinde durmuştuk. Genç Türkiye Cumhuriyeti’mizin 98. kuruluş yılını kutladığımız bu günlerde, henüz yeterince “gerçek bir demokrasi ile işleyen tam bir hukuk devleti” olamamanın ortaya koyduğu sıkıntıları üzülerek paylaşmıştık.
Bir ülkenin adının Cumhuriyet olması yetmediği gibi (1917-1989 SSCB’deki cumhuriyet ifadesi gibi); anayasasının başında değiştirilemez madde olarak yer alması da (T.C. 1982 Anayasası 1.2.3.4.Madde) asla yetmeyecektir. Demokrasinin evrensel ilkelerle ve kanun ve nizamlarla tesis edilip, yine bağımsız ve güçlü yargı kuvveti ile korunan ve kuvvetler ayrılığı (Yasama, Yürütme ve Yargı) ilkesinin tam olarak çalıştığı yönetime biz “gerçek cumhuriyet ve özde demokrasi” diyebiliriz.
Gelişmiş batı ülkelerinde cumhuriyetle yani demokrasi ile idare edilen ülkelerde erkler yani kuvvetler ayrılığına azami dikkat edilmektedir. Gelişmemiş doğu toplumlarında ise yasama erki neredeyse tüm erkleri elinde tutmaktadır. Seçimle iş başına gelen hükümetler ve yöneticiler nerede ise yasama ve yürütme dışında yargıyı da tamamen baskı altında ve etkisinde tutmaktadır. Bu da seçmenlerin seçtiklerini denetleme ve şikâyet haklarını ortadan kaldırmaktadır. Sonuç olarak sözde demokrasi ortaya çıkarken gerçek monarşi veya oligarşi karakterli yapılar ortaya çıkmaktadır.
Bilim ve sanat alanında kısmen batı uygarlığını hedef almış ve bir düzey yakalamış olan Türkiye Cumhuriyeti’miz, demokrasi alanında maalesef önemli bir aşama kaydedememiştir. Coğrafi olarak her ne kadar Doğu ve Batı dünyası arasında geçiş ve köprü özelliği göstersek de; yönetim sistemimiz böyle bir geçişle tanımlanıp gerçek demokrasiye ulaşamayız.
Ülkemizde ve benzer coğrafyalarda yapılması gereken “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” ilkesidir. İnanç ve kültür farklılıklarını ayrılık değil, zenginlik göremezsek bunu asla başaramayız. Bir de “kutsal devlet” kavramını dayatmacı bir devlet olarak görüp sürdüremeyiz. Herkesin kendini Ülkemizde özgür ve değerli görüldüğü, en temel haklarını özgürce elde ettiği ve kuşaklarına aktardığı bir yönetim tarzı ancak demokrasimizi geliştirir. Baskıcı ve kanunsuz devlet asla kutsal devlet değildir.
Türkiye inanç temelinde İslamiyet’in adil ve hürriyetçi emirlerine aykırı da davranmamalı. Dinimiz inanç konusunda başlangıçta “dinde zorlama yoktur” ilkesini koyar. İnananlara getirdiği ilkeler ise sağlıklı birey, sağlıklı aile ve sağlıklı devlet yönetimleri için gerekli olan değerlerdir. Hz. Muhammet sav. Miladi 632 yılı Mart ayında gerçekleştirdiği Veda Haccı’nda Arafat’ta 124 bin kişiye “BÜTÜN İLKEL KURAL VE UYGULAMALARI KALDIRIP; EN TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİ” bildirmiştir.
Gerek değişik coğrafyalarda ve gerekse İslam coğrafyasında bu evrensel ilkeler uygulandığı dönemlerde barış ve refah gelişirken, uygulanmadığı dönemlerde ise çoğu zaman kaoslar, kötü idareler ortaya çıkmıştır.
Oysa dört büyük Halife seçimle işbaşına gelmiş ve şûra ile yönetimler gerçekleşmişti. Fakat kısa süre sonra tekrar bu evrensel ilkeler; ırkçılık, mezhepçilik ve grupçuluk gibi anti demokratik ve adaletsiz yönetimlere dönüşüverdi.
Bir gün Hazreti Hüseyin Kerbela’da muazzam bir konuşma yapmıştı; Oğlu Ali Ekber sordu: "Ey babam! Sizin sözleriniz bu güruha neden etki etmedi?" Hazreti Hüseyin ibretlik o cevabı verdi: "Çünkü onların karınları Yezid'in verdiği haram lokmalarla dolu!"
