Kelimelerin çağrışımı bazen yazarın ve sözü söyleyenin kastını, metnin bağlamını aşabilir. Hemen belirtelim ki buradaki “gelecek” kelimesinin siyasi bir bağlamı yoktur.
Dünyada bazı şeyler vardır, değişmez sabittir; herkese göre aynılığı vardır, vâkidir. Bazıları da vardır ki vakidir, olmuştur ama aynı değildir, durumu kişiden kişiye değişir.
Okula yeni başlayan bir çocuk gözüyle geleceğe, şöyle bir baksak yaşanacaklara, insan ömrünün mertebelerine; gözümüzü o noktalara dikerek bir baksak diyorum, neler düşünürüz, aklımızdan neler geçer acaba? Her şey ne kadar da uzak kalır bize, öyle değil mi? On iki sene ilk ve ortaöğrenim, dört beş sene yükseköğrenim. Belki lisansüstü, doktora ve ilerisini de içine katacak olursa bu kadar sene okullarda olmak, git gel, git gel!.. Ha, bütün bunları hiç bilebilir mi o çocuk, o yaşta diyebilirsiniz, siz de haklısınız.
Her şeye hem uzak hem bir o kadar da yakın olmak... Zaman zaman yaşadığımız bir hâldir bu; zaman geçmek nedir bilmez. Ruhumuz sıkıntıdan sıkıntıya girer ve hayat çekilmez olur. Bazen de zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmayız bir türlü. Gün sanki dakikaymış, saatmiş gibi kısa gelir. Bazen de dakikalar geçmek nedir bilmez, uzadıkça uzar. İşte yakınlık ve uzaklık, yaşadığımız hâlin ruhumuza etkisinden başka bir şey değildir.
Geçmişe yolculuk
Mevzuyla alakalı olarak bir hatıramı paylaşayım. İlkokulu köyde okudum; dört derslikli bir binada beş yıllık öğrenimimi tamamladım. Öğretmenlerimiz köyde kalıyorlardı o dönemde, iyilerdi de. Ama hatırımda kaldığı kadarıyla eğitim sistemi hakkında pek bilgi vermemişlerdi bize. Şimdi geriye dönüp baktığımda bunu rahatlıkla söyleyebiliyor, öğretmenlerime, o konuda biraz da sitem ediyorum. Fakat, her şeyde vardır bir hayır deyip geçiyorum.
İlkokul sonrasında ortaokul, lise ve ondan sonra da üniversite eğitimi olduğunu anlatmamışlardı hiç bize. Üstat Karakoç’un dediği gibi “Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz” demiyorum ama “Ey yeni neslin var olmasını sağlayacak bilgili öğretmenlerim bunu bana demediniz, anlatmadınız eğitim öğretim sistemimizin sistematiğini!” diyerek sitem ediyorum. İlkokul beşi bitireceğimiz günlerdi. Öğretmenimiz, hepimize, ne olmak istediğimizi sordu. Soru bana geldiğinde ben, imam olmak istediğimi söyledim. Okuma yolunda önümde rol model olarak bir imam bir de öğretmen vardı. Öğretmenin nerede okuyup o mesleğe geldiğini biliyorduk. Çünkü onun sınavlarına da öğretmenler bazı öğrencileri seçip sınavlara gönderiyorlardı. Ben o seçilenlerden değildim. Geriye imam olmak kalıyordu bana, onun yolu da belli idi: Kur’an kursuna gitmek!..
Okulu bitirdik, yaz tatiline girdik. Derken Kur’an kursuna gideceğim, ama hangisine? Bizim köyün alt komşusu olan köyde, bir Kur’an kursu var. Merhum babam, gidip gelmek kolay olur, ekonomik açıdan da fazla yük getirmez düşüncesiyle -gerçeğini Allah bilir- beni oraya gönderecekti.
