{NUTİZM VE NUTİSTLER-25}
EYYÜHEL EVLÂD! (EY ÇOCUKLARIM!)
{{Eh! Hava değişimi dedik ve methedile edile bitirilemeyen Güllüğe kapağı attık. Ne ise, altı eşek ahırı olan bir odacık kiraladım. Odanın içi bembeyaz badanalanmıştı. Ufacık, tefecik, hoş bir şey... Ne bileyim, oda değil, gülümsiyen ve gülümsetici bir kutu, onun içinde de ben kendimi âdeta bir oyuncak sandım! Yürürken bir türkü mırıldana mırıldana, ve küçük sıçrayışlarla hoplıya zıplıya yürüyordum. Balkonu da vardı haspanın! Hele ahırdaki eşek...}}
DİYE BAŞLIYOR HALİKARNAS BALIKÇISI’NIN “Fırıncının Kızı” İSİMLİ ÖYKÜSÜ.
KİTABIN ADI: “Gülen Ada”. Yeditepe Yayınları-İkinci baskı. 1971. (Kitabın birinci baskısı 1957 yılında yapılmış.)
ÖYKÜ OLDUKÇA KISA BİR ÇALIŞMA. AMA BEN YİNE DE TAMAMINI BURAYA AKTARACAK DEĞİLİM. YERİ GELDİKÇE, ÖNEMLİ BULDUĞUM PASAJLARI, YUKARIDA YAPTIĞIM GİBİ HİÇ DEĞİŞTİRMEDEN YAZACAĞIM. BURAYA YAZMADIĞIM YERLERİ DE DİLİMİN DÖNDÜĞÜ KADARIYLA ÖZET BİÇİMDE VERECEĞİM.
Eserlerini okuyanlar mutlaka bilirler; Halikarnas Balıkçısı, betimleme yapmaya çok meraklı ve bunda da başarılı kalemlerimizden biridir. Bu öykünün de baş tarafında uzun mekân betimlemeleri yer almaktadır. Ardından öykünün kahramanlarından Fırıncının Kızı Nimet ve kendisine âşık olan erkekleri anlatmaya koyulur yazar.
{{Böylece birkaç gün geçtikten sonra günün en parlak ışığını karşımdaki fırında babasının pişirmekte olduğu ekmekleri satan fırıncının kızının dirseklerine kadar sıvalı beyaz kollarında gördüm. O toparlak ekmekler yok mu güneş gibiydiler. Kız da hiç pudra sürmüyordu... ...İşte Nimetceğiz de öyle kokuyordu. Onu büyük bir asaletle sevmiye koyulmıyayım mı?...}}
Yazar, kızı sevdiğini söylemektedir, artık bu ne tür bir sevgi ise... Fakat sonra, Nimet’i sevip arzulayan daha bir sürü erkeğin bulunduğunu fark eder. Bunlardan ikisi belirgin olarak ortadadırlar. Kayıkçı Kara Yusuf, mesleğinden de anlaşılacağı gibi (benim anladığım kadarıyla; câhil), basit bir halk adamıdır. Babayiğit ve bıçkın birisidir de. Önde gelen ikinci âşık ise çok silik kişiliğiyle devlet dairesinde kâtip olarak çalışan Muzaffer’dir. Yazar’ın bu kızı hayatının bir parçası yapacak derecede ve o niyetle zaten sevemeyeceğini anlamışsınızdır. Belki bundan dolayı kendisi herhangi bir atak yapmamaktadır. Diğer iki âşık arasında bir kıyaslama yapar kendi kendine:
{{...Muzaffer vardı. Belediyenin birinci kâtibi idi. Belediyenin ikinci kâtibi olmadığına göre, aynı zamanda sonuncu kâtibi idi. Bu mıymıntı herife bakılınca Kara Yusuf bir arslandı. Kara Yusuf Nimet’in kapısını ‘Hey, hey!’ diye paldır küldür yıkmıya kaadirdi. Bu mükemmel bir tecavüz olurdu, kıyametler tâ köklerinden koparılırdı... ...Nimet kayıp gidiyordu, çünkü hiç birimizde davranış gücü göremiyordu. Gözlerinde yüksek bir istihfaf vardı...}}
{{...Bir gün olacak oldu. Hem pek gürültülü oldu. Karşımdaki kapı top gibi gürliyerek çerçevesiyle birlikte devrildi... ...Ondan sonra burgu gibi ince ve sivri kadın çığlıkları geceyi biçti... ...Eresi günü duyduk, Kara Yusuf göz göre göre Nimet’i kaçırmış...}}
{{...Her nasılsa il merkezinde çıkan gazetenin biri olanı biteni duymuş. Bir iki gün sonra ‘İğrenç Bir Tecavüz’ başlıklı bir yazı yazmış... ...belediye kâtibi Muzaffer o gazeteyi almış... ...kendisine benziyen birkaç kişiye okuyordu. ‘Falan kazanın filân nahiyesinde Kara Yusuf adında namussuz bir balıkçı... ...N. adlı bir kızın oturduğu eve saldırarak bütün halkın muhalefetini hiçe saymış ve kızın saçlarından kavrayıp, sürükliye sürükliye dağa götürmüş. Dağdaki çobanlar kızın acı acı aman yapma; diye çığlıklar saldığını işittiklerinden, hain herifin dağda kızın ırzına geçtiği anlaşılmıştır.’}}
ŞİMDİ GELEN SATIRLARA ÖZELLİKLE DİKKATİNİZİ ÇEKMEK İSTİYORUM!
