Gözlem, insan için önemli eylemlerden biridir. Dünya hayatını anlamanın, onu idrak etmenin yöntemlerinden biridir gözlem. Bir başka ifadeyle, başkasının tecrübesini doğrudan doğruya, bir bilgi olarak almaktır. Çünkü herhangi bir konuda başka bir bilgi kaynağının olmadığı yerde en güvenilir bilgi kaynağıdır gözlem.
Gözlem yapmak da bir gayretin ve derin bir bilincin ürünüdür. Yoksa bilinçsizce çevreye aval aval bakmak gözlem değildir. Nereye, nasıl, ne için bakabileceğini, nereye ulaşmak istediğini bilme bilinci yoksa kişinin bakışı gözleme dahil değildir.
Hz. Âdem’in çocukları arasında geçen, insanlık tarihinde görülen ilk katil, öldürme olayı sonrasında Kabil, Habil’in cesedine karşı nasıl bir işlem yapması gerektiği bilgisini nereden edindi? Bir karganın, ölmüş bir kargayı toprağı eşeleyip onu oraya gömmesini gözlemlemesiyle öğrendi, öyle değil mi?
Çevremize, varlıklara, kuşlara, hayvanlara, insanlara kısacası doğaya şöyle bir göz attığımızda her bir varlığın, kendine ayrılan rızkını elde etmek için bir çaba içerisine girişmiş olduğunu görürüz. Gözlemlerimiz bu konuda bizi yanıltmaz.
Gözlemin önemi
Gözlem yapmak, oradan esaslı dersler çıkarmak esasen aynı zamanda bize verilmiş ilahi bir görev, emir ve tavsiyedir. Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayet-i kerimede yeryüzüne dağılıp geçmişte türlü olumsuzluklar işleyenlerin, zalimlerin, yalancıların akıbetlerinin ne olduğunu görmemiz üzerinde tefekkürî bir seyahate çıkmamız gerektiği buyrulur. İşte o ayet-i kerimelerden birkaçı:
* “Göklerde ve yerde neler var, bakın!” (Yunus,101)
* “Onlar üzerlerindeki gökyüzüne bakmadılar mı ki, biz onu nasıl bina etmişiz ve süslemişiz.” (Kaf,6)
* “Allah’ın rahmet eserlerine bak! Ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltiyor...” (Rûm, 50)
* “Peki onlar, Allah’ın yaratmayı nasıl başlattığını, sonra onu art arda sürdürdüğünü görmezler mi? Kuşkusuz bu, Allah için kolaydır. (Resulüm!) De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın ve Allah’ın ilk yaratılışı nasıl başlatıp devam ettirdiğini görün. Allah, daha sonra ikinci hayatı da işte böyle gerçekleştirecektir; Allah her şeye kādirdir.” Ankebût, 19-20)
* “De ki: “Yeryüzünde dolaşın da önceki milletlerin sonlarının nasıl olduğuna bakın.” Onların çoğu Allah’a ortak koşan kimselerdi.” (Rûm, 42)
Maksadım esasen konuyu sadece gözlem etrafında ele almak değil. Varlıkların rızklarını elde etmek için kendi çaplarında bir çabanın içerisine girmiş olduklarını, bu çabanın sadece insana mahsus olmadığını ifade sadedinde gözlem konusu yazıya dahil oldu.
İnsan emeğiyle var olan bir varlıktır. Daha doğrusu ayet-i kerimede belirtildiği üzere “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” Diğer varlıklar rızıklarını sadece arama çabası içerisine girerler. Onlarda bir üretme, varlıklardan yeni bir varlık inşa etme, ortaya koyma derdi, çabası, sorumluluğu da yoktur. Bu dert, çaba ve sorumluluk sadece ve sadece insana mahsustur. Kuşların, kurtların, böceklerin, hayvanların rızıkları doğada vardır zaten. Onlar sadece arama ile vazifelidir. Arı çiçeklerin olduğu yerlere, keçi koyun otların olduğu yerlere, hakeza kuşlar da öyle meyvelerin olduğu yerlere gidip rızıklanırlar. Onların ağaç dikme, yetiştirme ve sonrasında oradan bir meyve bekleme gibi bir dertleri yoktur.
