Sıkıntılı, çetin ve zor zamanlarda ideal sahibi kişiler, ideallerine daha sıkı bağlıdır. İdealleri doğrultusunda hareket etme bilinci içerisindedir. Ne zaman ki ferahlık ve rahatlık söz konusu olur, içten içe bir gevşeme, bir bozulma ve bir kokuşmadır başlar; bu durum artarak devam eder. Kişi, ideali doğrultusunda bilincini yenileyemezse ideallerinden gitgide uzaklaşır, bambaşka bir kişilik hâlini alır. Az da olsa bir dere gibi doğal kaynaktan beslenemeyen göllerin durumu insan için ibret vericidir. Doğal kaynakla beslenemeyen göller zaman içinde durgunlaşır, kokuşur, yanına yaklaşılamaz bir hâl alır, derken suyu çekilir de gölden eser kalmaz.
İbn-i Haldun’un toplumların canlılar gibi doğup büyüme ve nihayetinde ölüme doğru yol alma düşüncesi fertler için de geçerlidir. Toplumu oluşturan fertler, ideallerinden uzaklaşır, düşüncelerinde bozulmalar başlarsa toplum da bozulup asli hüviyetini kaybediyor demektir.
Son otuz yıl içerisinde yaşananlara bizzat şahit olduktan sonra geçmişi değerlendirmenin biraz daha gerçekçi olduğunu düşünüyorum. İnsanların bir işe, dava dedikleri düşüncelerine ilk başlarda nasıl bir heyecanla giriştiklerini, nasıl devam ettiklerini ve şu an nerede ve hangi konumda bulunduklarını gözlemlemiş olmak onların yaptığı işin yanında karakterlerini görmemize imkân sağlamaktadır.
Müzik dünyasıyla alakalı olarak yazdığımız yazıların üçüncüsü olan bu yazıda genel olarak doksanlı yılların başında, bir kesimin, “İslamcı” veya “siyasal İslamcı” camiadan ve ona yakın sanatçıların o dönem ürettikleri eserlerin müzikalitesini ifade etmek bir yana sözlerinin ifade ettiği anlamın, sanatçı duruşlarının ne ve nasıl olduğunu, bugünün şartlarında ürettikleri eserlerin kalitesi ve sanatçı kimlikleriyle hak, hukuk, adalet ve hakikat karşısındaki tavırlarını ortaya koymaya çalışacağız.
Hemen belirtelim ki bu düşünce kategorisinde ele aldığımız sanatçıların daha sonra farklı anlayış ve tavırlara yönelmiş olmaları ihtimal dahilindedir. Bütün sanatçıları tek tek bilmemiz ve onların hal ve tavırlarını analiz etmemiz en azından bir yazıda mümkün değildir.
‘Kalksam ve dirilsem’
Doksanlı yıllardan aklımızda yer etmiş, âdeta zihnimize kazınmış eserlerin/albümlerin başında, yapımcılığını İslamoğlu Yayıncılık’ın uhdesine aldığı, Eşref Ziya Terzi, İbrahim Tanrıkulu veHakan Aykut üçlü sanatçı grubunun söz ve yorumlarıyla ortaya koydukları “Kalksam ve Dirilsem” gelmektedir. Albüme isim olan eserin sözleri ve bestesi Eşref Ziya Terzi’ye ait. “Ben kalksam ve dirilsem, imanımla yücelsem/İçimdeki benliği, tek tek eritsem” diye tekrarlanan sözleri bilinçli bir Müslüman olmanın çabasından başka nedir ki!.. Yokluklarda, sıkıntılı dönemlerde hazırlanan albümler, yapılan işler eksikleri olsa da hep samimidir. Bundan dolayı, başka zaman yapılan işler öncekileri aşamama problemiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bana göre bu sanatçılar bundan sonra bireysel de olsa birçok albüm hazırlamışlardır, ama algı, duruş ve kalitede bu albümü aşamamışlardır. Bu albüme en yakın başarılı çalışma “Bir Güneş Doğuyor 1 ve 2” adlı albümlerdir. Eşref Ziya, Hakan Aykut, Taner Yüncüoğlu, Ender Doğan ve Abdülbaki Kömür gibi daha sonraları solo albümler hazırlayacak olan sanatçıların isimleri öne çıksa da bu durum böyledir. Aynı isimli albümün ikincisi Eşref Ziya, Emirhan Ertürk, Hakan Aykut, Aykut Kuşkaya ve Taner Yüncüoğlu tarafından hazırlanmıştır. Buna rağmen “Kalksam ve Dirilsem” adlı albüm daha içten ve samimi bir duruşu sergiler.
