|   | 
  • Cevahir Kadri

    Ekim Deyince…

    Sonbaharın, türlü renklerin âdeta bir eğlence, bir cümbüş dahilinde birbiriyle ahenkle iç içe olduğu, meyve ve sebzeleriyle bol ve bereketli bir mevsimin ikinci ayıdır ekim.

     

    Ekim ayı için “teşrin-i evvel”; “ilk teşrin”, “ilkteşrin” ya da “birinci teşrin”, “birinciteşrin” adları kullanılır, 1945’ten sonra ise ayın ismi “ekim” olarak değiştirilir. Kelime, Türkçe "ekme" eyleminden türetilmiş olup “tarlaların sürülüp ekildiği ay” anlamındadır. Bu ay için, Anadolu'da, "kuru yaprak" anlamına "gazel ayı" da denir.

     

    Ekim deyince yeni bir başlangıç, ümit, yeni ve müreffeh yarınlar, umut dolu bir gelecek, bereket yüklü hayallerin hakikat toprağına ekimi akla gelir.

     

    Gözleri, geçmişten geleceğe çevirmenin geçen maçları geride bırakmanın, geçmişin tecrübeleriyle gelecek günlere hayal çözgüsünde bir ilmek atmanın, tecrübe demi ve tavında hâl toprağına gelecek, ümit ve hayal tohumlarını saçmanın ve elbette ekmenin adıdır ekim.

     

    Ekim deyince elbette ekim dikim işlerini, doğal ekosistemi oluşturmayı bir meslek olarak ifa eden, yerine getiren çiftçiler, ileşberler (rençber) akla gelir. Çiftçi demek, hep ümit besleyen, ümitler yeşerten, ümit içinden ümitler çıkartan demek. Tıpkı yıllar önce okuduğum bir paragraf sorusunda yer alan cümlede belirtildiği gibi!.. Okuduğum o paragraf metnindeki cümle aynen şöyleydi: “Çiftçinin karnını yarmışlar, kırk tane gelecek yıl çıkmış!” Bu ifadenin aynı zamanda bir atasözü olduğunu da belirtmeliyim. Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü’nde bu deyimle ilgili olarak “Çiftçinin ürünü her yıl bir afete uğrar. O da hep gelecek yıla umut bağlar. Durum böylece sürüp gider.” Diye izah getirmiş. Bu durum benzeri bir atasözünde şöyle ifade edilmiş: “Ekincinin karnını yarmışlar; kırk bu yılcık, kırk bıldırcık çıkmış.” (Ekincinin bütün yaşamı, geçen yıl söyle olmuştuyu düşünmek ve bu yıl şunu bekliyorum diye umutlanmakla geçer.)

     

    Atasözleri, bizim hayatımıza, atalarımızın yaşanmışlıklarından süzülüp gelen tecrübeler dizisinin olumlu katkısıdır. Geçmişin tecrübesiyle geleceğe kanatlanmamızı sağlar. Burada da onu görüyoruz; bağımız, bahçemiz talan edildiyse yarınlarımız vardır, yarınlarda o bağ ve bahçe, yeniden abat edilerek mamur hâle getirilebilir. Bunu düşünmeli, karamsarlıklara asla yer vermemelidir…

     

    Ekim deyince çocukluk ve gençlik yıllarımda babamın tohum, toprak ve ekim işleri hasılı babamın çiftçiliği aklıma gelir. Bizim oralarda buğday güzden ekilir, arpa martta, nisanda ekilse de olur. Çünkü buğdayın gelişim süreci ve hızı ile arpanınki bir değildir. Buğday daha geç sürede gelişip olgunlaşır, başağa durur. Arpa ise daha hızlı bir sürede gelişir, orağa gelir. Arpa, buğdaydan geç ekilmesine rağmen buğdaydan önce orağa gelir. Halk arasında, gelişim süreçleri bağlamında, oğlan çocukları buğdaya, kız çocukları da arpaya benzetilir.

     

    Ekim deyince, evet, rahmetli babacığımın ekim zamanı hazırlıkları gelir gözümün önüne. Babam ertesi gün hangi tarlaya ekin ekecekse o güne ve o tarlaya yetecek miktarda tohumluk buğdayı akşamdan hazır ederdi. Hazır ederdi diyorum çünkü tohumluk buğdayları bazı işlemlerden geçirirdi. Neydi bu işlemler, hemen anlatayım. Halk arasında “göztaşı” veya renginden dolayı “göktaşı” adı verilen bir kimyasalı (bakır sülfat) su ile karıştırır. Ortaya çıkan eriyik ile, bir leğen içerisinde, buğdayları bir süre karıştırarak âdeta yıkardı. Bilgilerimi doğrulatmak istercesine hacı anneme, “Babam tohumluk buğdayları niçin göktaşı ile yıkardı?” diye sordum. Annem de ekilen tohumdan “karacalı” yani içi kapkara buğday başakları oluşmasın, hastalıklı olmasın diye bu işlemin yapıldığını söyledi. Ekim, başlangıç temiz olmalı, temiz devam etmeli ve temiz bitmeli; insanımızın yaşama anlayışı böyleydi. Şimdilerde bunun yerine, ekin hâlindeyken birtakım ilaçlamalar yapıldığını biliyorum.

