|   | 
  • Cevahir Kadri

    Deprem Görmüş İhtiyar Kitaplar

    Siyasi çalkantılar koridorlarından geçen Türkiye, geçen hafta, “asrın felaketi” olarak nitelenen elim bir olayla, peş peşe yaşanan iki büyük depremle sarsıldı. Maddi etkisi ve yıkımı on ilimizi; Kahramanmaraş, Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Hatay'ı kapsayan ama manevi, ruhi ve duygu etkisi bakımından bütün dünyayı etkileyen bu depremler, yüz binlerce evin, binanın yıkılmasına, on binlerce insanımızın göçük altında kalarak can vermesine sebep oldu. Cansız bedenlerine ulaşılan kişi sayısı yazının yazıldığı saatlerde 43 bin 556 olarak açıklanmıştı. Enkaz kaldırma çalışmaları devam ettiği için bu sayının artma ihtimali çok yüksek.  Ne acı bir tablo ki insan, sadece bir sayıdan ibaret, mezar taşında bile ismine yer verilemeyen… Bu yıkımda vefat edip giden canlara Allah’tan rahmet; yaralılara acil ve kâmil şifalar, imkânlarını ve mekânlarını kaybetmiş olanlara da imkân ve hayırlı mekân vermesini dilerim.

     

    Binaların yıkılmasıyla giden sadece can ve mal olmuyor. Ömürler, hayatlar, hafızalar, anılar, yaşanmışlıklar, umutlar, planlar ve hayaller de enkaz altında kalıyor giden canlarla birlikte.

     

    Depremin yıkıcı etkisiyle göçük altında canların yanı sıra canların yongası mallar, malların içerisinde öyle kıymetli olanları var ki ona mal muamelesi yapmak ve öyle değerlendirmek de doğru değil aslında. Nelerden mi bahsediyorum? Tabii ki her bireri bize apayrı dünyalar sunan, bizi bizden çekip muhayyel bir âleme seyahate çağıran, alıp götüren kitaplardan bahsediyorum.

     

    Depremin yıkıcılığının birçok kişide kalıcı hasarlar bıraktığı; canların, çocukların, gençlerin, gelinlerin, yaşlıların, anaların babaların, bacıların, engellilerin, engelsizlerin hasılı bunca insanın çaresiz bir şekilde bu dünyaya veda ettiği bir zamanda, siz de neden, nelerden bahsediyorsunuz, diyebilirsiniz. Bunda haklı da olabilirsiniz. Lakin her bireri bir can olan kitaplar insanın ruhundan, zihninden, dimağından süzülüp hayal ve hakikat ırmaklarında çoğalır ve düşünce çağlayanı olarak dünyamıza akıp durur. Öyle değil mi yoksa? Her insan bir âlemdir, her biri muhayyel bir âlem olan kitabın da bir insandan, bir candan farkı yoktur. Kitaplar ki insanın dil/söz evladından başka nedir ki?..

     

    Üstat Bediuzzaman Said Nursi “Harb-i umumî’yi [1.Dünya Savaşı] gören ihtiyardır.” der. Ülkenin bilhassa son on yılda yaşadıklarını ve yazıya konu şu depremi görenler/yaşayanlar için de aynı hükmü vermek pekâlâ mümkün.

     

    Deprem bölgesinde yıkılan binaların, apartmanların enkazları altında on binlerce insan can vererek şehit oldular. Göçüklerin altından kendi imkânlarıyla veya arama kurtarma ekiplerinin özverili çalışmaları sayesinde kurtulup hayatta kalmış olanlar, bu kez de hayat mücadelesinin zorlukları ile başa çıkmak zorundalar. Üstat Sezai Karakoç’un hâl ve vaziyetimizi çok güzel anlatan “Giden gidecek yer buluyor da,/ Kalan kime sığınsın?” dizeleri daha da anlamlıdır bugün!..

