SAHTE DİPLOMALI ÖĞRETMENLER
Uzunca bir zamandır söylenmekte olan bazı şarkılar vardır, bilirsiniz. Aklı evvel felsefeciler, sosyologlar, özgürlükçüler, hümanistler bestelerini yapar; yenilikçiler, kendi tarihinden ve öz kültüründen utananlar, tiksinenler terennüm eder bu şarkıları, kamuoyu oluştururlar. Varoluş felsefesinden başlayın da ahlâk felsefesine, eğitim felsefesine kadar uzanıverin; nice şarkılar, nice şarkılar... Bu şarkılar söylenedururken, başta eğitim olmak üzere hiçbir konuda iyiye, güzele varma şansımız yüksek değildir.
İyi hatırlıyorum, yıllar önce bir televizyon programında, konuk konuşmacı, o günkü gündemin en taze konusu üzerine konuşuyor, sunucunun sorularını cevaplıyordu. Konu; “orta dereceli okullarda sömestr sonu ve karneler” idi. Ve dolayısıyla da “veliler ile öğrenciler arasındaki ilişkiler”. Konuşmacı, açıkgöz, satışı güzel, malı götürebilecek bir eğitimci. Zülfüyâra dokunmadan insanları kandırabileceği, anne babaları kendi yanına çekebileceği yolları bilen bir şovmen. Ameliyat yok… yalnızca pansuman ve o da yanlış ilaçlarla… acı ilaç vermeyen doktor iyi(!) doktordur ya. Velilerin, kamuoyunun hoşuna gidecek ve zaten revaçta olan ama pek çok arızanın sebebi de olan tesbitleri, yaklaşımları sıralayıp duruyordu:
{{Zayıf getirdi diye çocuklara kızmamalıyız. Kızacaksak, öğretmene de kızmalıyız. Okul müdürüne de ve hattâ millî eğitim bakanına da kızmalıyız. (Aslında bakanlar başta olmak üzere millî eğitim camiâsına ben de kızıyorum ama o adamınki gibi değil tabi.) Öğretmen, “Ben dersimi anlattım.” diye kendini savunmamalı. Öğretmenin görevi anlatmak değil, öğretmektir. Her çocuk akıllıdır, her çocuk yeteneklidir. Matematiğe ilgisi olmayan bir çocuğun belki sosyolojiye ilgisi vardır. Öyleyse matematik dersinde başarılı olamadı diye çocuğa kızmaya hakkımız yoktur… Bırakalım çocuk kendini sorgulasın. Anne babalar da kendilerini sorgulamalıdırlar…}} Belirttiğim gibi, kamuoyunun hoşuna gidecek ama hiçbir sorunu çözemeyecek çizgide uzayıp gidiyordu muhabbet.
Bu muhabbetler yıllaaardır, her sömestr sonunda her öğretim yılı sonunda yapılır durur. Sonuçlar masaya yatırılır, sebepler aranır, yeni ilke ve yöntemler önerilir… Suçlu(lar) bulunamaz ve zaten öğrenciler hiçbir zaman suçlu bulunmaz… Anne babalar, kendilerine suç isnad edilmesinden memnun olurlar, böylece çocukları suçsuz görme yanlışlarını katmerlendirirler. Arızaların giderilmesi, sonuçların iyileştirilmesi adına masa başlarında nice projeler üretilir… Nice ümitler pompalanır, iyi temenniler dillendirilir. Ama sıfıra sıfır, elde var sıfır; her yeni öğretim yılı, öncekilerden daha fazla olumsuzluklarla dolu olarak yaşanır. Diplomalı ama nice değerlerden ve maalesef bilgiden de yoksun gençler yetiştirilerek toplum adım adım huzursuzluğa, buhrana sürüklenir durur. Çünkü her şey bir kenara, en başta inanç felsefemiz, yaşam felsefemiz ve dolayısıyla da eğitim felsefemiz yanlıştır. Kötü temel üzerine iyi bina oturtulamaz hâliyle.
Siyaset, daima millî eğitime bulaşmak durumundadır. İktidarlar, eğitimi önemsediklerinden değil, siyasal getirisini düşünerek yeni kanunlar, yönetmelikler, uygulamalar peşindedir. Muhalefettekiler, hiçbir üretime katkıda bulunmazken yapılanlara iyi de olsa kötü de olsa karşı durur, itiraz ederler. Uygulamalar, hiçbir zaman yüzümüzü güldürmez. Mevzuat iyi ve elverişli olsa, fizikî şartlar yetersizdir. Fizikî şartlar mükemmel olsa iyi öğretmen bulunamaz. Öğretmenler süper olsa, veliler eğitime çomak sokar. Veliler de istenen şekle sokulabilse bu defa öğrencilerin çoğu lastikleri patlatırlar… Kısır döngüye devam… aynen devam etse buna da razıyız; her gün biraz daha kötüye giderek döner dururuz.
