Aşağıdaki yazımı absürt, uzun ve insicamsız bulanlardan özür dilerim. Sabredip sonuna kadar okuyanlara da teşekkür ederim.
“ANKARA YOLUNDA ARABA GİDER. İSTANBUL YOLUNDA ŞOFÖR GİDER.” İzmirli otobüs ve kamyon şoförlerinin çok sık söyledikleri bu sözü, yaşını başını almış İzmirliler büyük ihtimalle duymuşlardır.
“TÜTÜN İÇİP SAVURMAZSAN, RAKI İÇİP BAĞIRMAZSAN, SANA ‘ERKEK’ DENİR Mİ?” Dedemin gençlik yıllarında, akrabası olan bir kadının kendisine söylediği bu sözü de ben duymuştum.
“SENİN ANANI... SENİN SÜLÂLENİ... SENİN GEÇMİŞİNİ...” diye başlayan veya bunların benzeri olan küfürlerin edildiğini ise keşke hiç duymasak, duymuş olmasak.
“ŞU KALÇAYA BAK! ŞU BACAKLARA BAK!” sözlerini ve benzerlerini pek duymamış olabilirsiniz, ama en azından bazı erkeklerin böyle iç konuşmalar yaptıklarından, yapmak zorunda bırakıldıklarından haberdarsınızdır.
Bazı bilgisayar oyunlarına bağımlı olan bir kısım insanların, özellikle de gençlerin, o oyunların etkisiyle intihar ettiklerini ya da türlü kötü davranışlarda bulunduklarını da medyadan duyanlarınız vardır.
Bu yazımda TAHRİK konusunu ele almak ve etkilerini analiz etmek istiyorum.
HAREKET, kâinatın bütününde karşımıza çıkan bir realitedir. Gök cisimlerinden atomun bünyesindeki parçacıklara, okyanustaki sulardan semâdaki bulutlara, dağlardan yuvarlanan kayalardan taşlardan çöllerde uçuşan kum taneciklerine, bitkilerden hayvanlara, iş makinelerinden taşıt araçlarına kadar hemen her varlığın hareketinden söz edilebilir. Doğal olarak insanoğlu da hareket olgusundan soyutlanamaz. Bizi bu dünyada güzel’e, hayırlı’ya ve âhirette Cennet’e yahut bu dünyada çirkin’e, şerr’e ve âhirette Cehennem’e götüren en etkin araçlardan biridir hareket. Felsefî açıdan hareket’in insanoğlu için ne anlama geldiğini öğrenmek isteyenler, Nurettin Topçu’nun eserlerini okurlarsa çok yararlanırlar. Ama şimdi benim konum “hareket” değil, “tahrik”tir.
TAHRİK, “hareket” kelimesinin müştâkı [türetilmişi] olan Arapça bir kelimedir ve “oynatma, kımıldatma... harekete geçirme, etki yapma... kışkırtma...” anlamlarına gelir. “TEŞVİK ETME, YÖNLENDİRME, SEBEP OLMA, VESİLE OLMA, CEZBETME” gibi kavramlarla da yakın akrabalığı vardır. Sıklıkla bu akrabalarının kılığında çıkar karşımıza. “Hareket”in hayatımızı doldurduğu ölçüde “tahrik” de hayatımızı doldurmaktadır. Fakat biz onu çoğu zaman ya fark etmeyiz veya görmezden geliriz. Büyük bir eksiklik, büyük bir hatadır bu. Çünkü o takdirde, tespit ve değerlendirmeler kör ve sağır, hukuk da çolak ve topal kalır.
Bir başka hata, “tahrik” denildiğinde çoğumuzun aklına yalnızca “kavgaya, cinayete tahrik” ve “cinsel tahrik”in gelmesidir. Tahrik’i, enine boyuna, çeşitleriyle ve etkileriyle bilmek de gençlerimize bütün gerçekliğiyle öğretmeye çalışmak da çok önemlidir. Yani “tahrik”, eğitimde bir konu, bir ünite olarak yer almalıdır. Hukukta da derinlemesine incelenmeli, önemine yakışacak mevzuatın oluşturulmasına, doğru tedbirlerin alınmasına çalışılmalıdır. Gâfil kalınması, bireysel açıdan da toplumsal açıdan da büyük yaralar açabilir. Bugün maalesef insanlık, tahrik’in doğru değerlendirilmemesinden kaynaklanan yaralarla malül ve müteellimdir.
Tahrik’leri iki grupta inceleyebiliriz: Birincisi; kasten yapılan, aktif tahrikler. İkincisi, kasıtlı olmayan, tahrik niyeti taşımayan pasif, dolaylı tahrikler. Fakat hangi gruba girerlerse girsinler, sonuçta tahrik tahriktir. Tahrikçiler, tahrik ettikleri hedef, iyi, güzel ve doğruysa alkışlanmalı; yok, kötü, çirkin ve yanlışsa cezalandırılmalıdırlar. Ve yani, tahrikçilerin rolleri, etkileri asla gözden kaçırılmamalıdır. Bu olgu, “es-sebebü ke’l-fâil” kapsamında da düşünülebilir.