Bir de köyden doksan kilometre uzaklıktaki şehir merkezinde var Kur’an kursu. Şehir merkezindeki kursta, dayımın benden bir yaş büyük oğlunun okumuş olduğunu biliyordum. Çocukluk işte; tutturdum şehirdeki kursa gideceğim diye, otobüse daha çok binme merakı ve düşüncesiyle! Olurdu olmazdı, derken dayımlar bayram veya yaz tatili vesilesiyle köye gelmişlerdi. Onların gelmesiyle bu mesele halledilmiş oldu. Şehir merkezindeki, DİB’e bağlı Kur’an kursunda okuyacaktım. Vakit geldi; gittik, kursa kaydolduk; yatılı kalıyorum. Uzatmayayım, bir yıl okuduktan sonra İmam- Hatip Lisesi ortaokuluna kendi isteğimle kaydımı kendi yaptırdım.
Okulun başladığı günlerdi. Bir gün şöyle düşündüm: Üç sene ortaokul, dört sene de lise… biter mi, geçer mi bu yedi sene? Biter mi hiç?..
O yedi senenin üzerinden bir dört sene üniversite hayatı yaşandı, geçti. Yirmi yedi yıllık bir meslek hayatı ve onun akabinde beş sene daha geçti. Bitmez denilen nice seneler bitti, geçmez denen nice acılar geçti!..
‘Sabah yakın değil mi?’
Vakit, zaman, süre adını ne koyarsanız koyun, bunu hangi kelimeyle ifade ederseniz edin, şüphesiz o, göreceli bir kavramdır. “Gelecek” kelimesi de “yakın” kelimesiyle birlikte anılınca o yakınlık da göreceli hâle geliyor. Aşağıda belirtilecek hadis-i şerifte de geçtiği gibi “Her gelecek yakındır.” Ve gerçekten gelecek olan, yakın oluyor, ömrü vefa edene!.. Hûd Suresi’nde de “sabahın yakın oluşu” beyan buyrulur. Geceden sonra gelen sabahın yakınlığı vurgulanır. Bu, bir bakıma karanlıkların ardından apaydınlık gündüzün habercisi mutlu sabahların yakınlığını veren bir müjdedir, muştudur:
“(Elçiler) Dediler ki: 'Ey Lut, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kesin olarak ulaşamazlar. Gecenin bir parçasında ailenle birlikte yürü (yola çık). Sakın, hiçbiriniz dönüp arkasına bakmasın; fakat karın başka. Çünkü onlara isabet edecek olan (azap), ona da isabet edecektir. Onlara va'dolunan (azab) sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?'” (Hûd 81)
‘Gelecek olana uzaklık yoktur’
Kur’an’ın en büyük müfessiri İki Cihan Güneşi’nin (sallallahu aleyhi vesellem) İbn Şihab ez-Zühri’nin rivayetinde şöyle buyurdukları ifade edilmiştir: “Her gelecek yakındır. Gelecek olana uzaklık yoktur. Allah, kimsenin acelesi için acele etmez. İnsanların işini de hafife almaz. İnsanların dilediği değil, Allah’ın dilediği olur. Allah bir şey irade eder, insanlar başka bir şey. İnsanların hoşuna gitmese de Allah’ın dilediği olur. Allah’ın yakınlaştırdığını uzaklaştıracak, uzaklaştırdığını da yakınlaştıracak hiçbir güç yoktur. Allah’ın (cc) izni olmaksızın hiçbir şey olmaz.” Dikkat edelim, gelecek olana uzaklık yoktur!..
Hem ayet-i kerimede hem de hadis-i şeriflerde beyan buyrulan husus, geleceğin yakın oluşudur. Hatta bir başka ayet-i kerimede Yüce Mevlâ, milletlerin belli bir ömürleri bulunduğunu onlarının sonlarının da belli olduğunu, o son geldikten sonra ne ileri ne geri alındığını; bunda bir değişikliğin olmayacağını kullarına bildirir: “Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler (tam zamanında çökerler.)” (A’râf, 34) Bu hususu destekleyen başka ayeti kerimeler de söz konusudur: “Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şahidler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez.” (Âl-i İmrân, 140) Günler devredip durur.
