“Eveeet! İşte şimdi çalıştığım yerden bir şeyler anlatmaya başlıyorum. Konumuz; EĞİTİM.” diyerek ve besmele çekerek başlamıştım yolculuğuma. Bütün çalışmalarımızda Kitap ve Sünnet’ten hareket edilmesi gerektiğini belirtmiştim. Konuyla ilgili olarak “Çocuklar bizim neyimizdir?” sorusunu sormuş, doğru cevapları Yaratıcımız’dan ve Elçisi’nden almaya çalışmıştık. Çocuklarımızın da mallarımız gibi, bizim imtihanlarımız olduğunu ama beri taraftan da çocuklarımıza sevgiyle, şefkatle muamele etmemiz gerektiğini öğrenmiştik. (Ve eğitim konusundaki yazılarımın uzun olacağını, radikal tesbitler içereceğini de belirtmiştim.)
İşte bu noktada karşımıza ÖLÇÜ çıkmaktadır. Ne kadar? Ne, ama ne kadar? Örneğin, “Çocuklarımız bizim her şeyimizdir.” diyemezken, acaba “Çocuklarımız bizim hiçbir şeyimiz değildir.” diyebilir miyiz? Sevmenin ölçüsü nedir, şefkatin ölçüsü nedir, şakanın ölçüsü nedir, özgürlüğün ölçüsü nedir, disiplinin ölçüsü nedir, kızmanın ölçüsü nedir, yardımın ölçüsü nedir? Bakınız, “şefkat” dedik; acaba bir anne, çocuğunu, sabahın erken saatinde uykusu bölünmesin, abdest alırken üşümesin diye sabah namazına kaldırmayacak kadar şefkatli olabilir mi? Kaldırmazsa mı şefkat göstermiş olur yoksa kaldırırsa mı? Çocuğumuzun istediği her yere gitmesine izin vermek, ölçülü bir davranış mıdır? Çocuğumuzun, çocukluğunun gereği olan yaramazlıkları yapmasını kabullenmeyip büyük insanlar gibi ağırbaşlı davranışlar sergilemesini beklemek? Gece gündüz ders çalışmasını ve daima sınıf birincisi olmasını istemek? Sofrada, tıka basa yemesini istemek? Günün on bir, on iki saatini yatarak uykuda geçirmesine göz yummak? Uzatın gitsin... İnsan hayatında ölçü ve ölçülü olmak büyük önem taşır. Eğitimde ise ölçünün önemi bir kat daha fazladır.
Her şeyin bir ölçüsü vardır ve bu ölçüye göre hareket edilmesi gerekir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: {{Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler…}} (Hadîd Suresi 25. Ayet) Bu ayette de görüldüğü gibi Cenab-ı Hak sadece kitabı zikretmeyip, kitapla beraber mizanı da zikrederek ölçülü olmanın önemini vurgulamıştır. Fakat maalesef, Semâvî ölçüler, tecrübeye dayalı ölçüler, çoğu zaman insanoğlunun hoşuna gitmemekte, işine gelmemektedir. Aynen, tedaviye büyük katkısı bulunan fakat tadı acı olan ilaçların, hastaların hoşuna gitmemesi gibi. Eğitimde ölçü konusunda durum aynıdır. Bu toplum gerçeği, bilgi sahibi âlimlerin de ya susmalarına veya gerçek bilgileri saptırmalarına neden olmaktadır. Bakınız:
{{Kıyamet alâmetlerinden biri: Ulemâ, halkın istediği yönde fetvâ verip, helâle haram, harama helâl derler…}} (Hadis-i Şerif)
Câhilin konuşması bir ayıp
Âlimin susması korkunç kayıp
Cehalet korkarsa büyük rahmet
İlmin korkmasına sonsuz lânet (R.Serdar Özmilli)
Söyleyen çok, dinleyen ve yapan yok.
Çünkü dediklerini yapmayan çok. (R.Serdar Özmilli)
{{Bir milletin ıslahı, kötülerin imhasıyla değil, yeni neslin eğitim ve terbiyesiyle mümkündür.}} (Süleyman Hilmi Tunahan)
{{Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, / Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.}} (Ziya Paşa)
{{Kızını dövmeyen dizini döver.}} (Atasözü) Bu atasözü, yüzyılların tecrübesine dayalı olarak eğitimde bir ölçüyü ortaya koymaktadır. Fakat korkarım ki, beyinleri sapkın telkinlerle doldurulmuş olan sizlerin, duyunca tüylerinizi diken diken etmektedir!
