|   | 
  • Nurettin Bilgen

    DÜĞÜNLERİMİZ, TOYLARIMIZ FELAKETİMİZ OLMASIN

    Selamların en güzeliyle! Sevgili dostlarım, çocuklarımız bizim en değerli varlıklarımızdır. Onların Allah’ın bize bahşettiği en değerli birer emanet ve varlık oldukları bilinciyle; sahip olduğumuz maddi ve manevi medeniyetimizin geleceğini devralacak, gelecek kuşaklarımız olarak bilgili ve kültürlü olarak yetiştirmeliyiz, yetişmelerini sağlamalıyız. Hele, çocuklarımız ile aramızdaki manevi bağı asla maddi bir bağ düzeyine indirgemeden sevgi, ilgi, şefkat ve dayanışmacı bir tavırla onları kucaklamalıyız. Yeni doğan bir bebek evlerimizin ışığıdır, neşesidir; onu asla külfet olarak görmemeliyiz. Onları mikroplardan koruduğumuz kadar sevgi ve şefkatle büyütmeliyiz.

    Büyüyüp serpilip gelişen evlatlarımıza sevgi yumağı ile geleceğe hazırlarken; maddi ihtiyaçları kadar onların manevi ihtiyaçlarını da düşünüp, bilgi saygı görgü gibi donanımları anlayış hoşgörü ve isteklilik esasına göre onlara vermeliyiz.

    Asla şiddet ve baskı olmamalı.  Onlar bizim için henüz yazılmamış birer beyaz sayfadır, birer temiz kanaviçedir, üzerine nakış olarak neler koyarsanız o yansır anne baba ve kardeşlerine çevresine, arkadaşlarına. Konuşurken onları asla susturmamalıyız. Onları iyice dinlemeli ve anlamalıyız.

    Bugün size okul çağlarını geçmiş, büyümüş, aileden ayrılmaya ve yeni bir yuva kurmaya karar vermiş gençlerimizin en sevinçli ve mutlu günleri olan düğün dernek ve toylarının yani en mutlu günlerinin acı ve felaketle sonlanmaması konusunda duracağım.

    Eski zamanki düğünler şimdiki düğünlere göre daha uzun sürerdi. Haftalar öncesinden pazar alışverişleri yapılır. Erkek tarafında ev işleri, kız tarafında çeyiz hazırlıkları hep imece usulü ile bir araya gelerek karşılıksız yapılırdı. Bütün hazırlıklar tamamlanınca düğün evine bayrak dikme töreni yapılır, uzunca bir sırığın ucuna elma, limon vb. konup bayrak bağlanır ve silah atışları ile bayrak dikme töreni icra edilirdi. Hâlen Anadolu’da bu gelenek kısmen de olsa vardır. Ancak silah atışlarının kontrolsüzlüğü ve yarattığı hengâme ve kargaşada birçok kişi yaralanırken birçok kişi de hayatını yitirmektedir. Tıpkı maçlardan sonra şehirlerde, stat çevrelerinde ve yerleşim alanlarında havaya atılan maganda kurşunları ile yitip giden masum canlar gibi. Günümüzde bu âdet azalsa da yine çok dikkat etmeliyiz.

    Hatıralardan

    Henüz ilkokula bile gitmiyordum, Köyümüzde bir hemşerimizin oğlunun düğünü vardı. Cuma günü silah atışları eşliğinde erkek tarafının evinin damına bayrak dikildi. Ardından keşkeklik buğday çuvalını sırtlayan gençler hep birlikte dibek başına gidip orada “soka” adı verilen ağaçtan yapılmış sopalarla buğdayı bir güzel dövdüler. Birinci akşam kız evinde, ikinci akşam ise erkek evinde tüm köylüye, gündüzde akraba ve komşu köyden gelenlere ziyafetler çekildi.İkinci günü kına eğlencesi yapıldı, üçüncü gün öğle namazının ardından hepimiz traktörlerin römorklarına ve jeeplere doluştuk (Henüz köyde taksi yoktu, gelin arabası da yeşil renkli IYILLYIZ marka bir jeepti). Vasıta az,insan ise çok fazlaydı. O yüzden âdeta balık istifi olmuştuk araçlarda. En önde damat, damadın yakın akrabaları ile bayrağı taşıyan köyün bekçisinin de bulunduğu traktör ve gelin arabası vardı. Ardında diğer traktörler geliyordu.

    Gelin alımı için komşu köye gittik. Orada da düğün çalgıcılarının aşkla çaldığı dümbelek, davul,zurna ve cümbüşler eşliğinde karşılandık. Ev sahibinin ikramlarının ardından Gençlerin özel istekleri olarak sadece onlara alkollü içecekler dağıtıldı. Bir ara iki köyün gençleri arasında gurur yapılan bir meselede kavga ve arbede çıktı. Olay büyüklerin araya girmesi ile fazla hasar vermeden atlatıldı. Ardından yöresel kıyafetlerle giydirilen gelin, ailesine veda etti ve arabaya bindirildi. Korna seslerinin birbirine karıştığı noktada düğün alayı yola koyuldu. O yıllarda köy yolları toprak ve şoseydi. Dar, dik veya çok eğimli yollarda toz havaya kalkar, göz gözü görmezdi.