“Bütün gelecekler, yakındır.” buna şüphe yok. Şüphe duyulmayan bir başka husus da insanın “aceleci” oluşudur. Her istediğinin hemen gerçekleşmesini ister. Dua dua yalvarır Rabb-i Rahim’ine. Duası hemen kabul edilmediğini görünce bir burukluk hisseder yüreğinin derinliklerinde. Zaman zaman kırılganlıklar oluşur zihninin labirentlerinde. İnsanın fıtratını anlatan ayetlerin birinde de bu durum şöyle anlatılır: “İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua eder. İnsan, pek acelecidir.” (İsrâ, 11) Bilmez ki insan, her bir şey yerli yerince işler, sanki bütün dünyayı kendisi idare eder de her istediğinin hemen karşılanmasını bekler. İbrahim Hakkı Hazretleri, o meşhur Tevfizname’sinde ne güzel der: “Deme şu niçin şöyle/ Yerincedir o öyle/ Bak sonunu seyreyle/Mevlâ görelim n’eyler/N’eylerse güzel eyler.”
Hayır mı, şer mi yaşadıklarım?
Neyin hayır, neyin şer olduğunu ancak Allah bilir. Yaşadıklarımızın hayır mı şer mi olduğunu esasen biraz kendimiz de ölçebiliriz. Nasıl mı? Meselâ en basitiyle “zarar verip vermediğimizle” yapabiliriz bunu. Bir fert olarak kime zararın dokundu, kime yararın dokundu? Başkasına zararın dokundu ise bunda iyiliklerini götüren bir hâl var demektir, yaptıklarını daha dikkatle yapmalısın. Başkasının zararı sana daha çok dokunuyorsa o zaman sen “alacaklısın”, yaptıkların aslında sadece veya daha çok, güzelliklerden ibaret demektir. Bundan dolayı başına gelenlerin, Allah’ın bilgisi ve muradı dışında olmadığını düşünerek onları daima iyi karşıla. Güzelliklerini gör yaşadıklarının, zahiren kötü gelse bile sana. Herkesin ahirete doğru yol aldığını hatırla!.. Bu bağlamda da “geleceğin yakın” olduğunu düşün ve “yakin gelinceye dek” iyilik yapmaya, güzel düşünmeye devam et.
Bu hususta eğitimci- şair Mehmet Şen, “Acı Da Ondan Şeker De” şiirinde, gönül insanı İbrahim Tennurî gibi ne güzel söyler: “Biz yine onu analım/ Acı da ondan şeker de” der güzel bakışıyla.
Şen, hayatın bize sunulan bir armağan olduğunu, bunun birtakım sürprizlerle geldiğini, bu sürprizin gökyüzünün altında yani hayatta kararmak ve parıldamak arasında gidip geldiğini ifadeyle “Hayat bize verilen bir armağan/ Yarına ipucu vermeden gelen/ Parıldamak da vardı gökyüzünün altında/Kararmak da” diyerek bugün kararmak düşmüşse nasibine, günlerin insanlar arasında devredip durduğunu hatırla, der âdeta. Ayrıca bugün birileri bayram ediyor, bayram ederken de zulmediyor, başkasına cehennemi yaşatıyor olabilir ama Sabahattin Ali gibi “Gelecek günler var daha” diyerek sözlerine şöyle devam eder:“Bükme boynunu/ Bakarsın bize de bir demet ışık verir gün/ Değişir gözlerin saçların/Değişir gülüşün” diye hatırlatır ve her daim ümitvar olmak gerektiğinin altını çizer. Yüce Mevla’nın biz kullarını sevdiğini, O’nun adil olduğunu, kulları için hayır murat ettiğini de ekler: “Biz onu analım/Bir an bile aklımızdan çıkarmadan/Acı da ondan şeker de”
Güzel günler uzak değil
Geçmez deme dertler geçer; bitmez sandığın acılar bir bir biter bir gün. Gelmez deme güzel günler, gelir bir bir; hangi gecenin sabahı olmamış, hangi kışın baharı yoktur? Her daim “Gelecek günler var daha” de ve gönlünü hoş tut daima. Uzak görme asla güzellikleri ve güzel günleri; yakın bil daima. Ne kadar uzakta olursa olsun, güzelliklerle, iyiliklerle beraberse ruhun, aldırma bugün sana düşen “güzel bir sabır”dır ve sabrın sonu selamettir.
