Niyetler iyi olsa bile neticeler her zaman iyi olmaz. Her ne kadar “Niyet hayır, akıbet hayır” denmişse de durum böyledir. O an iyi dediğimiz şey gerçekte belki bizim için hayırlı olmayabilir. O da ayrı bir mesele. Niyet, söylem, şartlar, ortam, eylem, sonuç sürecinde birbirini etkileyen; ön alan, arkada kalan, hızlandıran, engel olan; hızlandırayım, iyileştireyim derken bir çuval inciri berbat eden etmenler, amiller hep vardır ve var olmaya devam edecektir. Böyle olunca da her şey istendik ölçüde devam edip istenilen sonuçlara erişmek her zaman mümkün olmayacaktır.
İnsan, iyi niyetinin yanında anılan şartları, amilleri de hesaba katmak, iyilik yoluna öyle çıkmak zorundadır. İşin güzelliklerini ve zorluklarını baştan görmeye çalışmalı, zorluklarına katlanma iradesini baştan ve her zaman göstermelidir.
İşin bir de menfaatlerle iş tutan kötülük bezirganlarının, iyilik ve güzellik yolcularının yolları üzerine serdikleri gülümsü ama dikenli halılar vardır ki onlara halı demeye bin şahit ister. Halı dediysem sözün gelişi o. Bir zamanlar, ismini şu an hatırlamadığım bir kitapta görmüş olduğum, çiviler üzerine uzanmış, sırtı çıplak Hint fakirinin, üzerinde yatmak zorunda oldukları çivili yatak gibi halılar döşenmiş o iyilik ve güzellik insanlarının yollarına. Ama onlar, şartların ağırlığına, yolların, yatakların dikenli ve çivili oluşuna aldırmaksızın yollarına devam ettiler; etmeleri de gerekirdi zaten. Zira Şairin (A. Karakoç) “Güzel açar güzelliğin sergisin.” dediği gibi herkes kendine yakışanı, yakıştırdığını sergiler. Güzel insanlar güzellik sergisi açmayacak da meydan şeytan ruhlulara, Kabil edalı katillere, Karun’lara, Firavun’lara mı kalacaktı?
Allah Teâlâ “Herkes kendi karakterini sergiler.” (İsrâ, 84) diye apaçık buyurmuyor mu? O hâlde iyilik, güzellik ve hayır abidesi şahsiyetler iyilik, güzellik ve hayır abidelerini bütün insanların görebileceği şekilde önce ruhlarında dikmeye çalışacaklardır. Bundan da her türlü şart ve imkân dahilinde geri duracak değillerdir. Çünkü iyilikle kötülüğün, güzellikle çirkinliğin, hak ile batılın yarışı kıyamete dek devam edecektir.
İyilik, güzellik, hayır, birlik ve beraberlik, toplumsal barış bunlar aynı zamanda değerler eğitiminin birer parçasıdır. İnsan vaktin çocuğu olsa da geçmiş-hâl-gelecek çizgisi üzerinde yaşananları bir bütün hâlinde değerlendirmek durumundadır. Kişi, sadece vaktine odaklanırsa resmi bütün olarak göremeyebilir. Göremeyince durumu ve konumu yanlış olabilir. Hatırlar mısınız bilmem, bir zamanlar Ayşe teyzemiz vardı. Hani çocuklarının dershane masraflarını karşılayabilmek için beslemekte olduğu, sütünden her daim yararlandığı, buzağısıyla da geçimine katkıda bulunan ineğini satmak zorunda kaldığı ifade edilen. Var mı ondan bir haber? Çocukları üniversiteye gitti mi? Bir meslek sahibi olup da o meslekte atamaları yapıldı mı? Çocukları anneleri Ayşe teyzeyi iyi bakıyorlar mı? Mutlular mı şimdi onlar?
Zaman zaman geriye dönüp bakmak, dünle bugünü kıyaslamak gerek. O günleri yaşayanlar hatırlayacaktır, Ayşe teyzenin çocuğunun kurs/dershane parasını karşılayabilmek için satmak zorunda kaldığı ineğini, âlicenap yöneticiler duyarlı davranarak inek satılacağına dershaneler, kurslar kapatılmalı diyerek yeni bir sürece imza atmışlardı.
Eğitimde olsun, sanayide olsun her hamlenin olumlu ya da olumsuz bir bedeli, bir karşılığı vardır. Yuvarlanan taş yosun tutmadığı gibi önüne gelen lale, sümbül, zambak, ortanca, hanımeli vb. ne varsa hepsini yerle bir eder, ezip geçer. Nitekim geçti de. Taş, kaya hareket ettikten sonra artık yerinde durduğu gibi asla durmaz, hareket hâlindedir zaten, nasıl dursun ki? Nitekim durmadı da!..