Son yüzyılların en büyük yitiklerinden biri, ‘ölçü’dür. Onu kaybettiğimizden beri başımız dertten, ruhumuz kederden kurtulamadı gitti. Huzurumuz kaçtı, güven duygumuz sarsıldı, mutluluğumuz yanıp kül oldu bitti. Herkesin dilinde ‘Ah!’ var ama bu ah’ın varlık sebeplerinden birinin de ölçü’yü kaybetmemiz olduğunu düşünebilenimiz yok denecek kadar az maalesef. Hemen bir örnek vereyim: Müslüman olduğumuzu söylüyoruz, değil mi? Sonra da terbiye araçlarından biri olan dayağa baş vurdu diye bir babayı hapse koyduracak kanunlar yapıyor ve uyguluyoruz. Oysa, İslâm Peygamberi’nin şöyle bir buyruğu var: "Yedi yaşına geldi mi çocuğa namazı emredin, on yaşına geldi mi kılmadığı takdirde dövün." (Ebu Davud, Salat, 26; Tırmızi, Salat, 299) Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!
Bir başka örnek daha vereyim: Günümüzde, her ne sebeple olursa olsun, karınıza bir fiske vurursanız, sorgusuz sualsiz hapsi boylarsınız; doğru mu? Oysa bakınız kadınları da erkekleri de yaratan Allah ne diyor: {{Allah’ın, (iki cinse) birbirinden farklı özellik ve lütuflar bahşetmesi ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. Sâliha kadınlar Allah’a itaatkârdır; Allah’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar. (Evlilik hukukuna) baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.}} (Nisa, 4/34) Konuyla ilgili olarak Vedâ Hutbesi’nde de şöyle bir ifade yer almaktadır: {{...Ey İnsanlar! Kadınlarınızın sizler üzerinde hakları, sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız vardır. Sizin onlardaki hakkınız, minderinize sizden başkasını oturtmamaları, meşru tavsiyelerinizde size karşı çıkmamaları, hoşlanmadığınız kişileri izniniz olmadan eve sokmamaları, kötü söz söylememeleri, kötü fiil ve davranışta bulunmamalarıdır. Şayet bunları yaparlarsa, Allah onları engellemenize, sıkıştırmanıza yataklarında tek başlarına bırakmanıza ve hafifçe, incitmeden vurmanıza izin vermiştir. Bunlardan vazgeçer ve size itaat ederlerse, meşru, örfe uygun ölçüler içerisinde rızıklarını ve giyimlerini sağlama sorumluluğunuz var. Kadınların iyiliğini isteyin, durumlarının iyileşmesi için çaba sarf edin. Çünkü onlar müşterek hayatın gereği kendileri adına bir şey yapma gücüne ve imkanına sahip olmayan, sizinle birlikte yaşamak mecburiyetinde olan hayat arkadaşlarınızdır. Siz onları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Allah'ın emri ve hükmüyle onlarla ilişkiyi helal edindiniz. Eğer haklarını ararlar, sorumluluklarına riayet ederlerse onlara tavır takınmanıza, cezalandırmaya hakkınız yoktur...}} (kaynak: SONPEYGAMBER.INFO) Gerçek ölçüyü kaybetmemizin bir başka örneği de kız ve erkek kardeşler arasındaki miras bölüşülmesi konusunda karşımıza çıkmaktadır. Allah’ın Kitabı’nda (Nisa Suresi) koyduğu ölçü terk edilmiş, gâvurun kanunlarıyla amel edilir olmuştur. Âlim denilen kimselerin çoğu da bu uygulamaya ya sessiz kalmaktadır veya kılıf uydurmaya çalışmaktadır. Ölçü’yü böylesine kaybetmişken, çocuklarımızın eğitiminde ölçü’den bahsedeceğiz; bu ne abes bir durum! Yalan mı?
Ölçüden çok uzaklardayız, ifratlarla tefritlerle kendi kendimizi boğup durmadayız. İsterken ölçüyü bilemiyoruz, verirken ölçüyü bilemiyoruz. Çalışırken ölçüyü bilemiyoruz, dinlenirken ölçüyü bilemiyoruz. Cesaret gösterirken ölçüyü bilemiyoruz, korkarken ölçüyü bilemiyoruz. Sevinirken ölçüyü bilemiyoruz, üzülürken ölçüyü bilemiyoruz. Kabul ederken ölçüyü bilemiyoruz, isyan ederken ölçüyü bilemiyoruz. Yerken içerken, üretirken, kullanırken, tüketirken, konuşurken, susarken, ilgisiz kalırken, merak ederken, överken, yererken, coşarken, taşarken... Kızarken, nefret ederken... ve hattâ severken. Ya aşırılarda, çok fazlalardayız ya da çok azlarda, hiç denecek kadar azlardayız.