Emek, sınav, başarı
Bu hafta sonu öğrenciler üniversitelere, istedikleri bölümlere girebilmek için sınavda ter döküyorlar, döktüler. Yıl içerisinde yoğun bir tempo ile hazırlandıkları sınavlardan emeklerinin karşılığını almanın çabası içerisindeler. Rabbim onların zihinlerini açık etsin. Onlara hayırlı başarılar dilerim.
Yıl boyunca hiçbir konuya çalışmamış, hiçbir konunun sorularına el atmamış, hiçbir öğretmenin sınava dair uyarılarına kulak vermemiş, kabartmamış bir öğrenci şimdi sorular karşısında nasıl soğuk terler döküyordur, dökmüştür? Bunun böyle olması normal mi? Elbette normal. Sorular da nihayetinde kelimelerden ve rakamlardan oluşuyor.
Kelimeler de rakamlar da insan gibidir, ilk defa karşılaştıklarına pek bir şey söylemez. Gönüllerini yada, yabancıya açmaz. Bir kelimenin insana kendi anlam dünyasının resimlerini, manzaralarını gösterebilmesi için tanıdık olması lazım gelir. Onun için öğrencilerin bol soru çözmeleri gerekir ama onun evvelinde ve beraberinde çok da kitap okumalılar, kelime dağarcıklarını yeni yeni kelimelerle doldurarak zenginleştirmeliler.
İnsanın hayal kurmasını etkileyen sebeplerden biri para ve imkân ise diğeri de kelimelerdir, geniş ufuktur. Geniş ufku elde etmenin yolu da bol okumak, zihni kelimelerle donatmak değil midir? Yeni şeyler öğrenme, okuma çabasında olmayan, düşünce havuzuna billur pınarlardan, gözelerden her dem yeni ve temiz su girişi sağlayamayan kişi düşünce dünyasında bir kokuşma yaşar ve “İki günü eşit olan ziyandadır.” hadisinin hakikatiyle yüz yüze kalakalır.
Toplum içinde bireyin çalışması çabalaması, bir şeyler üretmesi, ortaya koyması ne kadar önemli ise toplumu yönetenlerin, idarecilerin, kanun koyucuların ve kanunları uygulayıcıların da bireyin hakkını hukukunu korumaya çalışması o kadar elzemdir. Onlar bunu yapmazlarsa “Çalışan kazanır, elması kızarır.” hükmü sadece masallarda görülen, duyulan bir hakikat olarak kalır ve toplum ona hep hasret ve hayranlık duyar. Büyükler masallardaki saltanatları gerçek hayatlarında hüküm sürerken toplumu oluşturan bireyler ya da toplumun bir kısmı o saltanatın nimetlerini rüyalarında bile görmekten uzak kalır. Tekrar edelim; bireyin çalışması, çabalaması, maddi manevi değerleri elde etmek için çok çabalaması gerekir. Toplumu yönetenlerin en alttan en üste kadar her bir yönetici bireyin emeğinin hakkını almasıyla, vermekle sorumludur. Yöneticilerin bu sorumlulukları her daim üzerinde hissetmeleri ve hakkıyla yerine getirmeleri çok çok önemlidir.
Eğitim katar katar
Geçen gün medyada, Katarlı öğrencilerin Türkiye'de sınavsız bir şekilde tıp, diş hekimliği, eczacılık eğitimi alabileceklerine dair bir haber yer aldı. Haber, YKS öncesi hâliyle sosyal medyada büyük bir tepki topladı. Hükümetin yaptığı açıklamada, Katar ile imzalan "Askeri Sağlık Alanı'nda Eğitim ve İşbirliği" protokolü ile bu haktan sadece “Katar Silahlı Kuvvetlerine mensup askeri ve sivil öğrencilerin yararlanabileceği” ifade edildi. Ama zihinlerde, anlaşmada yer alan “sivil öğrenciler” ibaresi çakılı kaldı.