Hâkim siyasi düşünce eğitim sistemimiz içerisinde dershanelerin varlığının eğitim öğretim, sosyoloji ve siyasi mülahaza adına asla yer almaması gerektiğine hükmetti ve hükmünü de herhangi bir duygusallığa meydan vermeden uyguladı. Her ne kadar bunda da birtakım “duygusal” gerekçeler olsa da!.. Peki sonra ne oldu? Eğitimde çok hızlı bir değişim ve gelişim yaşandı; butik kolejler, apartman liseleri, villa kurumlar, küçük porsiyonlu ilk ve ortaokullar!.. Her yerde mantar biter gibi özel kolejler, liseler açıldı birbiri ardınca. Özel okullaşma oranında görülmemiş bir yükselme söz konusu oldu. Elbette bunlar birkaç yıl içinde olmadı, belirli bir takvim dahilinde yapıldı ve bu sürece tamamlandı gözüyle bakmak mümkün!.. Tamamlandı dediysem siz, onun başına “na” olumsuzluk eki eklenmiş veya kelimeden sonra ayraç içi ünlem işaretine yer verilmiş olarak düşünebilirsiniz bunu. Peki Ayşe teyzenin ineğinin satmasına sebep olan kurslar, ortam bugün nasıl? Hemen söyleyeyim hem o gün bir ineğini satmakla durumu kurtarabilen Ayşe teyze bugün iki ineğini satsa da kurtarır mı bilemem!.. Şartlar daha zor ve daha kalitesiz…
Ekim yaptığınız tarladaki yararlı otları zararlı, zehirli, yabani ot muamelesi yaparak bir bir köklerseniz bu sizin ve toplum için sadece bir kayıptır. Bu, böyle bir şeye tevessül edenlerin iş bilmezliğini, toplumun hayrına iş yapmadıklarını ortaya koyar. Şimdi ekinler daha bol ve daha gümrah mı? Şimdi elde edilen rekolte eski rekolteyi aştı mı, onun çok gerisinde mi kaldı? Hesap ortada, herkes bu hesabı yapabilir!..
Acemi bahçıvan gibi gül bahçesindeki güllerin dallarını, budaklarını kesip gülleri kurutmaya, yer yer köklemeye kadar vardıktan sonra, arazi gülistan mı bugün haristan mı? Gül bahçesi mi bugün yoksa diken tarlası mı? Bahçe bahçeliğini koruyor mu yoksa meraya mı döndü her yer?
Değerler eğitimine ağırlık vermek milli eğitimin temel hedefidir. Milli Eğitim Temel Kanunu’nda bu durum, “iyi insan, iyi vatandaş yetiştirmek” olarak ele alınır. Eğitim konularında ufuk açıcı yazılarını refikimiz, “hocaların hocası” R. Serdar Özmilli Hocamızın satırlarından takip ediyoruz. O yazılarda da dikkat çekildiği üzere eğitimin, her şeyden önce hasbi olan ama asla hesabi olmayan kadrolar ile yürütülmesi gerekmektedir. Öyle bir ruha sahip kadrolardan mahrum bir toplum, “Milli Eğitimi” açısından hiçbir zaman istenilen ölçüde nesillerinden verim alamayacaktır. Böyle olunca da toplumun değerler yarışında hep geride kalması mukadderdir.
Her şeyde olduğu gibi eğitimde de rol modellik önemlidir. Eğitime yön verenler, eğitim yöneticileri doğru, iyi insan, iyi vatandaş olmuşlar mıdır ki bugün öğrencileri hayata o bakışla yetiştirme derdi ve çabası içerisinde olsunlar?
Bir gecede on binlerce insanı mesleğinden, işinden, aşından, itibarından edenler hangi yüzle öğrencilere karakter eğitiminde rol modellik yapabileceklerdir ki? Mesele, iyiliği, güzelliği ezberlemek, anlayıp hafızaya almakla bitmiyor. Onu her türlü şartta hayata geçirmekle başlıyor asıl.
Sosyal medyada gördüğüm, değerler eğitimi konusunda önemli bulduğum bir anekdotu buraya alarak sizlerle paylaşmak istiyorum: “Doğan Cüceloğlu bir seminerinde yere bir parça ekmek koymuş ve ‘Bu ekmeğe basabilecek biri var mı?’ diye sormuş salondakilere. Hiç ses çıkmamış tabii. ‘Sahneye gelip bu ekmek parçasına basana 100 dolar vereceğim’ diye devam etmiş. Salonda yine çıt yok! Fiyatı arttırarak 5 bin dolara kadar getirmiş. Bu sırada salonda bulunanlardan birisi ‘Hocam istersen 500 bin dolar ver yine bize o ekmeği çiğnetemezsin boşuna uğraşma!’ demiş. Doğan Cüceloğlu da ‘İşte değerler eğitimi budur’ diye noktayı koymuş.”