Tahrik’in belki de en somut iki örneği; güneş ile günebakan (ayçiçeği) bitkisi arasında ve mıknatıs ile demir parçası arasında gözlemlenen alışverişlerdir. Günebakan da demir parçası da tahrike kapılmaya sanki hazır ve iştahlı gibidirler. Direnç gösteremez, karşı koyamazlar. Ama asıl baş rol oyuncuları, güneş ve mıknatıstır. İsterseniz daha ilginç ve etkileyici bir örnek de verebilirim: Pervane (kelebek) ile ateş arasındaki alışveriş. Ateş, pervaneyi öyle bir tahrik eder, öyle bir gaza getirir ki berikinde irade eksilere düşer ve kendini ateşin kucağına atıverir. İster iyi yönde kullanılsın ister kötü, tahrik, iradeyi sarhoş eden çok güçlü bir efsundur. Tahrikçinin rolü daima önemlidir.
Güneşin gezegenleri nasıl tahrik ettiğini hepimiz biliriz. Câzibe denilen çekim gücüyle onları kendisine çekip durmaktadır. Fakat gezegenler, merkezkaç gücüyle direnir, bu tahrikten kurtulmayı, yerlerinde kalmayı başarırlar. İsterseniz, merkezkaç gücüne, irade gücü diyebilirsiniz. Aynı durum atomların bünyesinde de karşımıza çıkmaktadır. Ama demir parçacıklar, mıknatısın tahriki karşısında iradelerini kullanmakta âciz kalırlar ve gidip mıknatısa şap diye yapışırlar. Aynen pervanelerin kendilerini ateşe atmaları gibi. Konuya doğru bakmak önemlidir: Demir parçacıkların ve pervanelerin iradelerini kullanamadıkları ortadadır fakat mıknatısın ve ateşin rolleri de asla göz ardı edilmemelidir. Aksi takdirde büyük bir yanlış içine düşmüş oluruz.
Şimdi yazımın başına dönelim. Burada olumsuz tahriklerden örnekler vermiş olacağım:
“ANKARA YOLUNDA ARABA GİDER. İSTANBUL YOLUNDA ŞOFÖR GİDER.” Bu söz, bugün yapılan geniş ve elverişli yollardan dolayı önemini yitirmiştir ama söylendiği dönemde, yani yolların çok elverişsiz olduğu, gidiş gelişin aynı dar yollarda çift yönlü yapıldığı dönemde çok önemli bir gerçeği yansıtmaktaydı. O zamanlar, İzmir-Ankara yolu genellikle dümdüz bir yoldu; rampası, virajı yok denecek kadar azdı. Araç kullanmak oldukça kolaydı, şoförün mahareti ikinci dereceden önem taşırdı. Fakat İzmir-İstanbul yolu, rampalar ve virajlarla doluydu. Özellikle de Sındırgı ve çevresi. Böyle bir yolda öndeki aracı sollamak çok zor olurdu. Çünkü karşı istikametten gelen araçları da hesaba katmanız gerekirdi. Önünüzdeki araç, örneğin haddinden fazla yüklü olduğu için çok yavaş gidebilen bir kamyon ise, dakikalarca sollayamaz, onun ağır adımlarına uymak zorunda kalırdınız. İşte aşırı yükünden dolayı gıdım gıdım ilerleyebilen, size dakikalarca egzoz gazı solutan o kamyon, sizi çıldırtır ve sonunda en olmadık yerde sollama yapmaya tahrik ederdi. İradeniz yenik düşüp solladığınızda da ya karşıdan gelen bir araçla çarpışır veya yoldan dışarıya yuvarlanırdınız. Siz bu musibetin acısıyla kıvranır, suçlu olarak hâkim karşısına çıkarken, sizi tahrik eden o kamyon, tin tin tin yoluna devam ederdi. Ona kimse hesap sormazdı. Size hesap sorulması elbette bir gerekliliktir. Ancak o kamyona hesap sorulmamasına da adâlet demek hiç doğru değildir.
“TÜTÜN İÇİP SAVURMAZSAN, RAKI İÇİP BAĞIRMAZSAN, SANA ‘ERKEK’ DENİR Mİ?” Dedemin gençlik yıllarında, akrabası olan bir kadının kendisine söylediği bu söze gelince... Gerçek bu. Aslında namazlı niyazlı, samimi bir müslüman olan dedemin, o kadının tahrikiyle sigara ve içkiye başladığını annemden dinlemiştim. Tahrik’i ve tahrikin gücünü görüyorsunuz, değil mi? Neyse ki kısa bir müddet sonra aklı başına gelmiş ve tekrar eski güzel çizgisine dönmüş. Kendisinin bir cami yaptırdığını da haber vereyim ve ikisi de rahmetli olmuş dedem ve annem için birer Fatihâ okumanızı rica edeyim.