Ölçü’nün önemini ve gereğini idrak edenlerimiz ise neye göre ve ne ile ölçüp biçeceklerini bilemiyorlar. Doğru ölçüyü hangi kaynaktan, hangi örnekten öğrenebileceklerini de. Ya birileri vermiştir ya kendisi bulmuştur, herkesin elinde bir sopa; kumaşları ölçmede, urganları ölçmede, yolları, mekânı ve zamanı ölçüp durmadadır insanlar. Hepsi de “Elimdeki sopa bir metredir.” diyor. Böyle ölçü ve böyle ölçmek olmuyor tabiatıyla. Bunun doğrusu; herkesin elindeki sopayı Fransız Ulusal Arşivi’nde bulunan ve bütün dünyanın kabul ettiği prototip ‘metre’ye göre kesip biçerek ‘mutlak metre’ ölçüsüne ulaşılmasıdır. Değilse ve hele herkes ‘akıl’ denilen bit kadar nesneye göre hareket ederse, her kafadan ayrı bir ses çıkar, gerçek ölçü’ye asla ulaşılamaz. Bir (örneğin elektronik) aletin bile doğru ve verimli kullanılmasının ölçüleri bulunmaktadır, bu ölçüleri de onu imal eden mühendisten öğreniriz. Onun koyduğu, öğrettiği ölçülere uymazsak mutlaka olumsuz sonuçlarla karşılaşırız.
Şimdi soruyorum: Ölçü, önemli ve gerekli midir? Her konuda herkesin kabul edeceği, uyacağı evrensel, mutlak ölçüye, ölçülere ihtiyaç var mıdır? Tamam öyleyse, en doğru en mutlak ölçüleri de Yaratıcımız’a sorup öğrenmek son derece akıllıca bir iş olur. (Hadîd Suresi 25. Ayet) O Yaratıcı, önümüze zaten somut bir Örnek koymuştur da. Bu durumu değerlendirmek elbette lehimize olacaktır. Kaldı ki sorumluluğumuz itibariyle buna mecburuz, değil mi ya! Hiç vakit kaybetmeden eğitim konusunda da o ölçülere ulaşmalıyız ve onları uygulamalıyız. O takdirde insanca, güven içinde, mutlu ve huzurlu yaşayabiliriz. En çok istediğimiz şey de bu değil midir zaten?
Evet belki benim şu an aklıma gelmeyen bazı konularda, bazı zamanlarda ve bazı yerlerde ölçülerle sınırlı kalmayıp ölçüsüz hareket etmemiz, mazur görülebilir ama asıl doğrusu ve en iyisi, ölçüden yana ve ölçülü olmamızdır. Orta yolda olmak… mutedil olmak… makul olmak… ölçülü olmak. İbadette bile bir ölçü olduğunu biliyoruz. Sahabe efendilerimizin hiç ara vermeden devamlı oruç tutma temayülleri karşısında Efendiler Efendisi’nin onlara nasıl bir yol gösterdiğini hatırlatmama gerek yoktur sanırım. {{Ey İnsanlar! Dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekileri kesinlikle dinde aşırılıkları helâk etmiştir.}} (İbn Mâce, Menâsik, 63; N3059 Nesâî, Menâsikü"l-hac, 217) Hz. Ebubekir Sıddık her şeyini Allah rızası için getirip de evindekilere yalnızca Allah’ı bıraktığını söylediğinde Peygamber-i zîşân’ın ne cevap verdiğini de biliyoruz. Yine bir hadis-i şeriften, midenin; biri hava için, biri su için, biri yemek için olmak üzere üç hissesi bulunduğunu öğreniyoruz, değil mi efendim? Her şeyin, herkesin bir ölçüsü var, bir ölçüsü olmalıdır. Dostluğun ölçüsü olmalı, düşmanlığın ölçüsü olmalıdır. Hilmin, öfkenin, korkaklığın, cesaretin ölçüsü olmalıdır.
Eğitimde de ölçülü olmaya çalışmalıyız. Önce anne babalar, öğretmenler kendileri öğrenmeliler; sonra da çocuklarına, öğrencilerine ölçü’yü, önemine yakışır biçimde öğretmelidirler. O şekilde yaşamaya da özen gösterilmelidir. Çocuklarımıza, onları yok sayacak derecede ilgisiz de kalamayız; onları tapınacak kadar da gözümüzde büyütemeyiz! Bu da doğru eğitimin ilk şartlarından biridir. Vesselâm.
“Çocukları zengin bir ortamda yetiştirmek günahtır.” (Isak Alaton)
R. Serdar ÖZMİLLİ