Kuran’ı Kerimde “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resûl’e itaat edin. Sizden olan (Müslim/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen) yöneticilere de (itaat edin). Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, şayet Allah’a ve Ahiret Günü'ne inanıyorsanız (o meseleyi çözmek için) Allah’a ve Resûl’e götürün. Bu, daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. Bu ayetin anlamı konusunda Yezit’in komutanı ile Hz. Hüseyin arasında şöyle bir konuşma geçer: Komutan S. Bin Ömer Kuran’da Allah cc. “Allah’a, Allah’ın peygamberine ve ulül-emre itaat ediniz!” diye emrediyor. Bugün emir sahibi Muaviye’nin oğlu Yezid’dir. Sen ona itaat etmemekle Cenab-ı Hakkın ve onun Peygamberinin emirlerine muhalefet ediyorsun. Buna binaen asi ve bağîsin. Şûrada ümmet huzurunda Yezid’e biat et.”
İmam Hüseyin şöyle cevap verdi: “-Ya Ömer, sen Kur’an’ın o ayetinin manasını işine geldiği gibi yorumluyorsun. O ayet Kur’an-ı Kerim’in Nisa Suresi’nin 59. ayetidir… Ayetin anlamı şudur: “Ey iman edenler, Allah’a itaat ediniz. Allah’ın Resulüne itaat ediniz. Ancak Allah’ın ve Resul’ünün emirlerine itaat eden ulûl-emre itaat ediniz.”
Üstat Bediuzzaman Said Nursi de bu bağlamda şu tespiti yaparak meseleye âdeta nokta kor: "İstibdat zulüm ve tahakkümdür, meşrûtiyet adalet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin (asm) emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir; biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere (asm) tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar, haydutturlar." (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 121)
İster batılı anlamda gerçek demokrasi, isterse doğulu anlamda cumhuriyet ve demokrasi birbiriyle çatışmaz. Çünkü temelinde evrensel insan hakları vardır. Kutsal olan devlet değil insandır. Osman Gazi’nin hocası Şeyh Edebalı “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” derken aynı zamanda sağlam bir Cihan Devleti’nin temellerinin atılmasına öncülük ediyordu.
***
RABAT’TA SON GÜN ve SON AKŞAM!
Geçen hafta yazımızda Rabat’ta Oudeyh Kalesinde Atlas Okyanusu ve Rabat’ı panoramik olarak seyrediyorduk. Kale’den inip o uçuk ve göz alıcı mavi ve beyaz boyalı evlerin avlu ve dış duvarları arasındaki dar sokaklardan Rabat’ın otantik mimarisinin korunduğu mahallelere girdim. Başlarında kırmızı fesleri, üstlerinde uzun cilbapları ile faslı erkeklere ve ara sıra yöresel elbiseleri ve mintanları ile Fas’lı kadınlara rastlıyordum ve onlara selam veriyordum. Onlar da bana güler yüzle “ahlen ve sahlen” diye karşılık veriyor yani “hoş geldiniz” diyorlardı.
Daha sonra ben Rabat’ta gezilecek çok güzel yerler keşfettim. Bunlardan bazıları şunlardır:
CHELLAH: Rabat’ın güneyinde yer alan Chellah ortaçağ kentidir. Dünya Kültür Mimari eserleri listesinde olan bu şehrin çevresindeki bahçe ve parklar da çok değerlidir.
HASSAN KULESİ: 1195 yılında Yakub El Mansur zamanında inşasına başlanmış ama bitirilememiş bir minaredir.1199 da Mansur ölünce 86 m. olarak planlanan kule 44 m. olarak kalmıştır.200 kadar sütun bulunan eserde cami de yarım kalmıştır.
V. MUHAMMET MOZOLESİ: Hassan Kulesinin yanında anıt mezar şeklindedir. Bu mozolenin yanında Fas kralı II. Hasan ve iki oğlunun da mezarları vardır.
ANDULÜSİAN (Endülüs) BAHÇELERİ: Fransızlar tarafından yapılan bu bahçelerde su ve kuş sesleri arasında doyumsuz bir vakit geçirdim.
Haftaya yeni diyar ve coğrafyalarda buluşuncaya değin, hoşça kalın, sağlıcakla kalın.
***
“Dikenden gül bitiren kışı da bahar hâline döndürür. Serviyi hür bir hâlde yücelten, kederi de sevinç hâline sokabilir.”
MEVLÂNA