     

    Ekim deyince şairler dile geliveriyor işte. İşte şair Turgut Uyar “Ekim de geldi sen gelmedin. Eylül toparlanıp gitti işte, ekim de gider bu gidişle…” deyivermiş. Beklenilen, elbette gelmeli değil mi? Hem de çok değil, hiç bekletmeden!.. Ama bu mümkün mü, pek emin değilim. Cahit Zarifoğlu da “Vazgeçtim sen ekimde gel. Eylülde herkes geliyormuş!..” diyerek beklenenin gelişinin de zarifçe olmasını murat etmiş...  Geçmişten bugüne ekim ayında nice elemler, dramlar, acılar yaşanmıştır; acıları toplamak ne mümkün!.. Bütün acılar, bir acının gönül toprağında büyütülmüş hâli değil mi?.. Son dönemin usta kalemlerden Nazan Bekiroğlu da içimizde tutuşan yangınları yağmur kuşlarınca söndürme çabasına girmiş: “Ne çok yağmur kuşu içinizin yangınına dokunmuştur. Ne çok ekim geçtiğini düşünürsünüz.” Ah, o yangınlar!..

     

    Gönlünde, aşka dair nice dizeler yeşerten şair Muammer Kardeş de “Muştularla gelir bana EKİM./ Nadasa bırakılmış toprak gibi hissederim./ Acılarda arındırılmış ruhumu/ Kutsal bir yalnızlığa çekerim,/ Sabırlı.../ Umutvar.../ İyileştiririm kırılan gururumu./ Daha bir yürekten gelir sözlerim.” deyiverir umutla!.. Deyiverir de ekimin aşkından başka bir şey olmadığını, gelenin aşkı olduğunu söyler.

     

    Akademisyen şairlerimizden Mustafa Sarı da sonbaharın bereketine ve renkliliğine, rikkatli kalbinden taşan dizeleriyle dikkat çeker: “işte, narlar da çatladı çatlayacak/ ne doğurgan bir kadındır nar!/ gerçi sen de bilirsin./ ‘bir gidip bin geliyor’ her sonbaharda/ nesi ölüm, nesi yasmış bunun!// birazdan ayva da gelir mahalle pazarına,/ şöyle salına salına dolanır, tezgahları./ her hafta, esnafın aklını karıştıran o sarışın afet,/ Nabzını tutar hayatın/ dipdiri…” hani haksız da değildir şair bunları söylerken. Şair, sonra da kendi kendine “hıı şair,/ sen neyin yasındasın!” diyerek ahvalini de sorgulamaktan geri durmaz.

     

    Ekim deyince de kasım deyince de yıllarımı severek verdiğim güzel mesleğim, öğretmenliğim canlanır gözümde. Böylece peş peşe sökün eder anılar. Takvimler 5 Ekim’in “Dünya Öğretmenler Günü” olduğunu hatırlatır bize. Evet, bu vatan ve millet için, insanlık için dinî, millî, insanî değerleri insanımıza, gençlerimize, geleceğimize anlattık da anlattık!.. Hiç bitmeyecek sandıklarımız da bitiyormuş meğer… insanız, zanlarımızda yanılabiliyoruz işte!..

     

    Hayır ve şerrin Yüce Mevlâ’dan geldiğine imanımız vardır; ama bu; zalimlerin, şerirlerin ve dahi kendi eksikliklerimizin payını, hissesini ortadan kaldırmaz. Herkes yaptıklarından veya yapmadıklarından mes’ul. Masumların emeklerini gasp ile onların hakkına girenler, haklarını yiyenler bu dünyada da ahirette de yediklerini hazmetmek durumundadırlar. Buna da imanımız vardır. Rabbim, yeter ki bizleri istikametten, rızasından ayırmasın!..

     

    Ekim deyince iki durak vardır benim için. Birbirine zıt iki durak; biri doğum, biri ölüm durağı. Birinde can parem, biricik kızım dünyaya gelerek bizi sevinçler yaşatır, diğerinde ise varlığıyla kendimi dağlar mesabesinde güçlü hissettiğim ve her zaman iftihar ettiğim, köyümüzün en fedakâr iki insanından biri olan babam, ebedî âleme göç eyler. Birinde yaşama sevincime sevinç katarım, onunla sevinir, coşarım. Ölüm durağında ise hayatımın muhasebesini yapar, giden güzelliklere iyilikler yapmaya çalışırım.

     

    Ekim deyince bir başka acılar, feryatlar yükselir arşa… Kerbela’da, bu ölüm durağında şehadet mertebesine ulaşan İki Cihan Güneşi’nin torunu vardır; gözüne dünya saltanatından başka bir şey görmeyen, zalim Yezit, bu yüce insana yaşam hakkı tanımayarak zalimliğini ortaya koymuş, Hz. Hüseyin Efendimizi (ra) şehit etmiştir.