Herkesin gerçekleri öğrenmeye, gençlerin emeklerinin korunması yönünde çaba sarf etmeye hakkı ve sorumluluğu var. Hiç kimse bu hakkından ve sorumluluğundan vazgeçmemeli. Zaten hukuku dolana dolana, toplumun anayasal hakları “hukuk çerçevesinde” gasp edilmiş, var olan anayasal ve yasal hakları ellerinden alınmış durumda. Bunca gencin emeği, çabası, imkânı bir kenara atılarak yabancı öğrencilere, üniversitelerde sınavsız okuma hakkı verilmemeli. Bunun hangi ülke olduğunun hiçbir önemi yok. Önemli olan gençlerimizin, öğrencilerimizin “ev danası” muamelesi görmemesi, “öz yurdunda garip, öz vatanın parya” muamelesine tabi tutulmaması!.. Korkarım ki kâğıt üstünde sınırlı olan, uygulama alanında geniş yer bulur.
Nice yasalar vardır ki muktedirlerin aleyhinde olan dar kapsamlı düşünülür, yasa esnetilir. Nice yasalar vardır ki açık açık hüküm belli olmasına rağmen vatandaşın lehine olanlar yok sayılır. Çünkü onlar daha baştan, muktedirlerin karşısında sayılmışlardır. Oysaki anayasaya göre her vatandaş eşit haklara sahipti, birinin diğerinden herhangi bir üstünlüğü ve ayrıcalığı yoktu!.. O zaman akla hakların gasp edilmesinden başka bir şey gelmiyor. Kim kimin hakkını gasp etmişse bilsin ki ahiretini, ebedi hayatını mahvetmiştir.
Haklar yok sayılırsa
Medyaya, sosyal medyaya yansıyan bazı haberler var ki ülkemin geldiği içler acısı noktayı özetler mahiyetinde. Burada önemli olanın imkân sahiplerinin kendini temize çıkarmaları değil. Sicili temiz insanlara türlü iftira ve itham sonucu “kimsesi” olmadığı için kendilerini temize çıkaramayan bir sistemin ve zihniyetin çürümüşlüğüdür, haktan hukuktan uzaklaşmışlığıdır. Anayasa ve yasalar çerçevesinde suçsuz olan insanları suçlu gibi bir muamelede bulunmak çürümüşlüğün dik alasıdır. Hakkın ifadesi sadece sözle ifade edilmez, medyada yazılıp çizilmez. Hak gerçek anlamda kendini bir “dava” üzerinde gösterir. Suçsuz, masum insanlar suçlu gibi gösterilip mahkûm ediliyor, bazı imtiyazlı kişilere başvuranlar bu suç isnadından kurtarılıyor ve diğerleri yok yere ceza çekiyorsa orada kimse kusura bakmasın hukuk falan yoktur. Devletin, mülkün temeli adalettir, adalet yoksa devletin sadece ismi kalmıştır.
İnsan emek sarf etmeli, ama sarf edilen emekler de birilerine peşkeş çekilmemeli. O emekler korunmalı. Haklar yok sayıldığı yerde emekler tehlikede demektir. Emeklerin korunmadığı, tehlikeye düştüğü yerde haklar ayaklar altına alınmış demektir.
Emek sahiplerine hakkını vermemek zulüm olduğu gibi hak sahibi olmayanlara imkân ve hak vermek de büyük zulüm ve haksızlıktır. Haksız ve hukuksuz bir şekilde “Rabbena hep bana!” anlayışı varsa bir yerde orada başlı başına zulüm var demektir. Fiziki zulümler ise işin cabası, onlara hiç değinmiyorum bile!..
“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” hakikati gereğince insan iyiyi, güzeli, doğruyu hakkıyla elde etmeye bakmalı, başkasının emeklerini nasıl gasp edebileceğine değil! Unutmamalı ki bu dünyada başkasının emeklerine, malına çökenler, gerçekte ahiretlerini, ebedi hayatlarını çökertmişlerdir. Böylece müflislerin ta kendisi olmuşlardır. Biline!..