    Komşu köy ile bizim köy arası 10 km. kadardı, kendi köyümüze yaklaşılan dik bir noktada keskin bir virajda traktör virajı alamayarak devrildi. O traktörün römorkunda olan dört vatandaşımız hayatını kaybetti. Yaralı kurtulan babamın da kaburgaları kırılmıştı.

    Dostlar, tatlı başlayan düğünümüz felaketle bitmişti; “Onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine!” diyemedik. Yıllardır dünyada ve ülkemizde bu tür dikkatsizliklerle kazalarda ve kaoslarda nice canlar yitip gittiler.Bu yazımdaki bu hatıramı düğünlerimizin yoğunlaştığı şu yaz günlerinde canlarımızı, evlatlarımızı trafik canavarına ve maganda kurşununa kurban vermeyelim diye paylaştım.

     Evlatlarımız, siz anne babalar ve tüm insanlar mutlu olsun… Allah evlatlarınızın acısını göstermesin hepsinin mürüvvetlerini göresiniz.

    ****
    Azerbaycan yolcuğumuz devam ediyor

    Bakü’ye ve Bakü’nün candan dostlarına veda edip yola koyulalı birkaç saat olmuştu. Mingeçevir Ovası’ndan batıya doğru yola devam ederken düz bir ovada yol alıyorduk ki karşımıza bir ırmak üzerindeki büyük bir köprü çıktı. Köprünün girişinde “Kür Çay”ı yazısının bulunduğu bir levha vardı. Bu ırmak Türkiye’den gelen Kura ÇayıileAras çaylarının Azerbaycan’da birleşmesiyle oluşan ırmaktı.

    Irmak kenarındaki dinlenme tesislerinde mola verdik. Demlikle çayın yanında çikolata, şeker ve lokum ikramının yapıldığı tabaklar çok hoş bir ortam oluşturmuştu. Güzelce dinlenip tekrar yola koyulduk. Lenkeran‘a geldiğimizde akşam olmuştu. Lenkeran’ın girişinde kaldırıma yaklaşıp bir yayaya konaklamak için bir otel sordum “Herdekikuruğu geç (Şurdaki kavşağı geç) alnından (doğru) devam et, orada sağda var.” dedi.Tarif edilen yere gidip konaklamak için yerleştik. Çok yorulmuştuk ama restoran kısmına geçip “yöresel ne varsa” dedik. Siyah havyar ve mersinbalığı var, dediler. Azerbaycan siyah havyar üretiminde dünyada ilk sırada geliyordu. Gerçekten de burada yediğimiz Hazar Denizi’nden tutulan mersin balığının tadını hiçbir yerde bulamazdık. İçtiğimiz çayların ve acı kahvelerin ardından odalarımıza çekilip uyuduk.

    Sabah gün doğmadan önce, Kemal’e seslenerek“Haydi kalk, ikimiz Hazar kıyısına gideceğiz.” dedim. O da ben de hazırlandık, fotoğraf makinemizi de yanımıza aldık, yaya olarak Hazar Denizi’ne doğru yürümeye başladık. Evlerin arasından çıkıp tren yoluna ulaşınca Hazar Denizi’ni ve ağaran tan yerini çok güzel görmüştük. Yola devam ettik ve biraz sonra sahile geldik. Muhteşem manzarası ile dünyanın en büyük gölü olan, bu nedenle Hazar Denizi de denen denizin kıyısında idik.

    Henüz güneş doğmamıştı ama ufuk kızıllığın ardından iyice ağarmıştı. O heyecan ve sevinçle epeyce fotoğraf çekmiştim. Denizin bir miktar içinde tekne ve içindeki sahibi de çok güzel ve nefis bir manzara oluşturmuştu. Derken güneş yavaştan parladı ve yavaşça yükselmeye başladı ben yine fotoğraf çekiyordum ki ilerde balık tutan tekne ve sahibi hızla bize doğru geldi “Kardeşler ne isteyrsingiz?” dedi. Biz de “Biz misafiriz bir şey istemiyoruz.” dedik. O da rahat bir soluk aldı “Ben de sizi beni gözetleyrsingiz diye düşünüp korkmuştum.” dedi. Biz de gülüştük sonra tekneyi ben rica ettim, onlar da Hazar Denizi’nde gün doğumunda benim resmimi çektiler.

     Kıymetli dostlar, yolcu yolunda gerek deyip Lenkeran‘la vedalaşırken Astara şehrine yöneldik. Haftaya Astara’dan İran ‘a gireceğiz ve bakalım ne sürprizler bekliyor bizi!.. Hoşça kalın, dostça kalın…

    ****
    Ok ancak geri çekilerek atılır.
    Hayat sizi zorluklarla geri çekiyorsa; sizi daha büyük bir şeye fırlatacağı içindir.”
    PauloCoelho

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.