Yılın bütün günlerini ayrı bir gün olarak değerlendirilse değerleri hatırlama adına önemli bir iş yapılmış olur. Yılın günlerinin belli adlarla anılması ancak onun gereğince hareket edilmesiyle önemlidir.
Günlerin belli bir adla anılması ve ad çerçevesinde etkinliklerin yapılması, insanları tüketici konumuna getiren bir kapitalist zihniyetin oluşması söz konusu olsa da önemlidir. Ama bu, her gün için aynı oranda gerçekleşmez. Öğretmenler günü, gaziler günü, yaşlılar günü, sevgililer günü, anneler günü, babalar günü aynı oranda ekonomik hareketliliği beraberinde getirmez.
Hangisi olursa olsun, esasen hangi günde o güne hasredilen değerin üzerinde duruluyorsa bu, sözde kalmamalı. Vaat edilenlerin fiiliyata geçirilmesi, sözlerin tutulması adına söylenen sözlerin, verilen vaatlerin takipçisi olunmalı.
Kasım ayının son haftası (24 Kasım dolayısıyla) ülkemizde öğretmenlerin durumlarının konuşulması kırk yıllık bir gelenektir. Aslında 24 Kasım Öğretmenler Günü kutlaması 12 Eylül Askeri Yönetiminin ihdas ettiği bir uygulamadır. Yoksa, Dünya Öğretmenler Günü UNESCO tarafından 5 Ekim’de kutlanır.
24 Kasım’ın Öğretmenler Günü olarak ilan ve tahsis edilmesi 12 Eylül ile başlar. Onların dayanağı da şudur: Türkiye’de 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı yasayla Latin tabanlı yeni Türk Alfabesine geçilmesinden sonra 24 Kasım 1928’de Millet Mektepleri açılarak okur yazar sayısının artırılması konusunda büyük bir seferberlik başlatıldı. Aynı tarihte Atatürk de Millet Mektepleri Başöğretmenliğine getirildi. 12 Eylül Askeri Yönetimi de bu günün Öğretmenler Günü olarak kutlanması yönünde gerekli yasal düzenlemeleri gerçekleştirdi. 24 Kasım, 1981 yılından beri ülkemizde Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır.
Değerler eğitimi
Öğretmenlik bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de saygıdeğer mesleklerden biridir. Bunun saygıdeğer oluşu ve derecesi elbette görece bir durumdur. Öğretmenlik mesleğinin saygıdeğer oluşunun elbette bilgiye, ilme, değerlere kıymet verilmesi, bilenin az olması, bilginin öteden beri kutsanmış olmasıyla da bir ilgisi vardır. Meseleye bizim kültürümüz açısından baktığımızda dinimizin ilk emrinin “Oku!” olması okuyan insanlara değer vermede etkilidir. Az bulunan şey kıymetlidir, o çoğalırsa kıymeti azalır.
Toplumun istikamet üzere olmasını sağlamak için değerler eğitimine ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç bugün, dünden fazladır.
Tarihin hangi döneminde olursa olsun, toplumun önde gelenleri, kanaat önderleri, nesillerin gitgide bozulmasından hep şikâyet etmişlerdir. Bu şikayetlerinde elbette haklıdırlar. Neden haklılar? Nesiller gitgide bozulmuş, insanlar doğruluktan, haktan, hakikatten sapmış ki onlara “istikamet üzere” olmaları için peygamberler gönderilmiş. Peygamberler, halktan herhangi bir ücret, bedel almaksızın insanları, beldelerin halkını hak ve hakikate, doğru istikamete çağırmışlardır. İnsanlar, nefsinin azgınlıklarına mahkûm olan insanlar, ekseriyetle o peygamberleri yalanlamış, o kıymetlerin kıymetini idrak edememişlerdir. Ama peygamberler, azgın ve zalim insanların her türlü tehdit ve zulümlerinden korkmadan, çekinmeden kendilerine Yüce Mevlâ tarafından tevdi edilen bu ulvi vazifeyi ifa etmişlerdir.
