Biz, iyi doktor, iyi polis, iyi sporcu, iyi tüccar, iyi imam vs hepsinin iyi olanını arıyoruz, değil mi efendim? Ama efendim, iyi öğretmen aramak, ne iyi doktor aramaya ne iyi tüccar aramaya ne iyi sporcu aramaya ne iyi sanayici aramaya benzer. Gerçekten de iyi öğretmenler bulmak önemli ve öncelikli mecburiyetimizdir. Ne yapıp yapacak, Nurettin Topçu’nun önceki bir yazımda tarif ettiği gibi iyi öğretmenler bulacağız. İyi öğretmenler yetiştireceğiz.
ŞÖYLE BAŞLAYAYIM: Öğretmen sınavla belirlenemez, seçilemez! Şöyle demek daha doğru olacaktır: Öğretmeni, bir başına sınavla, sınavlarla seçmeye kalkışmak, konuyla ilgili en büyük hatadır! Cinayettir! Devletin öğretmen seçmeyi bilmemesi ya da bile bile yanlış seçimler yapıyor olması, bugüne münhasır bir sıkıntı değil tabi ki. İsteyen bunu elli, yüz, hattâ üç yüz yıl geriye götürebilir. Yanlış da olmaz hani.
Her işveren, istihdam edeceği elemanda çeşitli özellikler, nitelikler arar. Bu onun hakkıdır. Bırakın bir fabrikamın, bir işletmemin, bir iş yerimin olmasını, örneğin üç beş koyundan oluşan bir sürüm olsaydı, ben de çoban seçerken ince eleyip sık dokurdum. Zaten eski bir düsturdur; gayrimüslim olsa bile işi ehline vermek gerekir. Birimize cerrahî bir operasyon uygulanacak olsa cerrahımızı seçmede titizlik göstermemiz ve en ehil olanı aramamız normal değil midir? Şoförümüzü, terzimizi, berberimizi seçerken dahi titizlik göstermez miyiz? Öğretmenin işvereni toplumdur, halktır. Biz, öğretmenin hem işvereni ama hem de onun heykel yapmada kullandığı çamuruyuz. Onu seçerken çoook dikkatli olunmalıdır.
Meslekler, insan ve toplum nezdinde değişik hassasiyet derecelerine sahiptir. Latifeyle karışık; “Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder.” denilmez mi? Evet, aslında her yerde, her işte, her konuda bütün güzel nitelikleriyle iyi ve doğru insanı ararız ama bazı mesleklerde daha farklı bir hassasiyet, daha farklı bir titizlik gösteririz, Gösterilmesi de gerekir. Hattâ sofraya oturup karnını doyurmak yerine ayakta, yürürken, olur olmaz biçimde yiyip içtiği veya ayakta bevlettiği bilinen kimselerin görevlendirilemeyecekleri mesleklerin bulunduğunu da bilenleriniz vardır. Önümüze geçip ibadetimizi yönlendirecek bir imam; çok girift, çok hassas davaları hakkaniyetle karara bağlayacak bir hâkim (eski adıyla kadı); en mahrem millî sırları namusu gibi saklayacak ve vatanımız için gözünü kırpmadan hayatını ortaya koyacak bir subay; güvenliğimizi, namusumuzu teslim edeceğimiz bir emniyet müdürü, alelâde bir insan olabilir mi? Örnekleri çoğaltabilirsiniz. Yalnızca bir yönüyle güven duymuyor olsanız bile böyle bir insanı bu görevlere getirir misiniz?
