Selamların en güzeliyle selamlıyorum sizi kıymetli dostlarım.
“En Güzel Selam”ın adı ve anlamıdır barış! Arapçada barış SLM ve SLH üç harfli iki kelime oluşturur, harekeleriyle SELAM ve SULH diye okunur. O Yaratan’ın en güzel isimlerindendir, o varlığın kodu ve hayatın yegâne şifresidir. Biyolojik hayatımızda su ve hava ne kadar önemli ise şahsi ve sosyal hayatımızda barış öyle önemlidir. Işık ve karanlık birbirine ne kadar zıt ise; barış ve savaş da o kadar zıt ve uzaktır. Varlık ve hayat barış ile kaim ve daimdir. Barış, bilgi, çaba ve cesaret ister. Barışı hedeflemeyen savaş ve düşmanlık; yok etmek ve öldürmek demektir. Barış ise medeniyet inşa etmektir, insanlığı ve bilimi geliştirmektir; savaş ise çoğu zaman kaos ve ölüm ikame etmek, uygarlığı yok etmektir.
Dilimizde barışla ilgili olarak “zeytin dalı uzatmak” gibi güzel bir deyim vardır. Bu aynı zamanda bir cennet meyvesi olan zeytinin dünyayı cennete çevirebilecek bir havayı ihsas ettirmesi, çağrıştırması bakımından da önemlidir. Zeytin, dünyada öteden beri asil ağaçlardan biri olarak kabul edilir.
Manevi önderimiz ve rehberimiz Hz. Muhammet SAV bize barışı yani selamı şart koşmuştur ve şöyle buyurmuştur: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir iş göstereyim mi? Aranızda selâmı yayın!” (Müslim, İman,93)
Yüz yıl önce ülkemizi kaos, işgal ve kargaşadan kurtarıp Türkiye Cumhuriyeti Devletimizi kuran Gazi Mustafa Kemal’in “Yurtta barış, dünyada barış!” sözü de toplum ve devlet hayatımız açısından ne kadar önemli bir sözdür. Zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir.
Cumhuriyet dönemi şair ve yazarlarımızdan Ahmet Tufan Şentürk barış ve sevginin ikamesiyle korkuların sona ereceğine işaret ederek bir çağrıda bulunur:
“Bir şarkı söyleyelim hep bir ağızdan
İnsanlıktan, sevgiden, barıştan yana
Yeter bu acı, gözyaşları bitsin!
Bitsin bu sonu gelmeyen kavgalar
Bitsin bu korkular, bu tasalar bitsin!”
Bir Kızılderili atasözünde barışla ilgili şöyle denir; “Üç barış vardır: Birinci barış, en önemli barıştır, insan ruhundadır o. İnsan, kâinatla ve kâinatın bütün güçleri ile olan ilişkisini, beraberliğini fark ettiğinde, kâinatın merkezinde Büyük Ruh 'un durduğunu ve bu merkezin her yerde, her birimizin içinde olduğunu fark ettiğinde birinci barış sağlanmıştır. Bu gerçek barıştır, diğerleri sadece bunun akisleridir. İkinci barış iki fert arasında olan barıştır. Üçüncü barış ise iki millet arasında yapılır. Fakat hepsinden önce, anlamalısınız ki “gerçek barış” dediğim birinci barış, insanın ruhundaki barış yoksa ne fertler ne de milletler arasında barış olabilir.”
Hayatın uyumu ve huzuru ancak gerçek barış ile sağlanabilir. Gerçek barışa ulaşmak büyük çaba, emek, bilgi ve fedakârlık ister. Kendisi ve çevresi ile barışık olmayan kişinin beraber olduğu eşi, çocukları ve tüm aile ve dost çevresi onun için birer hiçtir; sahip olduğu tüm makamlar ve konutlar, araçlar ve servet ise ona ağır bir yüktür. Yunus Emre bu noktada Rabbimizin buyruklarının ve yaratılış sırrının okuyup anlaşılmadığını şöyle ifade eder:
“Dört kitabın mânâsı,
Bellidir bir elifte.
Sen elifi bilmezsin,
Bu nice okumaktır!”
Semavi dinlerin hemen tamamı ile semavi olmayan tüm din, inanış ve temel felsefi düşünceler barışı öğütler. Barışı bozan bağî ve isyancılarla mücadeleyi en kesin şekilde ortaya koyar. Örneğin cihat kelimesi çoklarının anladığı ve yanlış uyguladığı gibi insan öldürmek değildir. Cihadın %95’i hayatı ikame, insanı yaşatmayı temsil ve çağrıdır, %5’i ise yaşatma ve din karşıtı ve saldırgan düşmanın ölümcül saldırılarının yok edilmesi için silahla karşı koyma ve savunma olarak cihattır. Bu anlamda nefisle cihat silahla savaştan önce gelir. Nitekim Peygamberimiz Hz. Peygamber’in otuz bin kişiden teşekkül etmiş en büyük ordu ile Bizans’a karşı çıktığı sefer dönüşü “Küçük cihattan büyük cihada gidiyoruz. O nefisle cihattır.” (Suyuti, II,73) buyurarak nefisle mücadelenin büyük cihat olduğunu ifade buyurmuşlardır. Bir başka hadislerinde ise “Mücahit, nefsine karşı cihat eden kimsedir.” (Tirmizi, Cihad, 2) Buyurarak nefisle mücadelenin önemini belirtmişlerdir. Ünlü tarihçi Herodot barış için şu anlamlı sözü söyler: “Barış, savaştan her zaman daha iyidir; çünkü barışta oğullar babalarını, savaşta babalar oğullarını gömerler.”