Velilerin diz boyunu aşan kahramanlık(!)larını, öğrencilerin destanlara(!) konu olacak kapasitelerini ve gayretlerini saklı tutuyorum; Devlet Baba’ya bakıyorum:
Çook eskilerde Köy Enstitüleri aracılığıyla maneviyatsız büyük bir öğretmen ordusu bütün yurda salıverildi. Öğretmenlikleri iyi idi onların ama bizim temel değerlerimize yabancı idiler, öyle yetiştirilmişlerdi. Onlar da öğrencilerini o çizgide yetiştirdiler. Sonra… sonrasında değerler listemiz değişti, mâneveyâtımız ve ahlâk anlayışımız tepetaklak oldu ve zaten çürümüş eğitim binamız çöktü. Eğitim alanında ardı arkası kesilmeyen akıl almaz olumsuzluklar yaşayıp duruyoruz. Genç olanlarınız hatırlayamaz; iki ayrı dönemde iki ayrı hükümet, eğitim enstitülerine, kendi partileri aracılığıyla oluşturulan listelerdeki gençleri yerleştirdi. Puandı, zekâydı, yetenekti, karakterdi, gayretti… bunları hep es geçerek, listelerindeki isimleri öğretmen yaptılar. Üstelik bu öğretmenimsilerin bazıları, fakülteye yalnızca üç-dört ay devam etmişlerdi. Birileri, öğretmen okullarının, eğitim enstitülerinin köküne kibrit suyu döktü. Eğitim fakülteleri sahneye çıkınca, her önüne gelen, başka bir fakülteye giremeyen, öğretmenliği rahat ve tatili bol bir meslek olarak gören, işsiz kalma endişesinden ürken dişi ve erkek aslanlar, yığıldılar eğitim fakültelerine. Mektupla, telefonla, telgrafla öğretimler yapıldı, diplomalar verildi ki benzeri uygulamalar, açık öğretim adıyla hâlen daha devam ediyor. Sayın bayan ve baylar da mektep medrese görmeden öğretmen olup duruyorlar. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi siyasîler, bir dönemde de muhasebecileri, ziraatçıları, eczacıları, iş bulamamış bütün ıvırları zıvırları öğretmen olarak atamışlardı. Daha sayayım mı?
Arkasından da sahte diplomalı öğretmenler gelmişti gündeme! Asıl bu, eğitim çatısına atılmış en muzır bombadır. Adlandırılmalarına bakınız: SAHTE DİPLOMALI ÖĞRETMENLER! SAHTEKÂRLAR! Öğretmenliğe âşık bendeniz bu durumdan ne kadar utanç duydum, bilemezsiniz. Fakat helâl olsun onlara. Hiç kızmayın. Onlar, bu gidişâtın eseridirler, bu toplumun parçasıdırlar. Yani sen, ben, biz… Bu toplum, onlara benzemez daha ne sahtekârlar, sahte diplomalılar üretiyor maşallah! Ne mutlu Türküm diyene!
Efendim, bazı mesleklerdeki sahtekârlar, sahte diplomalılar, toplum sinesinde çok büyük yaralar açmayabilir belki. Bakkal, berber, terzi, kuruyemişçi, demirci, iktisatçı, ziraatçı, veteriner, eczacı... sahte diplomalı bir devlet yöneticisi bile büyük sorun sayılmayabilir. Nitekim öyle örnekleri görüp duruyoruz. Ancak bazı meslek erbâbına, sahtekârlığın “s”si bile bulaşmamış olmak lâzım gelir. Hele “öğretmen” kavramıyla “sahtekârlık” kavramı aslâ birbirlerinin yakınında bulunmamalıdırlar. Sahte diplomayı bırakın, sınavlarda kopye çekme cürmünü işleyenler dahi öğretmenlik mesleğine yakışmazlar. E, şimdi söyleyin bakalım; sahte diplomalı öğretmen olabiliyorsa… sahte diplomalı başka neler olabilir acaba? Toplum sahtekârlaşır kardeşim, bütün toplum! Subaylar, polisler, doktorlar, müdürler, genel müdürler, müsteşarlar, bakanlar… Yani “sahte diplomalı öğretmenler” konusu, vicdan ve iz’an sahibi radikal vatanseverler tarafından masaya yatırılması gereken çok ama çok önemli bir konudur. Fakat bu arada, mesleğine ve toplum hayatına lâyık olmayan, yakışmayan herkesin diploması sahte değil midir bir bakıma? Çöpçüsünden cumhurbaşkanına kadar hepimizin diplomalarımız masaya yatırılmalı, tedkik ve tahkik edilmelidir. Öyle ya, öğretmen sahte diplomalıysa...
Böyle başa böyle tıraş… tencere yuvarlanıyor kapağını buluyor. Ota boka konacak kuşlar bellidir, bülbül sadece gül bahçesine konar. Gülşeniniz talan edilmişse, târümâr edilmişse; güller biçilmiş yerine ayrık otları ve dikenler doluşmuşsa, bülbüle hasret kalacak, kargalardan başka kuşları göremeyeceksinizdir.
Eğitimdeki bütün sorunlara çözüm mü arıyorsunuz: Yaranızı tedavi etmeyen merhemleri itin elinizin tersiyle, dertlerinize derman olmayan ilaçları çöpe atıverin. En evvel kendinizi sorgulayın ama; amaçlarınızı, yöntemlerinizi sorgulayın. Geçmişinizi objektif bir biçimde araştırın, inceleyin. Fabrika ayarlarına dönmenin önemini ve gerekliliğini anlamaya ve kabullenmeye çalışın. Felsefenizi gözden geçirin. Ne olduğunuzu, niçin var edildiğinizi düşünün. Çocuklarınızın size niçin verildiğini öğrenin. Mâneviyâta sığınmayı deneyin. Allah’ı gerçek anlamda tanımaya çalışın ve gerektiği gibi sevin, O’ndan gerektiği gibi korkun, O’na güvenin. Şeytan’a ve onun tilmizleri olan sapık felsefecilere restinizi çekin. Siyasetçilerin sizleri kendi ikbâl ve iktidarları uğruna kullanmalarına izin vermeyin. Bütün bunlar hakkıyla yapılırsa, eğitimin sağlıklı bir yola girdiğini ve tabi toplumun selâmete erdiğini göreceksiniz. Ortalıkta ne diğer sahtekârlar, ne sahte diplomalı öğretmenler kalacaktır o zaman. Vesselâm.
R. Serdar ÖZMİLLİ