İnsanız, hayatın hay huyu içerisinde kolaylıklarla karşılaştığımız gibi türlü türlü zorluklarla başa çıkmak durumundayız. Zaman zaman gönlümüze inşirah veren, içimizi ısıtan olaylarla ve kişilerle karşılaşırız, ferhalarız; iyi ki yaşıyoruz, Rabbim beni iyi ki böyle bir bu dünyaya göndermiş deriz. An olur hiç aklımıza getirmediğimiz, hayalimizden bile asla geçmeyen türlü belâ ve musibetlerle karşılaşırız da içimiz daralır. Tasavvufta “kabz hâli” denilen bir dönemden geçeriz, ruhumuzu sıkan bir süreçtir bu. Bu süreci atlatmanın, bunun üstesinden gelmenin esaslı yolu, imanla ve itminanla bu bela ve musibetlere sabır gösterip onu aşmanın çarelerini bir bir araştırmak, problemlerin çözümü için perdeleri aralamaktır.
Ruhlarımızın zaman zaman inşirah bulması zaman zaman da darlıkların zirvelerinde dolaşması söz konusu.Bireylerden oluşan toplumların ruh dünyasında “kabz hâlleri” yaşanmaz mı? Elbet yaşanır; birlerden oluşan binlerin, milyonların hâli de birler gibidir. Onların da neşe ve sürur hâlleri olduğu gibi binbir dert ve gaiilenin ruhunu alabildiğine sıkan ve “Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır.” mübalağasıyla anlatılan sıkıntılı hâlleri vardır.
İster birteyin isterse toplumun bu sıkıntılı hâllerini kışa benzetirsek bu sıkıntılardan kurtulmayı başlaması, bunların emarelerinin görülmeye başlanması, bunlara işaretlerin belirmesi de cemrelerle ifade edilebilir. Biri anlatan; bini, milyonu da anlatır.
Peki cemrenedir, ne anlama gelmektedir? İnsanın ruh hâliyle dış çevre mevsimi arasında nasıl bir benzerlik vardır? Dış dünyada mevsimlerle gelen cemreler, insanın ruhuna nasıl etkiler, bunun işaretleri nelerdir? Bakalım neler söyleyecek dilimiz, harfler dilimizden bu duygularımızın ne kadarını yansıtabilecek?
Türkçe Sözlük’te (TDK) “Şubat ayında birer hafta arayla havada, suda ve toprakta oluştuğu sanılan sıcaklık yükselişi” olarak, Kubbealtı Lügatı’nda da “Şubat sonu ve mart başında birer hafta ara ile havaya, suya ve toprağa düşerek sıcaklığın yükselmesine sebep olduğu kabul edilen ısıtıcı kuvvet” şeklinde açıklanan cemrenin; aklımıza, ruhumuza bundan daha çok anlam kattığını düşünüyorum. Arapça kökenli ve “ateş hâlindeki kömür, kor” ya da “kor ateş” anlamında bir kelime olan cemre, ruhumuza, gönlümüze o kadar geniş ve engin bir anlam dünyası sunar ki!.. Bunu biz ancak şairlerin, ediplerin dünyalarında yakalayabiliriz.
Söz sultanlarının cemreyle ilgili olarak gelecek kuşaklara bıraktıkları emanetler şüphesiz birbirinden güzel ve anlamlı. İlkin Bosnalı Sabit Cemreviyye’sinde baharın müjdesi cemrenin düşmesiyle gönüllerin de sevgi ile coştuğuna işaret ederek dış dünyadaki cemre ile gönüldeki manevi atmosfer arasında bir bağ kurar:
Dil âteş-i muhabbet ile feyz-i âb olur
Deryâ gibi cemrede pür âb u tâb olur
“Gönül, cemre zamanında suyu ısınıp coşan deniz gibi, sevgiateşiyle dolup taşar.”
Nîl-i hevâya düşdi bugün nokta cemreden
Şimden gerü serâb-ı muhabbet şarâb olur
“Bugün cemreden mavi gökyüzüne bir katre düştü, sevgi hayalibundan sonra şarap gibi haz verici olur.”
Öte yandan Divan edebiyatının son büyük temsilcisi Şeyh Galip, zaman olarak bahar mevsimin gelmesine rağmen, karın erimemiş olmasını, kış soğuğunun şiddetli biçimde devam etmesini; kışın cemreye olan üstünlüğünden kaynaklandığını, kışın bu soğuğuyla cemrenin ateşini söndürerek külünü çevreye savurduğunu söyler şiirinde:
Etdi bu şitâ cemreleri dîvâne
Söndürdü külün savurdu hep meydâna
Hakkâ ki bahâra nisbeten eyledi berf
Zîr ü zeber-i zemîni Kâğıdhâne
18. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış, Divan şiirinin önemli isimleirnden Fıtnat Hanım, cemreyi Lügaz(bilmece) olarak anlatır.
