“Erken gelen bir kış bu eylülde/Yaşadığımız yaralı bir güz/Sevgisiz bir çağı geçiriyoruz.” Diyor Bedrettin Aykın, Eylül isimli şiirinde. İnsanın zamanla ne çok derdi var. Âdetâ zamanla kavgalı insan. Baksanıza eylüller yaralamış, ekimler yaralamış, şubatlar, martlar yaralamış. Nicelerini öksüz ve başsız koymuş mayıslar. En son çağları aşan bir hoyratlıkla temmuzlar gözlerden yaş olup akmış, vücutlara dert olup inlemiş, ahlar yüksel mi arş-ı âlâya ulaşmış.
Günlerin, haftaların, ayların hatta yılların bir suçu yok, insan boşuna suç aramasın devirlerde, aylarda, yıllarda. Suç varsa bu suç insanın kendisinin.
Tarihe baktığımız zaman hayat tekdüze halinde devam etmemiş; inişler çıkışlar yaşanmış. Kimi zaman bir grup üstün gelmiş kimi zaman bir hanedanlık. Devletler kurulmuş, devletler yıkılmış. Savaşlar olmuş, barışlar olmuş. Bu geçişler nihayetinden insanların hayatları, canları üzerinden yaşanmış.
Devlet, kendisine bağlı vatandaşlarının huzur ve emniyetini, özgürlüğünü sağlayan önemli bir siyasi yapıdır. Devleti yönetenlerin yönetme maharetine bağlı olarak vatandaşları huzur ve güven içinde bir hayat sürerler.
Zaman zaman toplumu idare etmede psikolojik yöntemeler kullanılmıyor değil. Devletler bazında çokça uygulamalarını gördüğümüz “böl, parçala, yönet” taktiğini vatandaşlar arasında uygulamaktan çekinmeyen toplum mühendisleri, kitleleri gruplara, kamplara ayırarak toplumu daha kolay yönetme yoluna gitmişlerdir. Bunun sonucunda toplumun bazı dönemlerde bazı kesimleri başka dönemde başka kesimleri birtakım mağduriyetler yaşamışlardır. Fikret Demirağ, “Sevgi Bazı Düzenlerde” adlı şiirinde “Sevgi bazı düzenlerde/bir kınalı kekliktir/uçar iken kanadından vurulur//Gider gelir bir sevda ağlar gecede…” der.
Türkiye Cumhuriyeti’nde toplumu derinden etkileyen ilk darbe girişimi 27 Mayıs 1960 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koymasıyla gerçekleştirilmiştir. Bu darbe, aynı zamanda daha sonraki yıllarda gerçekleştirilecek darbelere de ilham kaynağı olmuştur. Darbenin ardından Yassıada Mahkemeleri kurularak dönemin seçilmiş cumhurbaşkanı, başbakanı, bakanı ve milletvekilleri yargılanmıştır. Yargılamalar sonunda aralarında Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın da bulunduğu 15 kişi idama mahkûm edilmiş, bunlardan sadece Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın idamları gerçekleştirilmiş, diğerleri müebbet hapse çevrilmiştir.
1961 yılında yeni anayasa hazırlanarak halk oyuna sunulmuş, %60,4 oyla kabul edilmiştir. Bu anayasa ile kuvvetlere ayrılığı sağlanmıştır.
Aradan sadece 10 yıl gibi kısa bir zaman geçmiş, Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesi, birtakım ekonomik, siyasi ve sosyal olayları bahane ederek 12 Mart 1971 tarihinde Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanına bir muhtıra vererek, hükümetin istifasını ve yeni bir hükümet kurulmasını istemiş, Başbakan Süleyman Demirel de bu muhtıra sonrası istifa etmiştir.Hükûmetin istifa etmesi, yeni hükümetin kurulması, süreleri içinde ve erken tarihlerde seçimlerin yapılmış olması toplumun huzur ve güven içinde bir hayat sürmesini sağlayamamıştır.
Önce üniversite gençliği arasında başlayan daha sonra lise ve ortaokullara kadar inen siyasi kamplaşmalar, kutuplaşmalar fikir ayrılığı düzeyinden birbirini kırdırma derekesine düşmüştür. Toplumu yönetenler, gençlerin safi düşüncelerini istismar ederek gençleri sağcı, solcu, faşist, komünist gibi yaftalarla birbirine karşı kışkırtmış, istedikleri dumanlı havanın oluşmasını sağlamışlardır.
Köyler, kasabalar, şehirler, mahalleler hâkim olan düşünceye göre âdeta parsellenmiş, bir görüşün hâkim olduğu mahalleye diğer görüşteki insanlar rahat ve güven içerisinde giremez olmuştur. Bu atmosferi kısmen yaşamış biri olarak ondan sonra öyle bir hava henüz ülkemizde yaşanmadı, yaşanmasını da asla istemem zaten.
Korku ve şiddet, her geçen gün topluma hâkim olmuş, mahallelerde kahveler taranmış, partilerin önemli isimleri bir bir öldürülür. Nihayet 12 Eylül 1980 günü Türk Silahlı kuvvetleri “ülkede huzur ve güvenin ve kendini koruyamayan demokrasinin yeniden tesisi için” yönetime el koymuştur.
Darbe öncesi ana cadde üzerinde büyük harflerle yazılan “DEV-GENÇ” yerini, 12 darbesi sonrası “SEV-GENÇ”e bırakmıştır. Bu, ihtilalin gençleri politikadan uzaklaştırma politikasından başka bir şey değildi.
Gençler, siyasetten uzak dursunlar, sporla, aşk meşkle vakitleri geçirsinler şeklinde özetlenebilecek bir anlayış hâkim kılınmıştır. Bunun yansıması olarak üniversitelerde bölümlerin yarısı kız yarısı erkek öğrenci olacak biçimde yerleştirmeler yapılmıştır.
