Kâinatın yaratılışında güzellik dışında bir şey göremezsiniz. Kâinatın içinde küçük bir nokta kadar yer işgal eden dünyamız da esasen küçük bir cennet hükmünde. Ama ne yazık ki insanoğlu olarak bizler nefsimizin, heva ve heveslerimizin, arzularımızın esiri olarak küçük bir cennet hükmünde yaratılarak insanoğlunun hizmetine sunulan bu dünya nimetinin kıymetini bilemedik, onu cehenneme çevirerek yaşanmaz bir gezegen hâline getirdik!..
İnsanoğlu, bu dünyada zaman ile mukayyet yani sınırlı; âdeta kuşatılmış vaziyette. Hayatı, ömrü zaman birimleriyle sarmaş dolaş. En kısa biriminden en uzun birimine; aşire, salise, saniye, dakika, saat, gece, gündüz, gün, hafta, ay, yıl, asır, milenyum vs. uzayıp gidiyor. Bunun yanında Müslüman için bir günün de farklı anlam dilimleri söz konusu: Seher, sahur, fecir, fecri kazip, fecri sadık, sabah, kuşluk, öğle, ikindi, akşam, yatsı vb. daha nice nice zaman dilimleri... Yılın da kendi içinde bazı dilimleri söz konusu: ilkbahar, yaz, sonbahar, kış gibi.
Nasıl ki insanlar farklı milletlerde ve ırklarda yaratılması insanoğlunun birbiriyle daha iyi tanışıp bilişmesi, anlaşması için ise zaman dediğimiz kavramın birçok kelime ve kavramla ifade edilmesi aslında insanoğlunun hayatını kolay bir biçimde yaşayabilmesi içindir.
Yılın bölümleri arasında yer alan ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış bir mevsimdir. Bu mevsimlerin her biri dünyanın görsel şölenine ayinedarlık eder. Her biri ayrı ayrı muhteşemliğiyle gözlerimizi âdeta büyüler. Bu, yeryüzüne baktığımızda böyle olduğu gibi gökyüzüne baktığımızda da böyledir.
Zamanı ölçmemize yardımcı olan Güneş ve Ay’ın durumları da bir harikadır, ince ince düşünülmüş de hesap edilmiş muhteşem bir sisteme oturtulmuş varlıklardır. Kur’an-ı Kerim’de Rahman Suresi’nde şöyle buyrulmaktadır: “Güneş ve Ay bir hesaba göre hareket etmektedir.”(Kur’an, 55/5) O hesap ne muhteşem bir hesaptır ki akıllar onu tartamaz. Ama insan onu düşünmekle mükelleftir.
“Ve gece onlar için bir âyettir (ibrettir). Ondan gündüzü sıyırırız (çekip alırız). O zaman onlar karanlıkta kalanlardır. Ve Güneş, onun için istikrarlı kılınan (yörüngesinde) akar gider. İşte bu azîz ve alîm olan (en iyi bilen) Allah’ın takdiridir. Ve Ay, kurumuş hurma salkımı dalı gibi bir şekil (bedir şeklinden hilâl) hâline dönünceye kadar ona menziller takdir ettik. Güneş’in Ay’a yetişmesi ve gecenin gündüzü geçmesi mümkün olamaz. Ve hepsi feleklerinde (yörüngelerinde) yüzerler (seyrederler).” Yâsîn-37-40)
***
Sonbahar, eylülle başlayıp ekimle devam eden, kasım ayı ile sonlanan bir renkler armonisi, bereketli bir hazine olan bir mevsimdir. İlkbaharda çiçeklenip yazda meyvelenen ve sonbaharda da dalların ucundan bizlere ikram olunan nimetleri derme, toplama mevsimidir.
Sonbahar da insanı en çok etkileyen zaman dilimlerindendir. Birçok şairin şiirine konuk olmuş bir mevsimdir; kimisinde güzellik, kimisinde ah, kimisinde geçmişi yâd etme, geçmişe duyulan özlem vardır. Hayatın bir muhasebesinin yapıldığı bir mevsimdir diğer yandan da. İnsan, ölüme doğru yol alan bir insanın geçmiş yıllara bakışıdır. Uzaklara, çok uzaklara giden evladının dönüşünü bekleyen bir annenin, bir babanın evladının gelmesi için -ama gelmeyeceğini bile bile- yolunu gözlemesidir.