Ol nedür kim üç birâder her zaman
Birbiri ardınca olmuşdur revân
Yılda bir kerre gelirler âleme
Makdemiyle kesb-i feyz eyler cihân
Kimseler görmüş değildir yüzlerin
İsmi vardur cismi ammâ ki nihân
Birisi oldı hevâya münkalib
Birisi âb içre tutdı âşiyân
Gördi bulmuş her birisi yerlerin
Biri dahi eyledi hâki mekân
Serleri üç pâları beş anlarun
Kıl tefekkür eyledim anı beyân
Cemrenin, bir doğa olayı olma anlamının dışında benzetme amacıyla da kullanılmıştır. Karamanlı Aynî, şu beyitte,sevgilinin yüzünün parlaklığı ve sıcaklığı ile cemre arasında bir bağlantıkurar:
Hemîşe tâb-ı ruhunla bahâra cemre düşer
Virür harâreti belki nehâra cemre düşer
Divan şiirinin aşk ve sevgi şairi Nedim şiirlerinden birinde “cemre”yi baharın gelişinin müjdecisi olarak nitelendirir:
Cemreler her sene ta birbirinin ardınca
Nevbahar erdiği müjdeyle gülistana gelir
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nda “köy edebiyatı”nı eserlerinde sıkça işleyen eğitimci, şair, yazar Mehmet Başaran da Bursa Ovasındaadlı şiirinde Bursa’nın bahara doğru insana verdiği huzur ve dinginlik anlatılırken söz cemreye ulaşır ve cemrenin bir uyanışı hatırlattığını söyler:
“Bir ak minareli
Bir “Ruhaniyetli Şehir”
Uludağ eteklerinde
Taşların türbelerin serinliği
Ölümle dirimin birbirine
Bi hoşça gülümsediği yer
Kulağım şadırvanlarda
Çinili Kubbeler altında
İçime bilmediğim göklerden
Dut dallan eğildi
Başka cemreler düştü
Silkilişini duydum bahçelerin
Uzak zamanda”
Garipakımının kurucularından Oktay Rıfat,Faik Baştımar İçin adlı şiirinde çocuklukla ilk cemre arasında bir bağ kurarak insan hayatındaki bu hareketlilik, bu kabarış cemreye benzetir:
“Asmış, körpe ve kolay, birdenbire,
Çocukluğun bir karış duvarından,
Tomurcuklu bir badem dalı sanki
Gencecik öç alma bilmiyor,
İlk cemre kadar yeni, havadaki.”
Feyzi Halıcı da Bingöl’de Bahar şiirinde yârin şairin yüreğine cemre düşürdüğünü, bahar düşüncesinin yüreklerde yer almaya başladığını ama kimsenin bunu bilmediğini söyler:
Yâr, pul pul durdu içime,
Cemre düşürdü içime,
Kimseler farkında değil,
Şimdi Bingöl'de bahardır.
Hayatı şiirlerinde hep yaşamanın önemini yaşama sevincini işleyen Cahit Sıtkı Tarancı,Cemreşiirinde dikkatlerimizi cemre ile baharda yaşanan hareketliliğe çeker:
Kar eriyivermiş, buz kırılmış,
Kuşlar gibi âzâd olmuş sular,
Toprağa düşer düşmez ilk cemre.
Arzın bağrında bin yol açılmış,
Aktıkça akmış, şâd olmuş sular;
Dağ başlarından tâ denizlere.
Türk dilinin ses avcıları olan şairlerimiz şiirlerinde cemre konusunu farklı farklı nitelemelerle ele almışlar. Bu bir güzelliktir. Cemre elbette her sene önce havaya, sonra suya en sonunda da toprağa düşer ve ısınan toprağın artık tohumu canlandırma, çatlatma zamanını hatırlatır bize!..
Cemrelerin ilki düştü havaya. Gelecek hafta suya düşecek, sonra da toprağa. Mart ayı ile birlikte havalar ısınmaya başlayacak. Yer yer soğuyacak elbette, bunu da biliyorum. Ama kış kışlığını çok da gösteremeyecek artık. Sıra insanlığa, gönüllere, anlayışlara düşecek olan cemrede!..
Gönüllere cemre düşmeyegörsün, ne şubat ayazları kalır ne de gecenin zangır zangır titreten soğukları... Gönle düşen cemreden sonra, her türlü fikir kendi mecrasında akar akar da rengarenk bahar bahçesi olur dünyamız, ülkemiz, ovamız, obamız ve çevremiz. O zaman olursa bir şikayet -Cahit Sıtkı’nın dediği gibi- sadece ve sadece ölümden olur!
Gergin dünyanın, düşmanlıkla kuşatılmış gönüllerin, iradelerin, akılların bir an önce cemrelere uğraması lazım. Cemreler düşsün gönüllere ki çocuklar anasız babasız, onlara hasret büyümesin. Sımsıcak sarsın bizi baştan başa, dostluk, kardeşlik, arkadaşlık, güzel komşuluklar! Ve dostluk kardeşlik türlü renkleriyle yeşersin yaşanmaz bir toprak parçasına, cehenneme dönmüş bu yaşlı dünyamızda ve insanlarında. Kardeş kardeşe yaşamaya yeter de artar bu dünya!Başka ne isteyelim!