Selamların en güzeliyle… Sevgili dostlar yazılarıma genelde coğrafya tarih, jeopolitik ve sosyokültürel konularda bir girişle başlamayı tercih ediyorum. Bu giriş bölümü gezip gördüğüm yakın çevre ile ilgili çok önemli jeopolitik ve jeostratejik bilgiler içeriyor. Ancak bize ayrılan bu köşede gezilerimle ilgili ikinci kısım yazılarım da geniş bir hacim tutuyor. Bu hafta “Mukaddes Topraklar”daki gezilerimle yazıma devam edeceğim. İmkân ölçüsünde jeopolitik konularına gezi notlarım içinde de yer vereceğim.
Güzel şehir Mekke’ye (Bekke – Ümmü’l-Kurâ) doğru
“Mekke'yle Medine arası yollar;/ Çizik çizik, hasret yarası yollar./ Vardığı her nokta yine başlangıç;/ Gitgide Allah'a varası yollar./ Mekke'yle Medine arası yollar... (Esselâm, NFK)
45 kişilik kafilemizi taşıyan otobüsümüzle Hicret Yolu’nu takiben dinlenme tesislerine de kısa kısa sürelerle uğrayıp bir hayli yol kat ettik. Önce Cidde’ye yakın bir noktaya kadar geldik. Ve işte şimdi! sabah namazına az bir zaman kala; insanlığın babası Âdem (a.s.) ve Kâbe’nin mimarı İbrahim (a.s.) gibi pek çok resul ve nebînin mübarek beldesi, insanlığın en iyisi ve, en son peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v.) doğum yeri olan Mekke-i Mükerreme ışıl ışıl aydınlatılmış yollarıyla birden karşımıza çıkıvermişti.
Seherin sessizliğini, uzayıp giden caddelerde otobüsün binalara çarpıp yankıyla tekrar geri gelen sesi kaplıyordu. Nihayet Mekke’ye gelinmişti ve heyecanla nefesler tutulmuş, uzun süren yolculuğun verdiği yorgunluk ve uykusuzluk bile bu mübarek şehre girişin heyecanını engelleyememişti. Herkes âdeta lâl kesilmiş, nefesler tutulmuştu. Işıldayan gözlerimizle Kâbe’yi arıyorduk. Herkes yolculuğa karar verdikleri ilk andan beri bu eşsiz anı hayal ediyor ve düşlüyordu. Öyle ya “Beytullah” Allah’ın evi olup kullarını orada kabul edecek ve yapılan dualar burada daha bir kabul olacaktı. Üstelik herkes Kâbe’yi ilk gördüğünde yapılacak duanın makbul olduğuna da yürekten inanmıştı. Yüreklerdeki bu dua bütün ağızlardan birleşip arşa yükselen bir dua demeti olmuş, rahmet olup çağlıyordu şimdi! “Lebbeyk Allahümme lebbeyk!” yani “Buyur Allah’ım, buyur ki senin ortağın yok, emrine amadeyim buyur! Hamd sana, nimet senden ve mülk senin. Ortağın da yoktur senin!”
Herkes parıldayan gözleriyle Mekke’yi süzüyor ve Kâbe’yi arıyordu, hızlıca Kâbe’ye doğru koşuyor gibiydik şimdi. Yüreklerdeki samimi dualar dile akıyor, diller kalplerden geleni vecd ile nakarat olarak söylüyordu.
O ses bu! Kâbe’den geliyordu ve bu ses şimdi ışıktan birer sütun gibi yükselen ve herkesin gözüne birden gözüküveren Kâbe’nin muhteşem minarelerinden Mekke semalarına doğru yayılarak tüm binalara çarparak yankılanan, yankılandıkça Mekke’nin tüm caddelerini ve çevresindeki sarp kayalıklarla kaplı tepelerini saran sabah ezanıydı! Ne güzel bir çağrıydı o; hele ki o ses Kâbe’nin müezzininin iç yakan o lahûti sesi olunca bir başka tesir etmişti bizlere. Kâbe’ye Bâbü’s-Selâm’ın aydınlık ve çok yüksek girişinden girdik hep beraber. Buradan doğruca Hacerü’l-Esved’in yanına kadar yaklaştık. Kâbe, Allah’ın evi yani Beytullah’tı. Oraya heyecan hürmet ve edeple girmeliydik; bütün Müslümanlar ve tüm insanlar için bağışlanma adalet ve iyilik dua etmeliydik.