Âlimler, bilginler, öğretmenler bu bağlamda “peygamberlerin varisleri”dir. Çünkü her peygamber aynı zamanda çağının, devrinin muallimi, öğretmeni idi. Toplumunun bilmediği bilgileri onlara öğretiyordu. O güne kadar uygulanagelen yanlışları ortadan kaldırıyordu. Bu anlamıyla peygamberler, toplumların bozulan sistemlerini düzene koyan önemli beyin yapıcılarıdır.
Peygamberlerden sonra bu var olan bilgiyi nesilden nesillere aktarma, öğretme işini öğretmenler devralmıştır. Peygamberler hayatta iken onların -bir bakıma öğrencileri olan- birinci halka inananları bu işi üstlenmişlerdir. Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi vesellem) “Suffa Ashabı” olarak anılan sahabeleri buna örnektir.
Bugün değerler eğitimi belli bir program dahilinde okullarda verilmektedir. Okullarda verilen derler çerçevesinde ders konuları paralelinde öğrencilere adalet, ahlak, aile, doğruluk, dürüstlük, yardımseverlik, alçakgönüllülük, inanç ve ibadet, iktisat, kanaat, şükür, sabır, saygı, sevgi, hoşgörü gibi değerlerin kazandırılması hedeflenmektedir.
Hâl dili yoksa yeni hâl muhal
Değerlerin öğrencilere kazandırılması elbette o dersi veren öğretmenler tarafından sağlanacaktır. Değerleri yaşamayan öğretmenlerin bu değerleri öğrenciye kazandırmada ne derece etkili olacağı tartışma götüren bir durumdur. Çünkü değerleri yaşamayan öğretmenin dili ile davranışları arasında çelişki meydana gelecek, bu çelişki de değerlerin öğrenciler nazarında değersiz görülmesine sebep olacaktır.
Hayatının eksenine adaleti yerleştirmeyen bir öğretmen, derslerinde adaleti, adil davranmayı nasıl anlatacak. Başkasının hakkına girmeyi kendine hak bilen bir eğitimci öğrencilere nasıl anlatabilir hakkı hukuku? Mesleki kariyerine katkı sağlayacağı düşüncesiyle beraber çalıştığı bir iş arkadaşına iftira atılmasına sevinen, hatta onun yaygınlaşması için var gücüyle hareket eden bir öğretmen, idareci gençlere hangi değeri verecektir?
Ahlakın en temel ve genel ilkesi, “Sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma!”dır. Şimdi atılan iftiralar, yapılan hukuksuzluklar çerçevesinde işinden, aşından, o çok sevdiği mesleğinden edilmiş on binlerce öğretmenin bu hâline alkış tutanlar hangi ahlaki değeri öğrencilere verebilecektir? Anlattıkları öğrencilerin davranışlarında ne kadar makes bulacaktır? Hukuksuzluğu, yalancılığı, iftira atmayı bugün alkışlayanlar, benzer durumla karşı karşı gelirlerse üzülmelerine bile hakları var mıdır? Çünkü başkasının acı çekmesine, üzülmesine, işinden, aşından edilmesine sevinen kişide ahlaki değerden bahsedilemez. Bir Türkmen atasözünde “Sığırın boynuzuna vursan dağdaki geyiğin bedeni sızlar.” denir. Bu ne demek biliyor musunuz? Bu, esasen Tolystoy’un “Bir insan acı duyarsa canlıdır. Başkasının acısını duyarsa insandır.” sözünün Türkmen halkı tarafından söylenmiş başka bir biçimidir. Belki de Tolstoy da o kültürden esinlenerek böyle bir cümle kurdu.
İnsan, ahlaklı, hakikatli, adil, doğru ve dürüst ise, böyle olduğunu iddia ediyorsa o zaman “Kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapmayacaktır.” Bundan ötesi laf ü güzaftır.