     

    İkamet ettiğim il/yer itibariyle yaşanan bu felaketin fiziki olarak çok uzağındayım. Ama bütün kalbim ve ruhumla, duygularım ve aklımla oralardayım; ne kadar olabilirim o da ayrı bir mesele!..

     

    Gerek arama kurtarma ekiplerinin gerek o bölgeden haberler geçen gazetecilerin gerekse halkın dikkatlerini çekip sosyal medyada paylaştığı fotoğraflara bakılırsa göçük altında kalan, beton, demir, tuğla vb. birçok katı maddenin ağırlığı altında ezilmiş, parçalanmış, sayfaları yırtılmış, dağılmış, hâli içler acısı kitaplar var. Bazı apartmanların enkazında çokça kitaba rastlanmış. Nasıl rastlanmasın ki kitaplar ormanının müdavimi ve sakini üç yazar can vermiş o binanın göçükleri altında, hem de kitaplarıyla birlikte. Onları da rahmetle anıyorum.

     

    Toza toprağa, taşa, beton yığınlarına karışmış kitapların içerikleri birbirinden çok farklı, isimleri de bağlam olarak yaşanan hâlden çok uzak. Ama o kitapların isimleri, yaşanan bu elim hadiseyle birlikte düşünülünce onların depremle ilişkisinden yepyeni, ayrı bir anlam ortaya çıkıyor.

     

    Fotoğraflara yansımayan daha nice kitap vardır göçükler altında kim bilir!..  Yüreği dertle engin, mahzun yürekli bir şair Bülent Gündoğan da “fotoğraflara diziyorlar bizi” demişti, Asya’nın bağrında, bağırlarından ve sırtlarından hançerlenen Uygur kardeşlerimizin sesi olmaya çalıştığı şiirinde. Onlar da vahşilerin, yamyamların, insanlıktan nasibini almamışların zulümlerine maruz kalmışlardı. Hangi acı diğerinden daha ağırdır; acılar, acılarla tartılabilir mi ki?

     

    Onu diyordum, binalarla birlikte yıkılan kitaplar var. Göçük altındaki hâlleriyle fotoğraf karelerine giren o kitapların isimlerini ve deprem bağlamında verdiği mesajları yeniden alımlama ile ortaya koyalım şimdi de. Bizi, önce Goethe’nin “Genç Werther’in Acıları”ndan satırları çizilmiş buruşuk bir sayfa karşılıyor. Altı çizili satırda yazılanlar: “İnsanoğlu böyle geçicidir. Kendi varlığına en çok inandığı, sevdiklerinin anılarında ve kalplerinde derin izler bıraktığını sandığı yerlerde bile, hızla silinip gider.”. Sizce de anlamlı değil mi?

     

    Tolga Çağlayan’nın bir kitabı: “Bir Ölü Yedi Mezar”. Gazeteci Barış Yarkadaş’ın, Ana Muhalefet Lideri Kılıçdaroğlu’nun geçtiğimiz yıllarda Ankara’dan İstanbul’a yaptığı adalet yürüyüşünü anlattığı kitap: “Adalet”. Bir başka levhada ise bir kitabın sayfasında yer verilmiş bir ayet-i kerime, varlığıyla hepten, apaçık bir ikaz: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 56)

     

    Bir başka karede ise yaprakları tomar tomar olmuş bir kitabın sayfasından cevaplanası bir cümlesi: “Dünya mı, Ahiret mi?”. Pozu, dozu ve kozu ile bağlam kelimelere yeni anlamlar yükler, bunu görüyoruz. Yazar Ece Temelkuran’ın, ismi depremle birlikte cinaslı hâle gelmiş bir kitabı: “Devir”. Depremin; binaları, insanları, varlıkları devirmesi yıkması bir yanda, aynı kelimenin zaman, dönem, çağ vb. anlamları taşıması diğer yanda.