Bu vadide albüm hazırlayanlardan öne çıkan bir başka isim Aykut Kuşkaya’dır. Sanatçı Kuşkaya, Necip Fazıl Kısakürek’in şiirlerini besteleyerek gitar eşliğinde yorumlaması ile dikkat çeker. Yattığım Kaya bu konudaki eserlerinden en akılda kalanlarındandır. Daha önce başka sanatçıların albümlerine besteleriyle katkıda bulanan Kuşkaya, ilk solo albümü Umut Sancısı ile 1994 yılında piyasaya arzıendam eder. Albümdeki eserlerden bazılarının güftesi kendisinin olsa da pek çoğu Necip Fazıl Kısakürek başta olmak üzere Abdülbaki Kömür, Özdemir Asaf ve Nesrin Kuşkaya’ya aittir. Kuşkaya, bundan sonra sırasıyla Ağlarken Gülebilmek (1996), Nereye Kadar (1996), Yalnızım (1999), Ne Olur Anla (2001), Uyan Ey Gözlerim (2003), Selam (2005), Serenat (2011), ve Rüyam (2018) albümlerini çıkarır.
‘Dönemeyeceğim’
Doksanlı yılların önemli seslerinden biri de Erdoğan Akın’dır. Akın; sesi, güfteleri, besteleri ve yorumları açısından çok önemli bir sanatçıdır. Onu ayrı kılan özelliklerden biri de “dava”sını hem söylem hem eylem planında eşgüdümlü olarak sürdürmesidir. O, o dönem revaçta olan “özgün müzik” tarzı beste ve yorumları ile dikkat çeker. Hatta bir dönem -ki o zaman şimdiki gibi internet ve sosyal medya olmadığından- onunla Onur Akın’ın aynı kişi olup olmadığı hususunda bende bazı tereddütler oluşmuştu. Akın’ın ilk albümleri Dönmeyeceğim, Göğsüm Hedefte 1993 yılında yayımlanır. Dunyabizim.com’da Fatih Pala, onun için şöyle der: “İlkin Dönmeyeceğim demiş ve zulme, ihanete, olmazlıklara, aymazlıklara, gammazlıklara inat söylemeye koyulmuştur türkülerini. Kimse döndüremezdi onu yolundan. Çünkü o çağları aşıp da gelen yüce bir Gücün ilhamıyla yola revan olmuştur.”
Akın’ın ikinci albümü Göğsüm Hedefte’ki en güzel parçalardan biri Elveda adlı eserdir. Güftesi Bahtiyar Vahapzade’ye, bestesi kendisine ait olan bu eser, albümün en dikkat çeken parçalarındandır: “Elveda/ Diyorum sefası bitti ömrümün/ Şimdi dağa çıkarım düze elveda/ Göze duman çöker düze kar yağar/ Bahara elveda/ Göze duman çöker düze kar yağar/ Yaza elveda” diyerek hayatta ettiğimiz vedalara bir gönderme yapar ve aynı zamanda ömrün sınırlı, insanın da fani oluşunu gözle önüne serer. Bunun yanı sıra insanın zaman içerisinde bazı değişmeler yaşayabileceğine de dikkat çeker: “Bahtiyar derinde sızlayıp yaran/ Kalbini dağlayıp üzer her zaman/ Gece hüzün çöker göze yaş dolar/ Sevince elveda/ Gece hüzün çöker göze yaş dolar/ Düşe elveda”
Akın’ın albümüne alarak yorumladığı güfteler ve yaptığı besteler onun “İslam davası”na bağlılıkta ne kadar samimi olduğunu ortaya koyar. Onun diğer albümleri sırasıyla “Adım Adım”, “Soylu Sevdalar”, “Güneş Yürür”, “Şafak Türküleri”, “Beni Uçarken Vursunlar” ve Vurguna Kıyam (2007)’dır. Albümlerinin içeriğine baktığımızda “direniş” hâlindeki Müslümanın duygu ve düşüncesinin sesi olmayı hedeflemiş olduğunu anlarız. Şafak Türküleri albümünün bütün gelirlerini “Çeçenistan” mücadelesine bağışlamış olması, bu konudaki hassasiyetinin bir göstergesidir.