Toplumun önemli kurumlarından biridir aile. Ailenin birlik ve beraberliği, bütünlüğü toplum sağlığı için oldukça önemlidir. Bugün çocukların anne babasında ayrı kalmasına, hatta onların güneş görmez ortamlarda çocukluklarına yaşamak zorunda bırakılmasına sebep olanların ailenin içine fitne sokanların, bu fitne sebebiyle türlü yuvaların yıkılmasına sebep olanların hangi aile değerlerinden bahsedebilir ki? Yaldızlı sözleri bir saman alevinden öteye geçmez, o saman alevleri de aile kurumunu çoktan yakıp yıktı zaten.
Kadrolar boşalsın da oralara ben yerleşeyim düşüncesi tam bir gaddarlıktır, zulümdür, zulme çanak tutmak ve onu alkışlamaktır. Kul hakkının kurumsal düzeyde yenmesinden başka bir şey değildir. Kul hakkını yemek ahlaki midir, doğru mudur, dürüstlük müdür? Vatana ve millete, gençliğe hizmet midir? Böyle düşünenlerin hangi değerleri gençliğe kazandırması söz konusu olabilir ki?
Öğretmenler günü
On binlerce öğretmenin o çok sevdikleri ve severek yaptıkları için de başarı oldukları öğretmenlik mesleğinden uzak oluşları karşısında acı duymayan, üzüntü duymayan insanların bu mesleği sevip sevmedikleri konusunda ciddi şüphe duyarım. Çünkü değerleri yaşamayan öğretmen, öğrencilerine değer aşılayamaz, onlara o değer konusunda örnek ve önder olamaz.
Öğretmenliği salt bir geçim kaynağı, hayatını idame ettirmede bir vasıta olarak görenler, ders programlarında, yönetmeliklerde belirtilen her şeyi noktasına virgülüne anlatabilirler. Ama etkili olamazlar.
Öğretmenliği kutsi bir vazife bilenlerin hali bir başka oluyor, yetiştirdikleri öğrencileri de öyle. Hangi öğretmenimiz, bu güzel mesleğini icra ederken merhum Nurettin Topçu’nun davranışı ile hareket etmektedir? Vardır belki ama ne kadarı? Doktorasını Sorbon’da yapmış bir akademisyen olmasına rağmen, devrin ceberutları tarafından üniversitede ders vermesi engellenen merhum Nurettin Topçu ne güzel der: “Kırk sene öğretmenlik yaptım, mabede (camiye) nasıl girdimse sınıfa da öyle girdim.”
Öğretmenler o güzel mesleği icra ederken her türlü siyasi anlayışlardan uzak, değerler merkezli olarak hareket etmelidirler. Bunu başarabildikleri oranda mesleğin hakkını vermiş olurlar. Mesleğini değerlerden uzak, başka mihver etrafında şekillendiren öğretmenler, o mesleğin itibarsızlaştırılmasına en büyük darbeyi vurmuş demektir. Onların onun mesuliyeti altındadırlar ama ne yazık ki farkında değillerdir.
Değerlerin değerini bilmek gerek
Öğretmenlik mesleğini bugün icra etmekte olanların bunun kıymetini ne kadar bildikleri konusunda kendilerini bir iç sorgudan geçirmeleri gerekir. Çünkü giden yıllar, imkânlar geri gelmiyor.