     

    Gerek göçük altında kalanlara gerekse bu acılara şahit olanlara âdeta umut ve dayanma kuvvet serinliği üfleyen, Necla Güven’in bir kitabının kapağı: “Dayan Kalbim”.  Aynı şekilde, yazar Ahmet Akay Azak’a ait bir başka kitap: “Hayata Gülümse”. Bir oyuncak bebek ve yanında, belki de okumaktan yıpranmış, gençlik yıllarımızın romanlarından biri, Ahmet Günbay Yıldız’a ait: “Çiçekler Susayınca”. Bir de konum atarcasına durumunu bildiren bir kitap: Buradayım, Clelie Avit’in bir romanı. Kitabın arka kapak yazısı da ilginç: “Başımı çevirmek ve gözlerimi açmak istiyorum. Elsa bir tırmanış esnasında geçirdiği kaza yüzünden beş aydır komadadır. Uyanacağına dair tüm ümitlerini yitiren ailesi ve doktorları yaşam destek ünitesinin fişini çekmenin zamanının geldiğini düşünür. Ama bilmedikleri bir şey vardır: Bilincini kısmen geri kazanan Elsa etrafındaki sesleri duyabilmektedir. Ne var ki onlara hâlâ orada olduğunu söylemesinin bir yolu yoktur.”

     

    Bir okur da annesinin fotoğrafını kitap ayracı yapmış. Kitap, “Sultan Dördüncü Murat Han”ın hayatını anlatıyor, fotoğraftan kitabın hangi yazara ait olduğu belli değil. Okunan ve işaretlenen sol sayfada Hafız Paşa’nın bir dizesi: “Aldı etrâfı adû imdâda asker yok mudur / Din yolunda baş verir bir merd-i server yok mudur”. Bir başka karede ise yıkılmış duvarın üzerine konmuş bir dergi/bülten: “İnşaat”. Fotoğraftan, eserin hangi kuruma ait olduğu bilinmiyor.

     

    En çok paylaşılan, kitaplı karelerden biri: “ENKAZ Altındakiler”. Yazar Beyza Alkoç imzalı kitabın ismini ve şu an bulunduğu mekânı birlikte düşününce çok farklı ve anlamlı çağrışımlar söz konusu. Kitabın iç kapaklarında iki ayrı cümle: “Sen de enkaz altındasın, farkında değil misin?", “Her zaman umut vardır. Hiç umut kalmadığında bile.”. Yıkıntılar arasından ses veren kitaplardan bir diğeri, Dostoyevski’ye ait “Ezilenler”, Dünya Klasikleri’nden bir kitap. Bir de Şükrü Erbaş’ın bir şiir kitabı: “İnsanın Acısını İnsan Alır”. Yıkıntılar arasında bir saat, 04.19’u gösterirken durmuş. Hemen arkasında, hâlimizi özetlercesine bir kitap, Uğur Dündar’a ait: “Vah Ülkem Vah!”.

     

    Bir başka karede ise balkon ya da kiriş olabilir, kitapları üst üste yığmışlar, o kirişin ya da kat betonunun altından belli ki can kurtarmışlar. Kitaplar da can kurtarıyor demek ki! Kurtarmıyor muydu zaten? Dikkat çeken bir başka karede ise “Helaller ve Haramlar” var, Hayreddin Karaman’ın kitabı. Hani bugünlerde “Böyle zelzele olmaz bu bir küçük kıyamet/ Günahımız çok bizim Rabbim bağışla affet” diye şiir yazan yazar. Bir başka fotoğrafta ise “Fosil Kitabevi” levhasını görüyoruz yıkıntılar arasında. “Türk Edebiyatı” dergisinin bir sayısı da göçük altında görülebilenlerden. Aynı binanın yıkıntıları arasında üst üste yığılmış ne çok kitap var, hüznümüz katlandıkça katlanıyor. Her kitap, bir candır çünkü!..