‘Güller açmasa da’
“İslami ezgiler” sahasının bir diğer ismi/leri Umut Mürare’dir. Lise yıllarından itibaren müzikle ilgilenen Mürare, 1994 yılında, Faruk Ekin, Bilal Yaşar ve Yusuf Meral ile birlikte kurdukları Grup Kardelen ile ilk albümlerini piyasaya arz eder. Grup peş peşe beş albüm çıkarır. Mürare, değişik radyolarda program veya idarecilik yapar. Pek çok eserin aranjörlüğünü de yapmaktan geri durmayan sanatçı, ilk solo albümünü 2004 yılı ekim ayında Ben Seni Görmeden Sevdim adıyla çıkarır. İkinci albümünü ise Aralık 2007’de Sensiz Olmuyor adıyla yayımlayan sanatçının son albümü ise 2011’de de Duamsın adıyla piyasalarda yerini alır. Son albümü Veda’yı ise 2014 yılında çıkarır.
Mürare’nin “Artık dönüş yoktur/ Gemileri yaktık/ Bu canı Allaha sattık//Güller açmasa da/ Güneş doğmasa da/ Baş koymuşuz biz bu sevdaya, dönmeyiz!..” nakaratlı “Güller Açmasa da” adlı bestesi davasına inanmış, bilinçli Müslümanın ruhunu yansıttığı için olsa gerek hâlen dillerdedir: “Hasretle yollarımı bekleme anne/ Kapı eşiklerinde ağlama anne!” dese de Mürare, bugün anneler ve evlatlar ayrıdır ve ağlamaktadır. Herkesin iç dünyasını, kalbini ancak Allah bilir, ama acı ve zulüm karşısında ses vermeyen bu sözlerin sahibi de onlardan, bu acılardan uzaktadır.
‘Ya Hayy!’
Bu meydanda anılması gereken bir diğer isim Faruk Ekin’dir. Grup Kardelen’in üyelerinden olan Faruk Ekin’in ilk solo albümü Kıyam Şehri’ Rahmet Yayıncılık’tan çıkar. dunyabizim.com’danFatih Pala, bu albüm için şöyle der: “… albümün her bir ezgisi ayrı bir hikâyemizi anlatıyor. Mazlum, mahzun ve mahrum doğu insanının ıstıraplarını resmeden Yine Haber Var’da, yaşamları karartılanların bilgisini tüm Müslüman yüreklere duyurmanın telaşı vardır açıkça. Ancak yaşayanların anlayabileceği bir öznellikte olan eserin sözleri, inanmış kalbe ağrı bırakıyor. (…) Hasret kalınan özgürlüğe mazlumların yüreğinden kaldırılan, uçurulan güvercinlerin öyküsü sinmiş bu ezginin tamamına. Zulmün, garabetin, perişanlığın vurduğu, vurmakla da bırakmayıp silip süpürdüğü bebeklerin-çocukların başını okşayan, gözyaşlarını silen ezgidir Can Bebem. Ebeveynsiz kalanları, bedbaht bırakılanları umuda kandil yakmaya çağıran bir ezgidir bu.” Onun duru düşüncesi ve hassas yüreğinin yansımalarını üniversite hazırlık kursundan öğrencim olduğu yıllarda fark etmiş ve öyle görmüştüm. Olabildiğince mütevazı ve kimseyi kırmamaya çalışan yanıyla tanıdığım sanatçı Faruk Ekin’in son albümü Ya Hayy, Müslüman bilincini tazeleyen ilahilerden oluşur.