***
ENDÜLÜS’E SELÂM
Coğrafyacı ve eğitimci olarak 2000 yılından itibaren Üniversitede görev yaparken; trafik kazalarının ve doğal afetlerin önlenmesine yönelik olarak gerek Türkiye’de gerekse diğer ülkelerde birçok çalışmalar yapıyordum ve bazılarına da davetli olarak çağrılıyordum. Denizli Valiliği, Denizli Büyükşehir Belediyesi gibi kamu kuruluşları ile ortak çalışmalarımız yanında; bu konuda STK’lerden de (TEMA VAKFI, DOÇEV ve DAYGED gibi) ağaçlandırma, çevre temizliği ve trafik güvenliği ile ilgili çalışma yapan dernek ve vakıflar da bize iş birliği teklif ediyorlar biz de bunu bir görev bilip katılıyorduk. Türkiye’den Pamukkale Üniversitemizin de ortağı olduğu Avrupa Birliği Bilimsel Projelerinden birisi olan “Herkes için Güvenlik-SecureAll” projesinin yıllık toplantılarının ilki Londra’da olmuştu. Daha sonra Prag, Denizli, Lizbon gibi şehirlerde yapıldı. Bunlardan hemen birçoğuna katıldım.
Bu hafta “ATLAS’TAN HAZAR’A” adlı seyahat notlarımızda 2007 yılında Portekiz’in başkenti Lizbon’da gerçekleştirilen ve bizim de davetli olduğumuz Herkes İçin Güvenlik- SecureAll AB Proje toplantısına katılacağız. Bunun öncesinde de İber Yarımadası’nda, İspanya ve Portekiz’de tarihi Endülüs şehirlerinde dolaşacağız.
Hazırlıklar heyecanla başlıyor!
Üniversiteden meslektaşlarımdan on-on beş kadar arkadaşımla o seneki yıllık proje toplantımızın Lizbon’da yapılacağını konuşmak üzere bir araya geldik. Öncelikle proje detaylarını ortaya koyduk. Yangın, sel, deprem, çığ ve kuraklık gibi birçok doğal felakete karşı alınması gereken teorik ve pratik önlemler üzerinde durduk, ardından da çevre kirliliği ve trafik sorunları ile mücadele yöntemleri üzerinde örnek projeler ortaya koyup analiz edip kapsamlı bir sunum hazırladık. Proje Yürütücümüz bana dönerek “Lizbon’daki toplantı için titizlikle bir gezi programı yapabilir misiniz?” dedi. Ben de gönüllü olarak ve severek kısa sürede bu programı ve kapsamını 8 gün sürecek bir plan olarak hazırlayıp sundum.
İber Yarımadası’nda Madrid’teyiz!
Sabah erken Denizli’den başlayan uçak yolculuğumuz İstanbul’daki aktarma ile Madrid Baraja Havaalanı’nda nihayete erdi. Ancak kırkta bir olabilecek bir sürprizle karşılaştık: Benim valizim Hava Yolları Şirketince kaybedilmişti. Bu kötü sürpriz bile bizim heyecanımızı azaltamadı. Havaalanından Metro ile Madrid’in Neu Ministreu Merkezine kadar geldik. Burası Ankara’daki Bakanlıklar Semti gibi merkezi bir konum idi. Buradan öğleden sonra bir araçla kalacak olduğumuz otele geçip yerleştik. Kısa bir dinlenmenin ardından Neu Ministreu da yayan olarak gezmeye başladık. İspanya’nın başkenti olan Madrit Mesata Platosu’nda yer alan en önemli şehirdi. İklim ve topografya olarak İspanya Türkiye’ye çok benzer. Etrafı Kantabriya ve Katalonya Dağları ile çevrili olan İspanya’nın ortasında orta yükseklikte Mesata Platosu yer alır. Güneyinde Akdeniz iklimi, kuzeyinde ılıman deniz iklimi ve ortasında step bozkır iklimi ile de tıpkı Türkiye gibidir. Kültür bitkileri ve doğal florası ile de iki ülke çok benzer. Bunun dışında sosyo-kültürel yapı ve folklorik yapılarıyla iki ülke Akdeniz kültür yapısının bariz karakterlerini yansıtan ülkelerdir.
Sekiz günlük gezi programımız çok zengin ve zevkli kısımlardan oluşuyor. Haftaya Madrid’de kaldığımız noktadan seyahatimize devam edeceğiz. Ardından ver elini Toleto, Gırnata, Kurtuba ve Sevilla ardından da proje toplantımızın yapılacağı Lizbon’a gitmek için Portekiz’e geçeceğiz. Sizlerle tekrar görüşünceye dek hoşça kalın sağlıcakla kalın.
***
“Kuşlar gibi uçmasını, balıklar gibi yüzmesini öğrendik. Ancak bu sırada çok basit bir sanatı unuttuk; kardeş olarak yaşamayı!”
Martin Luther King