{{Bunları okumakta olan Muzaffer Efendi’nin, ve onu dinliyenlerin yüzlerine dikkat ettim. Hepsinin gözlerinde bir ırza geçmek isteği okunuyordu. Ağızları sulana sulana, haberi kıtlıkta kalanların kebap kokusunu almaları gibi açgözlülükle dinliyorlardı. Muzaffer Efendi soluk almak için durdukça hepsi de hemen hemen bir ağızdan, ‘hey gidi namussuz alçak herif, zavallı ehli ırz kızı berbat etti’ diye gümbürdüyorlar. Ve avuçlarını şak! şak! dizlerine vura vura ‘Amanın! Ne fena günlere kaldık’ diye dövünüyorlardı.}}
{{Tam o sırada kahveye çıkan yoldan bir kız kahkahası boşandı. Ve az sonra Nimet’le Yusuf göründüler. Yusuf oturanlara, ‘bizi tebrik edin dün Milâs’ta nikâhımız kıyıldı’ dedi. Ama oradakilerin hepsi ortadan sıvışmıştı. Yusuf Nimet’e döndü, güle güle, ‘Beni kaçır dedin, kaçırdım. Bak hele ne oldu’ diye boş meydanı gösterdi. İkisi de güldüler.}}
ÖYKÜ BÖYLECE BİTİYOR. NE DERSİNİZ, EN AZ YETMİŞ YIL ÖNCE YAZILMIŞ BU ÖYKÜDE GEREK ERKEK GEREKSE KADIN FITRATIYLA İLGİLİ ORTAYA KONULMUŞ BAZI GERÇEKLERİ GÖREBİLİYOR MUYUZ? BİZLER VE BİZİMLE BİRLİKTE SOSYOLOGLAR, EĞİTİMCİLER, (HAYDİ SİYASETÇİLERİ, FEMİNİSTLERİ ALLAH’A HAVALE EDELİM), HUKUKÇULAR, DİN ADAMLARI İBRET ALABİLİYOR MUYUZ? HEPİMİZ ELLERİMİZİ VİCDANLARIMIZA KOYMALI VE AYAKLARIMIZI YERE BASMALIYIZ AMA! ANLAYANA PEK ÇOK KONUDA PEK ÇOK GERÇEK, PEK ÇOK İBRET VAR. BUNLARIN HEPSİ AYRI BİRER YAZI KONUSUDUR. FAKAT BEN ŞİMDİ TEK BİR ŞEYE DİKKATİNİZİ ÇEKMEYE ÇALIŞAYIM:
Bırakınız romanları, öyküleri, tiyatroları, filmleri, dizileri... gazete haberleri dahi okuyanlar üzerinde nasıl bir etki yapabiliyor, gördünüz değil mi: {{Hepsinin gözlerinde bir ırza geçmek isteği okunuyordu. Ağızları sulana sulana, haberi kıtlıkta kalanların kebap kokusunu almaları gibi açgözlülükle dinliyorlardı.}} Sosyologlarımız, eğitimcilerimiz, hukukçularımız, din adamlarımız, hepimiz (insansak) ellerimizi vicdanlarımıza koymalı ve ayaklarımızı yere basmalı; gerek kadın gerek erkek insan gerçeğini ve insan fıtratını doğru okumalıyız. Bunu en doğru, BİZİ YARATAN’ın okuyacağını, bileceğini anlamalı ve insan olmak, insanca yaşamak istiyorsak O’nun ipine sarılmalıyız. Önce O’nun emir ve yasaklarına uymalı ve sonra da bu emirlerin, yasakların hikmetlerini anlamaya çalışmalıyız. Hukukumuzu ve muamelâtımızı da buna göre düzenlemeliyiz.
Uzattım biliyorum. Uzasın varsın; ortada büyük büyük toplumsal yaralar bizi insanlıktan çıkarıp dururken nasıl kısa kesebilirim! ASIL SÖYLEMEK İSTEDİĞİMİ ŞİMDİ ÇOK KISA BİR BİÇİMDE ARZ EDİP NOKTAYI KOYACAĞIM:
Sâfî zihinlerin ihlâline yol açan bâtılı tasvîr neşriyâtına dur denilmelidir. Örneğin; televizyonlarda yapılan sosyal(!) programların (sizler biliyorsunuz o programları) çok yönlü olarak masaya yatırılması gerekir. Çok yönlü! Artısıyla eksisiyle! VE FAKAT O PROGRAMLARIN ÇOĞU İZLEYİCİLERİNİN DE BU ÖYKÜDEKİ GAZETE OKUYANLARDAN FARKLI OLAMAYACAKLARI PEŞİNEN BİLİNMELİDİR! FITRATI YOK SAYMAK VEYA GÖRMEZDEN GELMEK, HEM BİREYSEL HEM DE TOPLUMSAL BELÂLARA DAVETİYE ÇIKARIR!
{{Bunları okumakta olan Muzaffer Efendi’nin, ve onu dinliyenlerin yüzlerine dikkat ettim. Hepsinin gözlerinde bir ırza geçmek isteği okunuyordu. Ağızları sulana sulana, haberi kıtlıkta kalanların kebap kokusunu almaları gibi açgözlülükle dinliyorlardı. Muzaffer Efendi soluk almak için durdukça hepsi de hemen hemen bir ağızdan, ‘hey gidi namussuz alçak herif, zavallı ehli ırz kızı berbat etti’ diye gümbürdüyorlar. Ve avuçlarını şak! şak! dizlerine vura vura ‘Amanın! Ne fena günlere kaldık’ diye dövünüyorlardı.}}
KİTAPLARIN VE TELEVİZYON PROGRAMLARININ AKLI BAŞINDA, DİNÎ VE İNSANÎ DEĞERLERDEN HABERDAR BİR HEYET TARAFINDAN ARTISIYLA EKSİSİYLE İNCELENMEDEN YAYINLANMASINA hayır.
Vesselâm.
R. Serdar Özmilli