Sizleri selamların en güzeliyle selamlıyorum kıymetli dostlarım. Tarih çağları boyunca olduğu gibi günümüzde de insanların en çok konuştukları sorunların başında şüphesiz iktisadi problemler gelmektedir. İktisadi problemler bazen kötü bir sonuç gibi gözükse de, aslında çoğu zaman sorunların gerçek nedenlerinden birisidir. Para ve tüm mallar asla bizi yöneten konumunda olmamalı, doğru olan bizim onlara bilimsel yoldan ve helal bir yöntemle sahip olup, koruyup, geliştirip ailemizin, devletimizin ve tüm insanlığın faydası için alın teri ve üretimin emrine vermektir.
İnsanlar hayalleri ve istekleri yönüyle sınırsız bir ruhsal yapıda olup; sınırsız, sayısız arzulara hedeflere sahipken; bedensel gücü ve akıl yetileri bakımından oldukça sınırlı bir varlıktır. Bu nedenle insan; var olma, yaşama ve hayatını devam ettirmenin anlamını çözerek, gelecek kuşaklara ve insanlığa faydalı eserler bırakma düşüncesinde ve amacında olmalıdır. Çünkü birey olarak insan, annesinden çıplak olarak yani bir kumaş parçasına bile sahip olmaksızın dünyaya gelirken, ömrünün bilinmeyen sonucunda ancak bir bez parçasına sahip olarak ölüp, yani bir kefen parçasına sarılarak dünyadan ayrılmaktadır. Ne dünyaya gelirken ne de dünyadan ayrılırken insanın tercihi, etkisi veya tepkisi asla mümkün değildir. Öyle ise insanın yaşamı ile ilgili sistem: onu yoktan var edip mükemmel olarak donatan bir sonsuz irade, ilim ve güç sahibinin mutlak bir planı ve gücü ile ancak mümkün olabilir. Bu gerçeklikten yola çıkarak hayatımızı idame ettirmemizin gerektirdiği maddi ögelerini iyi kavramanın ve şartlarına uygun çalışmalar yapmanın yanında, madde ötesi gereklerini de öğrenmemiz ve yerine getirmemiz bize iyi bir insan, faydalı bir aile ve toplum ferdi olmamızı sağlayacaktır.
Mallarımız, canlarımız, zaman, ömür, mekân ve tüm maddi varlıklar geçici bir süre için bize bırakılan emanetlerdir. Bunların asıl sahibi biz değiliz. Ne yaratılışımız ne hayatımız ne doğumumuz ne ömrümüz için, ne de vücut azalarımız ve miras kalan mallar için bir bedel ödedik! Sahip olduklarımızın sahipleri gerçekten biz olsaydık hepimiz zengin olur ve hiç zarar etmezdik. Oysa çeşitli faktörlerin etkisiyle kimimiz çok zengin olurken kimimiz de zenginliklerini bir hastalık, doğal afet veya başka olumsuz nedenlerle kaybetmekteyiz. Ayrıca sınırlı bir ömürde bile bu malların tam sahibi olamayız. Geçici olarak bu mallardan kendimiz, ailemiz, yakın ve uzak çevremiz için tasarruf etmek zorunluluğumuz vardır. “Veren el alan elden üstündür!” sözüne benzer olarak, “Paylaşan insan gerçek zengin insandır!” da diyebiliriz. Malları ve bu mallarının ticaretinden elde ettiği büyük kârları sadece kendisine ayırıp inhisar edenler, şayet başkaları yararına paylaşımda bulunamazlarsa toplumda zamanla derin ekonomik sorunların doğması kaçınılmaz olur; buna kötü idarecilerin ve hükûmetlerin israf ekonomisi politikaları eklenirse tamiri zor krizler ve kıtlıklar da doğar. Son yıllarda dünyanın birçok yerinde ve ülkemizde bu türden derin ve büyük ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalmamızın en büyük nedenlerinin başında bu bencil, stokçu anlayış ve adaletsiz yönetimler gelmektedir.
Yunus Emre’nin; “Mal sahibi mülk sahibi, / Hani bunun ilk sahibi, / Mal da yalan mülk de yalan, / Var gel biraz da sen oyalan!” dizelerinde anlatılan anlayış ve düşünce topluma değil insan benliğine yöneliktir. “Bir lokma bir hırka anlayışı” ile üretkenlik ve medeniyet arasında çelişki vardır. Bir de en başta herkesin ve hepimizin bize bahşedilen akıl nimetini yerinde ve doğru biçimde kullanma zorunluluğumuz vardır. Bir de şu hususa dikkat etmemiz, kendimizi buna göre bir iç muhasebeden geçirmemiz lazım: “Servetin arttıkça onları sana veren Allah'a karşı sevgin, saygın verdiklerini yolunda verme arzun artmıyorsa bil ki sen manen fakirleşiyorsun. İnsanı insan yapan değerlerden kaybederek zenginleşmek, gerçekte fakirleşmektir." (Veli Tahir Erdoğan, Kur'an Bana Ne Diyor?)
Hayallerimiz her zaman kötü değildir. İnsan hayal edip aklını kullandığı sürece kendisini maddi ve manevi olarak geliştirir. Hayal (duygu) ile mantık dengesi çok önemli bir esastır. Uzak ve uçuk hayaller kurmak, çoğu zaman hayal kırıklığı yaratır. Tıpkı, hikayesine aşağıda yer verdiğimiz gencin durumu gibi:
Vaktiyle ülkemizin ücra bir köyünde oldukça fakir ama çalışkan ve temiz yürekli bir genç varmış; ailesi onu okutamadığı için köyde zengin bir ağanın çobanı olmuş, onun yüzlerce koyunlarını otlatıp üç beş kuruşa hayatını kazanırmış.