Her dönemin acılarını yaşayanlar farklıdır. Dönemler değişir, özneler değişir, yaşayanlar değişir ama yaşanan acılar ne yazık ki değişmez. İhtilalle birlikte işinden olanlar, tutuklananla, işkence görenler, türlü türlü iftiralara uğrayanlar, işkence altında alınan ifadelerle hiç işlemedikleri suçları üstlenenler … nihayetinde idam edilenler, müebbet hapis yatanlar…
Bu acılı dönemlerin sinemaya, filme yansıması nasıl olmuştur? Meseleye bir de bu açıdan bakalım. Belki sinema ve film sektöründe başka eserler de vardır. Ama ben buraya bir sağ diğeri sol düşünceyi yansıtması bakımından iki sinema eserinden bahsedeceğim. Bunlar “Babam ve Oğlum” ve “Kafes” adlı filmler.
Senaryosunu ve yönetmenliğini Çağan Irmak’ın üstlendiğiBabam ve Oğlum filmi, 12 Eylül darbesinin yıktığı hayatlardan birini yansıtır. Küçük Deniz,annesini henüz doğmadan önce kaybetmiş, bir gazetede yazar olarak çalışan babası tarafından mütevazi bir evde yetiştirilmiştir. Babası dışında tanıdığı tek bir akrabası bile yoktur. Bir gün babası Sadık, küçükDeniz'i şaşırtacak bir haberle gelir. Deniz, bundan böyle babasıyla birlikte, hiç görmediği dedesinin yanında, küçük bir kasabada yaşayacaktır.
Köye vardıklarında Sadık yıllar önce küstüğü babasını ilk kez görür. Ama aralarındaki bu küskünlük kolay kolay geçecek cinsten değildir. Sadık'ın dönüş sebebini anlamlandıramayan aile bir yandan çok sevinmişle diğer yandan tedirgin olmuşlardır da. Küçük Deniz bu hiç görmediği ailesine alışır ve her şey düzelmeye başlar ama yaşanan bir dram herkesi derinden etkileyecektir. Çünkü baba Sadık, akciğer hastasıdır, çok az bir ömrü kalmıştır.
Son dönem sinemamızın en dokunaklı filmlerinden biri olarak yorumlanan Babam ve Oğlum kendi gerçekten de yaşanan acıları bir nebze olsun yansıtmayı başarabilmiş bir film.
12 Eylül Darbesinin bir başka yüzüne, milliyetçi kadroların uğradığı yıkıma yönelik, ülkücü camianın yaşadığı dramlar senaryosunu Lütfi Şehsuvaroğlu’nun yazdığı, yönetmenliğini Mahmut Kaptan’ın yaptığı Kafes adlı filmde ele alındı. Kafes filmi 2015 yılında çekilmiş, daha genç bir film. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında bazı sağ görüşlü insanların hapislerde yaşadığı olayları ve işkenceleri konu edinen Kafes filminin çekimleri, Ankara'nın Gölbaşı ilçesinde ve Ulucanlar Cezevi'nde yapıldı.
Her iki filmi de izlemiş biri olarak hemen şunu belirteyim ki filmlerin isimleri olaylara hangi açıdan yaklaşıldığını da gösteriyor. Babam ve Oğlum filmi, süreci hapishane dışında yaşamış olanların yaşadığı acılar daha çok öne çıkarılmış, sosyal hayat yansıtılmış; aile çevresi gibi. Kafes filminde ise olayın içinde olanlar ve içeride olanların yaşadıkları acılar dile getirilmiş.
İzlemeyenler için her ikisi de internette mevcut, izlemelerini tavsiye ederim.
Sözü Ülkücü camianın önde gelen isimlerinden merhum Ozan Arif, şair yazar Celalettin Kurt ve Mehmet Karanfil’den aldığım dizelerle tamamlayalım:
C-5 adlı şiirinden: “Hâkim bey…Hâkim bey bütün dünyamı /Yıkarak yaptılar benim sorgumu/C-5 denen yere gözlerim bağlı/Tıkarak yaptılar benim sorgumu//Savcının ağzından şu okunanlar/Benim suçum değil, hep yalan bunlar/Dövdüler hâkim bey, ağzımdan kanlar/Akarak yaptılar benim sorgumu”
Sen Yalnız Değilsin adlı şiirinden: “Elbet bir gün biter çekilen dertler/Zindanlarda çile çeken yiğitler/saymakla tükenmez cümle şehitler/Vallahi, billahi seninle şimdi”
Şair Celalettin Kurt daBu Türkü Senle Söylemek Vardı der: “Bu türküyü senle söylemek vardı/Hançeren yaralı kısık nefesim/Haramiler aşkımı çalmadan önce/Maveraya doğru ağardı sesim/Ezgime pranga düştü düşeli/Kavlini yitirdi yürek kafesim/Bu türküyü senle söylemek vardı”
Şair Mehmet Karanfil,Yusuf Yüzlüler adlı şiirinde de hapis hayatının manevi boyutunu dile getirir:“Gün çekilir, başlar bir alem hayalden/Geçer ömür, bir mevsim geceden/Yanık memleket türküleri dökülür/
Bir ağıt faslı başlar Yusufiye'den//Hasretin çağrısında masum gönüller/O gül yüzlü çeriler, Yusuf yüzlüler”
Devirler değişir, olaylar değişir, özneler değişir; yaşanan acılar, dramlar değişmez belki katlanarak artar! Ve o kadim söz, “Ateş düştüğü yeri yakar.”, yakıyor da!..