Pekiyi, en değerli varlıklarımızı; çocuklarımızı, gençlerimizi ve genel anlamıyla kültürümüzü, geleceğimizi, ilerlememizi, güvenliğimizi, huzurumuzu, mutluluğumuzu ellerine teslim edeceğimiz ve örnek alacağımız öğretmenlerimizi seçerken hiç mi dikkat etmeyelim? Sadece sabıka kaydının bulunmaması, diplomasının ve formasyon belgesinin olması yeterli midir öğretmen seçiminde? Ha, bir de özürlü olmadığına dair sağlık raporu var. (Gerçi engellilerin öğretmen olabilmesi konusunda yeni bir hamle yapılmıştı ama…) Bunlar yeterli olmamalıdır. İyi niyetten samimiyete, özveriden kanaate, alçak gönüllülükten vakara, hakperestlikten dürüstlüğe, sevgiden saygıya, edepten sabra, ahiret inancından Allah korkusuna, zekî olmaktan öğretmeyi becerebilmeye ve amatör ruh taşımaya kadar -nicelerini de burada sayamadığım- pek çok üstün meziyet, erdem aranmalıdır öğretmen olacak kişide. Öğretmene, korkak ve pısırık olmak, kavgacı olmak, küfürlü konuşmak, belden aşağı muhabbetler etmek, sulu şakalar ve zevzeklik yapmak, hafifmeşrep davranışlarda bulunmak, pespaye kıyafetler giymek, açgözlü olmak, hırs sahibi olmak, tabasbus yapmak, yalan söylemek, iftira etmek, ahlâksızlık yapmak, tembellik etmek, sigara ve içki kullanmak, pis ve pejmürde görünüm sergilemek ve bunlara benzer bir sürü olumsuzluk hiç yakışmaz. Hattâ bence öğretmen ayakta, yürürken, orda burda yiyip içmemelidir bile. Öğretmen özel olmalıdır. Doktordan da mühendisten de askerden de polisten de validen de hâkimden de başbakandan da cumhurbaşkanından da özel olmalıdır, çünkü onların hepsini o yetiştirir. Kendine herkesten çok dikkat etmelidir o.
Cevabını hâlen daha veremediğimiz soru neydi efendim? KİMLER ÖĞRETMEN OLMALIDIR? Bu noktadayken isterseniz size, küçücük bir öykü uydurayım:
Şimdi ben, Serdar Özmilli değil de cennetmekân II. Murad Han’ım. (Rabbim, yanında haşretsin.) İlgililer gelip bana sordular: “Sultanım, Şehzadeniz Mehmed’i hangi hocanın eğitmesini istersiniz?” Hoppala! Siz olsanız nasıl cevap verirdiniz? Ben şöyle cevapladım: “Ağalar, hocaların hepsi muhteremdir, hangisi olursa kabulümdür. Ancak o ki sordunuz, şöyle bir istirhamım olsun: Hiç kopye çekmemiş, yalan söylememiş, hak yememiş, tembellik etmemiş; içinde vatan sevgisi ve insan sevgisi bulunan, Allah’ını Kitab’ını bilen, kendisini öğretmenliğe adamış idealist bir öğretmeni tercih ederim. Teşekkürler.”
Evet, Murat Han’ın şehzadesi Fatih Sultan Mehmed Han’ı yetiştirecek öğretmen önemlidir! Onlar, birer Ak Şemseddin, birer Molla Gürani olmalıdır. Bayanlar baylar, herkesin evlâdı da kendine bir Fatih Sultan Mehmed’dir. Evet, ben de çocuğumu ellerine teslim edeceğim öğretmenin, sıradan biri olmamasını, çok üstün özellikler, meziyetler taşımasını isterim. Ak Şemseddin olmasını, Molla Gürani olmasını isterim. Ama öğretmenleri velilerin seçme şansı bulunmadığına göre, devlet, öğretmen olacak kişileri bizim adımıza seçerken çok titiz davranmalıdır. Herkes de öğretmen olmaya soyunmamalıdır. Uygun değillerse gitsin başka mesleklere talip olsunlar efendim.