Kâbe’de
Kâbe İmamı’nın iç titreten o davûdî sesi ile okuyup kıldırdığı sabah namazı bugüne kadar kıldığımız en huşû dolu namaz olmalıydı; vecd içinde ve en mukaddes yerde kıldığım namazdır bu âdeta, hiç bitmesini istemediğim. Sabah namazının ardından Rükn-i Yemani’ye gelince Kâbe’yi selamlayarak tavaf yapmaya başladık. Aman Allah’ım Kâbe’nin etrafında bembeyaz ihramları ve nurdan yüzleriyle ışıktan birer halka ve coşkun akan bir nehir gibi âdeta bir insan seli akıyor, hepimiz Hacerü’l-Esved’in hizasına gelince “Bismillâhi Allahuekber“ şeklinde selamlıyorduk. Kâbe’nin her tarafını dolduran mahşeri kalabalık, dünyanın dört bir yanından aynı heyecan ve isteklerle buraya gelmiş olan, bütün sıfatlarından ayrılmış, eşitlik ve birliktelik misali deri rengi, soyu ve boyu gibi bütün özellikleri farklı on binlerden oluşuyordu hac mevsiminde bu kalabalık, milyonlara dayanıyordu.
Yedi kez yapılan tavafın ve sonunda kılınan tavaf namazının ardından hep birlikte bitişikteki Safa ile Merve Tepeleri arasına geçip “sa’y ettik” ve ilk umremizi yapıp tamamlamış olduk.
Tâif’e günlük ziyaret
Tâif, Mekke'nin 80 kilometre kadar güneydoğusunda oldukça dağlık bir alanın yüksekçe bir yaylasındaki çok eski bir yerleşim yeridir. Mekke'ye gelişin altıncı günüydü; hepimiz erkenden kalkıp önce Kâbe’de sabah namazını kılmaya gittik. Ardından hızla otele gelip kahvaltı yaptık ve hep birlikte otobüse geçip hareket ettik. Kısa süre sonra Mekke geride kaldı, yüksek yayla sahasına doğru ilerledik. Ara ara geçilen küçük belde ve köylerin ardından Tâif’e iyice yaklaşmıştık.
Tâif şehri yerleşim yeri bakımından Mekke'ye göre daha serin iklimi olan coğrafi öğeleri itibarıyla farklı bir yapıya sahipti. Etrafında geniş alanları kaplayan hurma bahçeleri daha fazlaydı. Bunun yanında rakımı Mekke'ye göre daha yüksekti.
Hz. Peygamber daha çocukken süt anne olarak Tâif’li Halime’ye verilmişti. Halime ve ailesi burada çiftçilikle geçimini sağlıyorlardı. Peygamberimiz kendisine peygamberlik geldikten sonra İslamiyet’i kabilelere anlatmak için buraya tekrar geldi; ancak burada yaşayan Yahudiler ona çok kötü davrandılar ve onu taş yağmuruna tuttular. Tâif’in bu yönden İslam tarihinde önemi büyüktür.