İmkânlarının kıymetini bilmek gibi bir zenginlik yoktur. İki Cihan Güneşi (sallallahu aleyhi vesellem) buyuruyor: “Beş şey gelmeden evvel şu beş şeyi ganimet bilip değerlendir: İhtiyarlık gelip çatmadan evvel gençliğin, hastalıktan evvel sıhhatin, fakir düşmeden evvel varlıklı olmanın, meşguliyetten evvel boş zamanın ve ölüm gelmeden evvel hayatın kıymetini bil, bunların hakkını ver!” (Hâkim, Müstedrek)
Öğretmenler de bir değerdir. Onların kıymetini bilmemiz lazım. Öğretmenlerin kıymeti ne sadece sözle alkışlamak ne de “al gözün doysun dercesine maddi desteklerde bulunmaktır. Maddi imkanları güzel sözlerle takdim etmektir. Onların özlük haklarını iyileştirmektir. Bir yandan vazifesini doğru yapıp yapmadığına kontrol etmek diğer yandan da vazifesini hakkıyla yapanlara gerekli ödüllendirmelerde bulunmaktır. Onlar ödül istemese de yaptıkların işleri takip edip güzle iş ve davranışları görülünce maddi ve manevi açıdan ödüllendirmek gerek. Yoksa sadece “Öğretmenlik yan gelip yatma yeri değildir.” anlayışıyla hareket edip onun maaşını ekonomiye yük olarak görmek çok büyük bir yanlışlıktır. Konuyla ilgili olarak Anton Çehov’un şu sözü unutulmamalı: “Öğretmenler için kimseye sağlanmayan olanakları oluşturmak zorundayız. Bunu da bir an önce yapmalıyız. Çünkü halk, her yönden yeterli bir eğitim görmezse, devlet, yeterince pişirilmemiş tuğlalardan örülen bir ev gibi çöküverir. Öğretmen, bir sanatçı gibi işine büyük bir tutkuyla âşık olmalıdır.”
Öğretmen hem hak yememeli hem de hakkını yedirmemeli. Hakkını aramalı yani. Hakkını arama noktasında da öğrencilerine öncülük etmelidir. Çünkü hakkını aramak, hakkını yedirmemek de bir değerdir. Hukuk içerisinde yaşamak herkesin hakkıdır.
Öğretmen okumalı, mesleğinin en ince ayrıntılarını bilmeli. Okumalı ama sürekli okumalıdır. Derslerine hazırlıklı olarak gitmelidir. Kendisi okumayan öğretmenin öğrencisine okuma alışkanlığı kazandırması imkân ve ihtimal var mı? Bir saat dersi için en az iki saat hazırlanmayan öğretmenin dersinin hakkını vermesine ihtimal var mı? Elbette bu, her ders saati için geçerli olmayabilir. Öğretmen kendi adına böyle hazırlık yaparken onu hayat şartlarının altında ezilmesine meydan vermemek de idarecinin işi. Öğretmen, sınıfında dersini ve öğrencisini düşünmelidir, evinin kirasını, faturalarını değil!..
En güzel hediye
Bugün kısmen konuşulan haksızlıkların giderilmesi, hukuk çerçevesinde işlerin yürütülmesinin istenmesi, adaletin, hukukun sağlanması hususunda görüşler ileri sürenlerin öncelikle haklarını yenmiş öğretmenlere haklarını iade etmeleridir. Öğretmenler Günü vesilesiyle öğretmenlere verilebilecek en güzel hediye budur.
Dileğim, kalmasın bu dünyada hiçbir mahzun öğretmen ve hiçbir kederli gönül. Herkes en başta insani değerler çerçevesinde hareket etsin, hiç kimse şu üç günlük dünyayı azap içinde geçirmesin!
FOTO GALERİ
ÇOK OKUNANLAR
-
02 Cami imamı ve müezzin darp edildi
-
03 Okan Buruk: "Golü Yiğit'e armağan ediyoruz"
-
04 Ihlamur fiyatını ikiye katladı
-
05 Bolu Dağı Tüneli ulaşıma kapandı
-
06 Kayıp olarak aranan fenomen ölü bulundu
-
07 Sokak ortasında bıçaklanan genç ağır yaralandı
-
08 Bolu Dağı’nda kar yağışı etkili oluyor
-
09 Stanimir Stoilov: “Bizim adımıza önemli bir galibiyet”