Her sabah olduğu gibi o gün sabah ağanın hanımı hazırladığı bir bohçada peynir, tereyağı ve somun gibi yiyecekleri genç çobana verir. O da akşama kadar yine dağ bayır dolaşıp koyunları otlatır, bazen kavalıyla nağmeler tutturur, uzun uzun türkü ve şarkılar söyler, şırıl şırıl ve gür akan derenin kenarında bohçasını serer ve karnını doyurur. Ancak her zaman olduğu gibi tereyağını yine yemeyip bırakır. Saatler geçer ve akşamüstü koyunları yavaş yavaş köyün yakınındaki küçük bir tepenin duldasındaki ağıla katar. Onları ağıla kattıktan sonra ağılın hemen bitişiğindeki kulübeciğe gelir. Genelde tereyağını yemeyip kulübenin tavanında astığı çömlekte biriktirmektedir.
O gün de öyle yapar. Sonra kulübenin basit derme çatma kapısının önünde oturur. Bu sırada çok yorulmuştur, kıpkırmızı rengiyle yarısı kaybolmuş olan güneşin ağır ağır batışını izlemeye koyulur. O sırada da hafifçe esen rüzgâr onu biraz rahatlatmış o da biraz olsun dinlenmişti. Bir yandan da tatlı hayallere dalmıştı. İçinden ne hayaller kuruyordu dersiniz? Şöyle böyle değil, çok uzun hayaller gelmiştir aklına. Sol elini şakağına dayayıp sağ elindeki sopasıyla yere rastgele çizikler atmaya devam ederken; yarın kasabanın pazarı, biriktirdiğim tereyağını pazara götürüp satayım sonra onun parasını elimdekilerle birleştirip bir dişi koyun satın alayım, ağadan izin alıp bu sürüye katayım, ikiz, üçüz dördüz kuzularım doğar, benim de üç beş seneye kalmaz bir sürü koyunum olur. Ağadan izin alıp kendi sürülerimin başına geçip koyunlarımın çobanı olurum. Sonra zengin olurum. Anam ve babam da epey süredir bana şöyle deyip duruyorlar “Oğlum, seni helal süt emmiş bir kızla baş göz edelim.” diye.
Rıfat emminin ortanca kızı Hüsniye’yi çoktandır düşünüyorum ve seviyorum. Onu, Allahın emriyle istetirim ve hayırlısı ile evlenip yuvamı kurarım. Mutlu yıllar nasıl da geçiverir değil mi? Bir oğlum ve sonra da bir kızım olur onları sevgi ile büyütürüz. Ardından oğlumu okula yazdırırım. Oğluma her gün harçlık verir okula göndeririz. Okulda öğretmeni Nurettin Bey’le de konuşur, tembihlerim. Eğer derslerini çalışmaz tüm hocalarına ve rehber öğretmeni Nurettin Bey’e saygısızlık yaparsa şu sopa ile onun sırtına şöyle vururum deyip sopasını hızlıca havaya kaldırıp indirdi. Ancak bir dakika! Bir dakika, o da ne? Neler oluyor? Kulübeye astığı tereyağı çömleği elindeki sopayı kaldırınca, sopanın ittirmesi ile birden çengelden çıkıp ters dönmüş ve kafasına düşmüştü! Başından aşağıya doğru saçlarına , yüzüne ve tüm elbisesine tereyağı sızmaya başlamıştı. “Aman Allah’ım!” dedi ve oradan kalkıp gitti. Genç ve temiz yürekli çobanımızın mutluluğu şimdilik ertelenmişti ve kendi kendine “Çok uzun hayaller kurmamalıydım, daha gerçekçi düşünmeliydim, çok çalışıp yine zengin ve mutlu olabilirim!” diye söylendi..
Hepimiz çoğu zaman zor şartlar altında hayatımızı kazanıp devam ettiriyoruz. Refah ve bolluk içinde yaşayanlarımız çok azdır. Bir gün çocuklarıma naçizane şunu dedim: “Bakın evlatlarım! Ben fakir çiftçi bir babanın ve annenin dört evladının üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldim, zor şartlarda ve kıt imkânlarla okudum ve 27 sene bir eğitimci öğretmen ve öğretim üyesi olarak çok çalıştım ve vasat gelirli bir hayat yaşadım. Şimdi sizlere en iyi okul ve üniversitelerde okumanız için elimden geleni yapacağım. Hatta babamdan kalan bir miktar zeytin ve pamuk tarlalarını da sattım, sizin en iyi öğrenim almanız ve hayata borçsuz atılmanız için çaba sarf ediyorum! Vefat ettiğimde de size muhtemelen önemli bir miras mal bırakamayacağım, ama hem dünyanızı hem geleceğinizi mamur edecek kadar bir öğrenim almanız ve iyi bir meslek sahibi olmanız için size her türlü katkıyı yapacağım inşallah!” dedim. Anne ve babalar onların maddi ve manevi sorunlarını çözmelerinde en önemli sorumluluğun kendimizde olduğunu asla unutmayalım.
Kıymetli dostlar İktisadi anlayışımız üzerine önümüzdeki haftalarda yine birlikte olmayı diliyorum ve sağlıcakla kalın mutlu kalın diyorum. İspanya’da kaldığımız Gırnata’da kaldığımız seyahat notlarımıza da haftaya devam edeceğiz.
***
“Gelir bir bir, gider bir bir, kalır bir
Gelen gider, giden gelmez, bu bir sır
Gelirse gelir bir kıl ile eyleme tedbir
Giderse gider eğlemez bir koca zincir..."
Anonim