Ekmeğe saygı gösteren bu insanlar, ekmeğini helalinden kazanan insanların mesleklerinden edilmelerinde hiçbir beis görmediler. Ekmeğe saygı gösteren, insana saygıyı yok saydı.
Öğrencilerin, öğretmen arkadaşlarının, velilerin daima övgüyle bahsettikleri, yanında oldukları, daima güvendikleri, bunca insanın güvenlerini kazanmış insanlara, ağırlığı kaldırılamaz iftiralar atmanın, onların arkasından alengirli işler çevirmenin neresindedir iyi insan, iyi vatandaş olmak ve bu konuda topluma liderlik yapmak? Bediuzzaman "... Nefsini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez." derken ne kadar da haklıdır. Bugün çevremize baktığımızda, etrafımızın nefsine toz kondurmayan, kibir abidesi, toplumun iyilik ve güzellikte biricikleri sanana narsistlerle dolu olduğunu üzülerek görmekteyiz. Eee ne demişler, “Koyunun olmadığı yerde, keçi abdurrahman çelebidir.” Gerçi her yer hakkı, hakikati öğrenme noktasında sorgulamayan, bunu dert etmeyen koyunlarla doludur. Bu da ayrı bir mesele!..
Öğrenciler eğitim öğretim hayatlarında yeni bir aşamaya geçebilmek, hedeflerindeki mesleğin ilk adımlarından olan güzel, sevdikleri bir bölüme girebilmek için ter döktüler. Bu sene tercihlerde puan barajı da kalktı. Düşük puanlı öğrenciler de dilerlerse tercih yaparak boş olan bölümlere yerleşme imkânını elde edecekler. Ne güzel değil mi? Herkes üniversiteli olacak, herkes de üniversite mezunu. Gören de ilkokulu, ortaokulu bitirmişlerden bahsediyoruz sanacak!.. Üniversite mezunu demenin; bir ferdin en azından yirmi üç yirmi dört yılını okul sıralarında dirsek çürütmesi demek olduğunu söylememe gerek var mı? Üniversiteyi bitiren bir genç hayata atılmak, hayata dair projelerini bir bir hayata geçirmek hayalindedir.
Fertler bu hayali gerçekleştirebilir mi? Buna evet ya da hayır demek o dönemin şartlarına bağlı. Günümüzde buna derhal evet demek mümkün değil. Çünkü toplumu yönlendiren siyasiler, toplum mühendisleri meseleye bir bütüncül bakışla asla bakmıyorlar. Oysaki eğitim gibi bir mesele nesiller boyu bir bütün olarak bakılmak zorundadır.
Sabah erken kalkanın projesini hayata geçirme yeri asla olmamalıdır Milli Eğitim. Ama görüyoruz ki yirmi senedir iktidarda olan bir siyasi düşüncenin hükümetlerinde atanmış her bir bakan ayrı bir telden çalmıştır. Bu, bu iktidardan öncekiler için de geçerli bir durumdur. Haydi onlara farklı siyasi iktidar olduğu için bir parça anlayışla karşılayalım bunu. Ama aynı siyasi düşüncenin bu kadar dağınık, bu kadar birbirini nakzeden, oradan kaldıran bir eğitim öğretim anlayışı olabilir mi? Bunu anlayışla karşılamak mümkün mü?
Yeri geliyor üniversite mezunu sayısını artırmak, yeri geliyor işsizliği azaltmak, yeri geliyor giriş sınavlarındaki yığılmayı azaltmak, yeri geliyor siyasi mühendisliklerin hesaplarını yerine getirmek amacıyla birbiriyle asla tutarlı olmayan kararlara ve uygulamalara imza atılıyor. Olan bu ülkeye, ülkenin gençliğine, geleceğine oluyor. Bu arada bazıları ceplerini dolduruyor, bazıları da haklarından mahrum bırakılarak haklarını alabilmek için ahiret yurdundaki Büyük Mahkeme’nin kurulmasını bekliyor!..
Sözün özü eğitim öğretim, esas amaç olmayınca alınan kararlar eğitim öğretim adına herhangi bir işe yaramıyor. Problemlere çözüm, dertlere derman, hastalıklara şifa, yaralara merhem olmuyor. Sadece bazıları satılan ilaçlardan nemalanmış oluyor, o kadar.
Toplumun geleceği hasbi olan ama asla hesabi olmayan kadrolardadır. Toplum, o kadroları bir bütün olarak görür mü görmez mi bilemem. Her daim tatilde olan eğitim öğretim ay sonu itibariyle tekrar tatile giriyor. İyi tatiller!..