Günümüzde Tâif, modern bir şehirleşme yapısına sahiptir. Tâif'in batı tarafında şehrin dışında ama çok yakınında yer alan Hz. Peygamberimizin İslam'ı tebliğ ettiği Yahudi kabilelerinin yaşadığı yüksekçe bir noktaya gelindi, orada fazla yüksek olmayan ama birden yükselen bir tepe ve bu Tepe'nin Tâif ovasına eriştiği noktada bir mağara ve yanında çok küçük bir mescit vardı. Mescidin tabanı toprakla kaplı olup, bir köşesinde bir metreye yakın uzunlukta yassı bir taş vardı; bu taş Hz. Peygamberin Tâif’e geldiği günlerde ibadet ettikten sonra istirahat ederken yastık gibi başını koyduğu taş idi. Bu mekânın ön kısmında yer alan uzunca bir duvarı andıran doğal kaldırımın içinde de bir mağara bulunmaktaydı. İşte bu mağara, Hz. Peygamberin taşlandığı sırada Yahudilerin saldırısından korunmak için saklandığı mağara idi; burada mübarek yüzü yarılmış, dişi kırılmış ve kanlar içerisinde kalmıştı. Hz. Peygamberin mağaraya sığındığını gören ve yan tarafta üzüm ve hurma bağı bulunan Ninova’lı (Musul) Addas adındaki çiftçi elinde bir tabak ve içinde bir salkım hurma ile çıkageldi. Hz. Peygamberin acısını paylaştı, ardından İslamiyet’i kabul ederek şehadet getirdi. Bugün orada onun adını taşıyan bir cami vardır.
Ümm’ül-Kura Üniversitesinde
Mekke’ye gelişimiz bir hafta kadar olmuştu. Mısırlı Profesör Muhammed Kutup, Mekke’deki Ümmü’l- Kura Üniversitesi’nin kampüsünde Türkiyeli öğrencilere bir konferans verecekti. Mekke’nin güney tarafında yer alan modern binaların bulunduğu kampüse geldik.
Türkiyeli öğrenci gruplarıyla ve misafirlerle birlikte kongre ve konferans merkezi binasına girip amfideki yerlerimize oturduk. Misafirler çoğunlukla Türkiye’den gelen öğrencilerden oluşuyordu. Programı takdim eden genç bir öğrenci, Mısırlı Âlim Muhammed Kutup’u kürsüye davet etti. O da sahneyi teşrif etti ve “Şanlı bir Milletin şanlı evlatları hoş geldiniz!” diyerek konuşmasına başladı. Muhammet Kutup, İslam dünyasında dünü ve bugünü ve yarını ışık tutacak kıymetli bilgilerle devam etti.
Kızıldeniz kıyısında modern bir şehir “Cidde”!
Tâif ziyareti herkesi çok memnun etmişti; şimdi de yeni gezi noktamız Kızıldeniz kıyısında yer alan Cidde şehriydi.
Mekke’nin batısında yer alan bu modern şehir, Mekke’ye 70 km. kadar uzaklıktaki Kızıldeniz kıyısında yer alan Suudi Arabistan'ın en büyük ticaret, turizm, sanayi ve liman kenti idi. Ortadoğu'nun ve Suudi Arabistan'ın en büyük havaalanı olan Kral Abdülaziz Havaalanı ile Suudi Arabistan’ın ve bölgenin en önemli ihracat limanı olan Cidde Limanı burada bulunmaktadır. Önemli turizm sanayi ticaret potansiyeli olan Cidde; Suudi Arabistan’a Türkiye'nin İstanbul’u rolünü sağlamıştır. Henüz Ortadoğu şehirlerinin hatta başkentlerinin bile kavuşamadığı modern yerleşim alanlarına modern alışveriş merkezleri ve turistik tesisleri gibi kentsel fonksiyonlarına 1980’li yıllarda bile Cidde sahipti.
Cidde’nin en güzel mekânları birer birer gezildi. Meşhur Arap atları, jokeylerin eğitimleri sırasında sergiledikleri maharetleri görüldü. Gerçekten Arap atlarının albenileri ve yarışları muhteşemdi. Suudi Arabistan başta olmak üzere birçok Ortadoğu ve Arap ülkesinde yöneticiler ve idarecilerin ileri gelenleri deve yarışından çok, at yarışlarına çok meraklıydılar.
Arabistan'da kadınların sosyal statülerini geliştirmek için bazı adımlar son yıllarda atılmaktadır; seçme ve seçilme hakkı, deveye binebilen kadınların araba kullanabilmesine imkân sağlanması gibi.
Önümüzdeki haftaki yazımızda Mekke’de yapılan Dünya İslam Ülkeleri Kuran Okuma Yarışması’nı, Arafat, Mina, Hira ve Sevr mağaralarına ve tekrar Medine’ye yaptığımız güzel ziyaretleri anlatacağız.