Hâlini, üzgünlüğünü, acılar içinde oluşunu, her hâlimizi görüp bilen ve şahit olan Allah’a arzet, fiili dua kabilinden yapılması gerekeni yapmaktan da asla geri durma. Geri durma ki kavli dualarının kabulüne vesile olsun onlar. Sen daima iyilerle, iyiliklerle bir ve beraber olursan düşünce ve davranışınla; o güzel günlere, iyiliklere zaten yakınsın, hatta onlarla iç içesin demektir. Güzel gören güzel düşünür derler. İyisi mi hadiselere güzellik penceresinden bakmaya devam etmek. En iyisi de nedir biliyor musun? Bugün sen başkasına zulmedenlerden ve zulmü alkışlayanlardan biri değilsin, öyle değil mi? Önemli olan budur; çok önemli bir güzelliktir bu yarınlar için!
Küllü âtin karîb
Ey nefsim, ey insan “Küllü âtin karibün.”, “Her gelecek yakındır.” hakikatini bir an için aklından çıkarma. Çıkarma ki gaflet denizinde yüzmeyesin, seni hak ve hakikate çağıran uyarıcıların uyarılarına dikkat et. Daima uyanık ol, ömrün uykuda, zulmette geçmesin! Geçmesin ki zulmedenlerden olmayasın, zulme taraf olanlardan da! Bak, ne de güzel ikaz ediliyoruz hikmetler dolusu bir kitap olan Kur’an ile: "İnsanlar için hesap görme vakti yaklaştığı hâlde onlar hâlâ gaflet içinde gerçeğe yüz çeviriyorlar." (Enbiya, 01) Geçen her gün, yaşamakta olduğumuz her an bizi daima geleceğe taşımakta, bizi geleceğe, geleceği de bize yaklaştırmakta ve yakınlaştırmaktadır. Kur’an’a sarıl, onu okumaya ve anlamaya çalışmaya devam et, anladıklarını da yaşa, unutma bunu. O, hidayet rehberidir.
Yaşadıklarımız ruhumuzu sıkmış, bizi bunaltmış olabilir bir bir. O demde Rabb-i Rahim’imize iltica edip bir düşünce yolculuğuna çıkarak Bediuzzaman Said Nursi Hazretleri gibi diyelim: “(Her gelecek şey yakındır) sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki, yakın bir zamanda, kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarıma veda eyledim. Kabrime teveccüh edip giderken, Senin dergâh-ı rahmetinde, cenazemin lisan-ı hâliyle, ruhumun lisan-ı kàliyle bağırarak derim: “El-aman, el-aman! Ya Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın hacâletinden kurtar!”. Yüce Mevlâ’ya dua dua yalvaralım. Hayatımız boyunca da o son günün her an geleceğini aklımızdan asla çıkarmayalım. Bize gelecek son konuğun ne zaman geleceği gizlidir. Belki de çok yakında, çok da yakınımızdadır o; kim bilir?
Sözü Tevfik Fikret’in “Sabah Olursa”daki ümidi, Cahit Sıtkı’nın “Müjde”siyle bağlayalım: “Evet, sabah olacaktır, sabah olur, geceler/ Tulû-i haşre kadar sürmez; âkıbet bu semâ,/ Bu mâi gök size bir gün acır; melûl olma,”(Tevfik Fikret)
“Kuşlar haber verdi bana kuşlar/ Gelecekte bir şeyler olacak/ Gün dilediğimiz gibi doğar/ İnsan yüzümüz güler olacak.”(Cahit Sıtkı Tarancı)
Geleceğimiz, geçmişimizden daha hayırlı, huzurlu ve güzelliklerle dolsun. Ve unutmayalım ki “Küllü âtin, karib”, “Her gelecek yakındır.”