Ezgi ırmağı akar gider
Bu vadide başka kimler yok ki!.. Birçok albüm projesinin gizli kahramanı Hakan Aykut, yüreği bin bir elem ve dertle sızlayan Ömer Karaoğlu’nun“Sızı”sı, “Değişir bu mevsim bu poyraz keser,/ Her yerde İslam’ın rüzgarı eser,/ Gün gelir anlayıp bağrına basar,/ Şehir bu sevdayı, köy bu sevdayı.” (A. Karakoç) diyerek sevda türküsü söyleyenTaner Yüncüoğlu, “Meydan Okuyorum” diyenAdil Avaz, “Hicranlı yüzler bir gün gülecek,/ Zalimler bir gün hesap verecek!” diyen Mikail, İbrahim Tanrıkulu, Mesut Yabanigül, Abdülbaki Kömür ve daha niceleri!..
Bir de şiir albümleri var ki liste uzayıp gider… Evet, daha yazılacak çok şey var. Lakin sözü eğip bükmeden, lafı uzatmadan söylemek gerekirse dünün yokluk ve yoksunluk şartlarında idealizmin ve gençliğin verdiği enerji ile halkın, Müslümanların yaşadığı zorluklar, acılar karşısında daha duyarlı ve samimi bir duruş sergileyen sanatçılar, bilhassa son on beş yıl içerisinde iktidarın türlü nimetlerinden istifade ile eski duruşlarını sergileyememiş ve o kalitede eser ortaya koyamamışlardır. Bu, “dava” için çok elem verici bir durumdur.
Bir daha söyleyeyim, müzik yazılarının ilk ikisinde de belirtildiği gibi hangi düşünce grubunda olursa olsun, kıt imkânlarda daha özgün ve samimi eserler ortaya koyan sanatçılar, imkânların bollaşması oranında kaliteyi düşürmüşler, özgün eserler ortaya koymaktan uzaklaşmışlardır. Nimetler, onlar için nikmete dönüşmüştür. Eğitimci-yazar İmdat Avşar’ın bir zamanlar öğrencilerimize söylediği güzel bir söz vardı: “İmkânsızlıklarımız bize imkân oldu, imkânlarınız size imkânsızlık olarak dönmesin!” Bu söz, aslında, doksanlı yılların sanatçılarının durumunu çok iyi özetlemektedir.
Neden?
Önceki yazılarımda ismini andığım sanatçının bir albümünden: “İnse başıma bin yumruk/ Rabbim Allah diyeceğim!/ Aksa kanım oluk oluk,/ Rabbim Allah diyeceğim!// Yusuf gibi düşsem suya,/ Atsalar beni kuyuya,/ Nice şeref duya duya,/ Rabbim Allah diyeceğim!// Sürseler yaban eline,/ Atsalar zindan evine,/ Haykırarak gelip dile,/ Rabbim Allah diyeceğim!” Bu sözleri o gün söyleyen sanatçılar, bugün değerler altüst olmuş, mazlumlar ve masumlar nice zulüm altında inim inim inlerken sesleri neden çıkmaz acaba? Neden mazlumdan yana ses vermezler, hak ve hakikatin, adaletin sesi soluğu ödevinde bulunmaları gerekirken muktedirlerin siyasi bakış ve anlayışlarının esiri olmuşlardır?
Doksanlı yılların olumsuz şartlarından daha ağırı günümüzde yaşanırken haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik ve zulüm karşısında seslerini çıkaramamış olmaları oldukça anlamlıdır. Zulmü, haksızlığı, hukuksuzluğu sadece ülkenin sınırlarının dışında gören batıl bir anlayışa evrilen bu sanatçılar, böylece mazlumun veya zalimin kimliğine göre tavır takınma yanlışlığına düşmektedirler. Bu, tıpkı son günlerde adından çokça söz edilen Hayrettin Karaman’ın tavrındaki yanlışlara benzemektedir.
Olması gereken, mazlumun kimliğine bakmaksızın ona sahip çıkmak, zalimin de kimliğine bakmaksızın ona ve yaptıklarına karşı durmak… Olması gereken tavır ve duruş budur. Gerisi, “haksızlık karşısından susan dilsiz şeytan” olmaktan, dünyanın üç kuruşluk nimetine bedel ebediyetini satmaktan başka bir şey değildir. Vesselam!..