     

    Ekim deyince sosyal hayatımız bir başka hareketlenir. Çünkü Yeni modern Türk devletimizin yönetim biçimi bu ayda, 29 Ekim’de, “cumhuriyet” olarak belirlenmiştir!.. Eşit vatandaş, eşit haklar ve özgürlükler hem seçme hem de seçilme hakları ile birlikte!... Birey olmanın, kendi varlığını sosyal ve siyasi ortamda ortaya koymanın imkânı gelmiştir böylece!.. Ara sıra bunu hazmedemeyen ceberutlar, mütekebbirler olsa, onların güçleri geçici bir süre etkili olsa da uzun vadede “Söz milletin!..” olmuştur, olacaktır da!.. Modern Türkiye Cumhuriyeti devletimizin kurucu Gazi Mustafa Kemal “Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.” diyerek kişilerin gelip geçici, devletin adalet ve hak hukuk ile yaşamaya devam edeceğini belirtmiştir.

     

    Ekim deyince elbette sadece gelecek akla gelmez; bolluk ve bereket hâli olarak gözler önündedir. Yerine, yöresine göre pür çeşit meyveler, sebzeler ile pazarlarda karşı karşıya geliriz: Yeşil zeytin, türlü türlü elma, birçok çeşidiyle üzüm, yeni yeni limon, mandalina, ahlat, muşmula, muz, hünnap, yazdan devam eden çilek; birçok çeşidi ile fasulyeler, türlü türlü domatesler, biberler, salatalıklar… Domatesler ve biberler, tarhana, sos ve kışlık menemenlik yapmak için pazarlarda yerlerinde kasa kasa kurulmuşlar, sizleri bekliyordur. Kavun, karpuz ve acuru, diğer yeşillikleri saymadım bile… Ya nar, “Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane” bereketiyle dillerimizde bilmecesiyle pelesenk olmuştur onlar. Sesteşi olan ateşten korusun Rabbim, ama narların da ayrı bir tadı vardır. Allah’ın nimetlerini saymakla bitirebilir miyiz, asla!.. İlahi ikaz geliyor hemen: “Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız, asla böyle bir işin altından kalkamazsınız! Gerçek şu ki, çok acıyan çok esirgeyen gerçek bağışlayıcı elbette Allah'tır.” (Nahl, 18)

     

    Ekim deyince her zaman ve her demde sen gelirsin aklıma. Yaşama sevincime sevinç katan, onu anlamlandıran, onu değerli kılan. Kim, kimle beraber olursa hayatının çerçevesini öyle belirlemiş ve çizmiştir. Değerler, iyilikler, güzellikler, sevgi, barış, umut, aşk, muhabbet hep sen gelirsin. Yokluğun “deli eder beni!” Varlığında türlü ateşlere yansam da “yokluğun buz denizi”dir. Yokluğunda sözlere, yazılara, medyalara tutundum hep varlığının hayatıma kattığı tatları bulabilmek için. Ve insan, insanlara yararlı olduğu oranda kendine yararlı olur. Çünkü yaptığı iyilikler, güzellikler kaybolmaz; “Balıklar bilmese de... Halik bilir.” Çünkü Allah, öyle buyuruyor: “Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara, 149) Allah’ın bildiğini bilmek ne büyük bir imkân!

     

    Ekim deyince geçen yüzyılda milyonlarca insanı derinden etkileyen, canların yitirilmesine sebep olan Çarlık Rusya’sında başlayıp bütün dünyayı etkisi altına alan Ekim Devrimi (Jülyen takvimine göre 25 Ekim 1917 / Miladi 7 Kasım 1917) gelir. İnsan meseleye bütünlükçü ve kuşatıcı bakamayınca insanlığa yarardan çok zararı dokunuyor. Nitekim Ekim Devrimi ile zulüm, işkence, inançların yok edilmesi, kültürel soykırım vb. daha nice olumsuzluklar yaşanmıştır!.. “Hiç mi yararı olmamıştır?” sorusunu, “Zararı, yararını aşmıştır; insanlık için, astarı yüzünden pahalıya mal olmuştur. İnsanlık bunun bedelini ödemeye bazı bölgelerde, mesela Çin’de, devam etmektedir.” şeklinde cevaplamak mümkündür.

     

    İnsan, devrimini önce içinde yaşayarak gerçekleştirmelidir; kötülüklere, haksızlıklara, hukuksuzluklara, nefsinin hevalarına, hırslarına karşı isyan ahlakı ile hareket etmelidir. Ferden ferda bu değişimi gerçekleştirememiş fertlerden oluşan toplum, hangi sistemi inşa ederse etsin sonuç değişmeyecektir. Değişen sadece mütekebbirleri ve onun çanak yalayıcı şakşakçıları olacaktır.

     

    Ekim deyince aklımda hep yenilenme, tazelenme ve umut!.. Ve son söz “Elbet bir gün buluşacağız,/ Bu böyle yarım kalmayacak!

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.