Sonbaharda gökyüzü aynı gökyüzü ama güneş aynı güneş değildir; bulutlar aynı bulutlardır belki ama hava aynı hava değildir yazdan kalan. Ömer Bedrettin Uşaklı, Ufuk Hasreti şiirinde böyle bir duygulanma içerisindedir:
“Yine duman kapladı zindanımda her yeri,
Çoruh’a savuruyor yaprakları sonbahar...
Nerdesiniz ey sabah ve akşam güneşleri;
Nerdesiniz atımı koşturduğum ovalar?..”
Sonbahar, gecelerin yarısından sonra toprağa, dağa, taşa, dallara, yapraklara çiy düşmesi vaktidir ilkin. Sonlara doğru kimi yerlerde kırağıya çaldığı, dal uçlarında yazdan arta kalan meyveleri yurt edinen kırağıların vaktin kralı hâline geldiği bir mevsimdir sonbahar.
Yer yer akarsuların cam keserek akmaz olduğu yahut içten içe aktığı soğuk düşlerin görüldüğü bir andır. Sanki yalandır binbir renk binbir çiçekle bezenen ağaçların, dalların, dağların, obaların süslendiği, sanki bir yalandır. Attila İlhan, Ben Sana Mecburum adlı şiirinde yaz sonrası ağaçlarda, şehirlerde, doğada meydana gelen değişikliği ve hareketliliği şu mısralarda resmeder:
ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski İstanbul mudur
karanlıkta buludar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun
Sonbaharda bütün renkler sarıya odaklanır, âdeta sarının koltukları altına girdiğinden sararmış halde bulunurlar. Ondandır ki biz sonbaharda sarının binbir tonunu görürüz. Bu da ayrı bir güzelliktir; bu da ayrı bir armağanıdır Yüce Allah’ın, sani-i kainatın.
Bütün mevsimler insanı anlatmakla görevli öğretmenlerdir; ilkbahar insanın doğumunu, çocukluğunu ve gençliğini; yazın insanın olgunluk dönemini, eser verme zamanını anlatır. Sonbahar orta yaşlılık sonrası ve ihtiyarlık döneminin bir aynası olur insan için. Kışın ise bu fâni âlemden ayrılış vaktini, sonbaharla hatırlanan ölümün hayata geçmesini işaret eder. Derken tekrar ilkbahara geldiğimizde bir haşir meydanını hatırlatır bizlere. Haşrin, yeniden dirilmenin gözlerimize gözlerimize haykırmasıdır ilkbahar.
Cahit Sıtkı Tarancı, Otuz Beş Yaş şiirinde sonbaharla birlikte bahçelerde bağbozumları yaşandığı gibi insan hayatının da bağbozumunun yaşandığını ve bundan dolayı bu mevsimin ölümü hatırlattığını bize şu dizeleriyle söyler:
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Bir yıl dört mevsime bölünmüş, sabırla ne çabuk geçer: ilkbahar, yaz, sonbahar kış. Yaşadıkça her bir mevsimin güzelliklerini seyran eylediğimiz gibi ömrümüzün demlerini de mevsim mevsim yaşarız. Sonra dilimizde o şarkı pelesenk oluverir: Ömrümüzün son demi, son baharıdır artık /Maziye bir bakıver neler neler bıraktık?Ömrümüzün sonunda neler bıraktığımızı elbette bileceğiz, bildirecekler bize. Haşirden sonra Arasat meydanında kurulacak o Büyük Mahkeme’de her şey bir bir dökülecek ortaya. Saklamak, saklanmak; gizlemek, gizlenmek yok orada!
Herkese, son demini güldürecek güzel ameller biriktirilen güzel bir ömür diliyorum. Herkesin de bu idrak içinde hayatının çerçevesini çizmesini arzu ediyorum.
Yaşamak güzel, ölüm hak; ölüm de yaptıklarımız da karşımıza gelecek muhakkak! Söz İzzet Molla’nın:
Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin
Bülbül hamûş havz tehî gülistan harâb!..