Her işte doğru, ehil ve iyi kişiyi bulmak çok önemlidir. Yanlış kişiyle yola çıkmışsanız şansınız yok gibidir. At yerine it, it yerine at alma hatasına düşerseniz, çiftlikte işler ters gider. Ama iş bununla bitmiyor, sizin o kişiyi doğru yerde ve doğru biçimde istihdam edebilmeniz de önemli bir koşuldur. Bunu yapamıyorsanız yine olumlu sonuçlar alamazsınız. Benim konum da bu değil mi? Çünkü ya o elemanı tatmin edemez elinizden kaçırırsınız ya da o kişinin üstün niteliklerini boşa götürür kendisini harcamış olursunuz. Veya işe aldığınız işe yaramaz bir elemanla işleriniz bozulur, tepetaklak olur. Taşlar doğru yerlere konulacak, herkese yakışan işi yaptıracak ve yine herkese kendisine yakışan bir muamele zinciri oluşturacaksınız. Rehberliğiniz ve menajerliğiniz doğru olacak. Ata et, ite ot vermeyecek, safkan yarış küheylanını tarla sürmekte kullanmayacaksınız. Öte yandan bir türlü ipe sapa getiremediğiniz öküzü de kapınızda bekletmeyecek, vuracaksınız bıçağı. Ya da alıcı bulabilirseniz satın gitsin. Hayvanları da insanları da istihdam etmeyi başarmak çok kolay bir şey değildir.
Aydın Nazilli’de bir özel okulda öğretmenlik yaptığım yıllarda Dil ve Anlatım derslerine girdiğim Aydın ili dışından bir kız öğrencim vardı. Öğretmen oldu. Aklı başında ve ders çalışan bir öğrenciydi. İyi ilişkilerimiz vardı.
Bu hocânım, yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra birkaç yıl, KPSS’den yeterli puanı alamadı ve devletin herhangi bir okuluna atanamadı. Pek severek yapmadığını sanıyorum, ihtimal ki mecburiyetten dolayı bir cemaat okulunda öğretmenlik yaptı. Her yıl KPSS’ye hazırlanıyordu. Ve bu arada Facebook’ta kendisini bir türlü atamayan devlete yönelik sitemler, gayzlar yağdırıyordu. Sonunda muradına erdi, hem de (nasıl olduysa) kendi memleketine atandı.
Dikkat edin lütfen şimdi: Devlet memuru olabilmek için dişini tırnağına takan, tabiri caizse kırk takla atan, ataması gerçekleşmediği sürece devlete hiç de dostça bakmayan bu hocânımın bir kış günü, facebookta bir yazısına rastladım. Yıkıldım. Her yere kar yağıp da kar tatili verilirken, bulunduğu memlekete (kendi memleketine) kar yağmayışına ve tatil yapamayışına kahrediyordu. Buyurun buradan yakın! Öğrencilerine kesintisiz bir şekilde yararlı olmak için canını dişine takan(!) bir öğretmen… Hem ki bu küçük hanım, gerçekten vatan-millet hassasiyeti taşıyan bir okulda ve aynı yapıdaki öğretmenlerin elinde okudu liseyi. Ben de face’deki yazısına “Devlet her önüne geleni öğretmen olarak atamakla çok büyük yanlış yapıyor.” diye bir yorum ekledim. Sonra tekrar baktım, bana özel bir mesaj yollamış ama önceden yazdığı satırlar tamamen kaldırılmış face’den. Mesajını da okumadım tabi, bilmiyorum neler yazmıştır.
Beni anlayabiliyor değil mi herkes? Aynı şeyler bütün devlet memurları için geçerli. Herhangi bir memuriyete atanabilmek için pek çoğumuz nice eşikler öpüyoruz, nice torpiller buluyoruz, nice dualar ediyoruz, kediler gibi nice riyakârlıklar yapıyoruz. Bir memuriyet kaptığımızda ise aslan kesiliyoruz. Vatandaşın bilmediğini öğrenmek için soru sormasına bile tahammül edemiyor da masamıza veya önümüzdeki cama, “Danışma Değildir” yazısını koyuyoruz. Yuh olsun bize! Aldığımız para helâl değil, haberiniz olsun. Benzeri durumlar bir öğretmende görülürse bu kat kat daha iğrençtir. Öğretmen olacak insanlar çok dikkatli seçilmelidir. Bu seçme işi de yalnızca sınavla olmaz! Vesselâm.
R.Serdar Özmilli