     

    Bir başka karede ise bu depremde vefat eden merhum Recep Şükrü Güngör Bey’in “Kayıp Kahramanlar” ve “Yüksek Uçuş” kitaplarını; Mustafa Kutlu’nun “Tarla Kuşunun Sesi”ni, merhum Cahit Zarifoğlu’nun “Şiirler”ini bir arada görüyoruz. Yine enkazla birlikte daha anlamlı hâl almış bir kitap ismi: “Kayıp Şehir”, Gülşen Gazel’e ait. Bir başka kitap da Diyanet İşleri Başkanlığı yayını: “Kul Hakkını Gözetmek”, Mehmet Zeki Aydın Hoca’nın kitabı. Livaneli’nin “Araf’ta Bir Çocuk” kitabı da depremzedeler arasında. Ve üç kitap, üçü de Dünya Klasikleri’nden: “Sefiller” (Victor Hugo), “Yüzbaşının Kızı” (Aleksandr Puşkin) ve “Robinson Crusoe” (Daniel Defoe).

     

    “Siyer Dersleri (Medine Dönemi)”, Malatya BBY Kültür Hizmetleri Yayını. Muhtemelen şehirde verilen seri konferansların kitaplaştırılmış şekli. Bir başka anlamlı kitap, İmam Gazali’den: “Ölüm ve Ölüm Ötesi Hayat, Kıyamet ve Ahiret”. Ahiret hayatına varmazdan evvel dünya durağındayız; dünya durağından ses verir şair Ümit Yaşar. Dünyada yaşamak istediğini söyler “Ölümlü Dünya” şiirinde, yıkıntılar arasından durumu, konumu anlatır gibidir: “Ben yaşamak istiyorum/ Gencim daha/ Söyleyecek çok şeylerim var/ İnsanlara ve Allah’a”

     

    Attila İlhan’ın “Pia” şiiri, hangi şiirsel elin tuttuğu kalemden çıkmış bilinmez, ama tükenmez kalemle tebyiz edilmiş, çoğaltılmıştır. Arka planda ise “Yezidin Kızı” var, memleket ve gurbet hikâyeleriyle tanıdığımız Refik Halit Karay’a ait bir roman. Bir de umut yüklü bir mesaj karşılar tuğlalar, beton kırıkları arasında Mehmet Akif Can’a ait “Beni Uçarken Vursunlar” kitabının imza sayfasında: “Umut varsa gelecek de vardır.”. Umut da var, gelecek de; ama nasip kime, bilinmez!

     

    Şair Yılmaz Odabaş da hayatta kalan depremzedelerin deprem sonrası hâllerini anlatır gibidir, göçük altından kendini kurtarmış “Yurtsuz Şiirler” şiir kitabı ile. Sonra kartondan kolinin içerisinde sıralanmış üç güzel kitap: Fransız düşünce insanı Garaudy’nin “Yobazlık”, Abdullah Harmancı’nın “Seni Ne İhtiyarlattı?” ve Emine Şeceroviç’in “Kurşunların Rengini Yıldızlarla Değiştirdim” adlı eserleri.

     

    Depremi görüp yaşayan, elbette sadece bu kitaplar değil. Bunlar yıkılan binaların önünden geçenlerin dikkatlerine takılanlardan bazıları. Hepsinin fotoğraflanmasına imkân da yok. Bu kitaplarla aynı kaderi paylaşan diğer kitaplar da kendilerini çok seven sahiplerinden ayrılar şimdi. İşte gidiyorum bir veda bile edemeden diyorlar, merhum sanatçı Kazım Koyuncu gibi: “İşte gidiyorum, bir şey demeden/ Arkamı dönmeden, şikâyet etmeden/ Hiçbir şey almadan, bir şey vermeden/ Yol ayrılmış, görmeden, gidiyorum.”

     

    Yol var, yolcu var, yolculuk var? Öyleyse Yunus gibi diyelim: “Biz dünyadan gider olduk/ Kalanlara selam olsun!”

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.