“SENİN ANANI... SENİN SÜLÂLENİ... SENİN GEÇMİŞİNİ...” diye başlayan veya bunların benzeri olan küfürlerin, nice kötü sonuçlar doğurabilecek kadar güçlü birer tahrik unsuru oldukları konusunda bir şey yazmama gerek var mı?
Bazı bilgisayar oyunlarına bağımlı olan bir kısım insanların, özellikle de gençlerin, o oyunların tahrikiyle intihar ettiklerini ya da türlü kötü davranışlarda bulunduklarını medyadan duyanlarınız vardır. Söz konusu oyunları hazırlayanlara, sunanlara, yani dolaylı yoldan da olsa insanları yanlış işler yapmaya tahrik edenlere hesap sorulmasın mı?
“ŞU KALÇAYA BAK! ŞU BACAKLARA BAK!” Bediüzzaman’ın ikazını biliyorum: “Bâtılı tasvîr, sâfî zihinleri ihlâl eder.” Ama utanarak da olsa yazmak zorundaydım, affınıza sığınırım. Bu ve benzeri sözleri ya içlerinden veya pervâsızca dışlarından sarf eden erkekler var, değil mi? Büyük suç işliyorlar. Bırakın böyle ifadeler kullanmayı, nâmahreme bakmaları dahi suçtur erkeklerin. Hele zikretmek istemediğim daha ileri adımlar atmaları... Bunların hepsini “zina” kapsamına sokmaktadır dinimiz. Evet böyle erkekler suç işlemiş, kendilerini Cehennem’e götürecek bir günah işlemiş olurlar. Hesapları da çetin olacaktır. Peki, Allah onları böyle bir günahı işlemeye tahrik eden baldır bacak meydanda o kadınlara hesap sormayacak mı sanıyorsunuz? Hâşâ! Allah âdildir. İşte zaten benim en başından beri söylemeye çalıştığım şey de budur:
İradelerini kullanmayıp suç işleyenler cezalandırılsınlar. Hattâ tahrik edilmiş olsalar bile cezalarından indirim yapılmasın. Ama lütfen onları bu cürümleri işlemeye tahrik edenler de gözden kaçırılmasın, cezasız bırakılmasınlar. “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanınız.” buyruğu bunu gerektirmektedir.
İnsan ve toplum açısından o kadar çok tahrik kalemi var ki saymakla bitmez. Evet, aşırı yüklediğiniz kamyonunuzla haksız yere başkalarının hızlarını kesmeniz bir tahriktir. Yine trafikte aşırı hızınızla, olmayacak yer ve zamanda yapacağınız sollamayla başkalarını tehlikeye sokmanız bir tahriktir. Birilerine hakaret ve küfür etmeniz bir tahriktir. Başkasının malına, ırzına tasallut etmeniz [musallat olmanız] bir tahriktir. Zenginliğinizi teşhir edecek lüksleriniz bir tahriktir. Kadınların, baldır bacak ortaya çıkmaları, kırıtarak yürümeleri bir tahriktir. Hâkimin adaletsizlik yapması bir tahriktir. Âmirin sözünü dinlememek bir tahriktir. Yöneticinin haksızlık etmesi, zulmetmesi bir tahriktir. Güçlü olanın zor kullanması, şiddet uygulaması da güçsüz olan açısından bir tahriktir. Canı yanan eşek, başka bir çaresi kalmayınca attan hızlı koşmasın da ne yapsın? Tahrik konusunda, sanat eserleri ve medya da mercek altına alınmalıdır. Örneğin televizyon reklâmları, korkunç derecede etkili olan bir tahrik aracıdır. En azından insanları israfa tahrik etmektedirler.
Bayanlar baylar, her konuda tahrik sağanağı altındayız. Ve tahrik’in türlü türlü yollarıyla karşı karşıyayız. Nefsiyle mücadele ederek sınav vermek için dünyaya gönderilen insanoğlu, zaten çoğu zaman nefsine yenik düşme ve yanlışlar yapma, suçlar işleme eğilimindedir. Bir de tahrikler söz konusu olursa, maalesef kötülük gayyasına yuvarlanmaktan kurtaramaz kendisini. ŞEYTAN, bilerek veya bilmeyerek kendisine yardım eden işbirlikçileriyle, âdemoğlunun işini daha da zorlaştırmaktan haz duymaktadır. BİZLERİ DEVAMLI SURETTE KÖTÜLÜĞE TAHRİK ETMEKTEDİR. (Kötülüğe) tahrik yolları ve tahrikçiler, kalem kalem belirlenmeli, hak ettikleri cezalar mutlaka verilmelidir. Vesselâm.