Sevdiklerine en çok zarar verenler O’nu en çok sevdiğini söyleyenler, düşünenler ya da sevdiğini sananlardır.
Eşleri en çok incitenler yine eşleri ve çocukları değil midir? Bana inanmıyorsanız boşanma davalarının sayılarına bakın! Hep birbirini severek yola çıkanların birbirine verdiği zarar nedeniyle geldikleri nokta bu davalardır.
Yalnız yaşayan anne ve babaların, unutulmuş yaşlıların sayılarına, huzurevi nüfuslarına bir bakın.
Çocuklarına en çok zarar verenler kimler?
Çocuklarını canlarından çok seven anne ve babalar!
Sürekli çocuklarının yanında kavga eder, birbirini küçük düşürür, birbirine bağırır çağırır, kırar ve döker.
O çok sevdiğini söyledikleri çocuklarına da bunu Netflix gibi izletirler.
Tıpkı bizim Kayserispor yöneticileri gibi…
Kayserispor’u çok sevdiğini söyleyenler, yaptıklarıyla, sevgileriyle Kayserispor’a çok büyük zarar veriyor, derin yaralar açıyor.
Kendileri diyor ki; bunları basının, medyanın önünde konuşmayalım, tartışmayalım, basın karışmasın, yazmasın!
Yani?
Çocuklar duymasın!
Ya da
Babalar en son duyar!
Haber almak ve vermek basının görevidir. Sen nefes alma, su içme, yemek yeme diyorsun.
Yani;
Biz her şeyi yapalım, Kayserispor hatırına bunları yazmayalım!
Yok öyle bir anlaşma!
***
Kayserispor’un Ailesi’nin üç çocuğu var:
İlk çocuğu, ilk göz ağrısı, aslan parçası: Adı: Taraftar.
Kayserispor’a zarar gelmesine asla razı olmaz. Anne-babası hatalı da olsa, yanlış yönlendirilse ve yanlış yönetilse de sahip çıkar. Bazen taşkınlıkları olur, rotayı şaşırır ama en az zararı O verir.
İkinci ve ortanca çocuğu, ilk çocukla üçüncü çocuk arasında kalmış iki tarafın da sıkıştırdığı, kimselere yaranamayanı: Adı: Yerel Basın.
Arkadaşlar arasında artık ona ‘medya’ deniyor, daha artistik söyleniyor ya…
Ortanca da işini bilir, bazen anne-baba arasında ayırım yapar, okul harçlığını daha çok vereni sever, ama yine de zarar gelsin, aile sıkıntı yaşasın istemez. Çünkü en büyük zararı o görür de ondan.
Üçüncü ve son çocuk, evin ailenin en kıymetlisi, en korunması gerekeni, nazı çekileni, her istediği yerine getirileni: Adı: Finansor.
Ama aile içinde O’na sponsor diyorlar. Daha artistik ya...
Hani Burhanettin yerine Burhan diyor gibi, öyle düşünün.
Tabii bu üç çocuğun eşleri var: Büyük sevinçle ve heyecanla, çok para harcanarak, davul zurna çalınarak, düğünle bayram gibi gelen, her zaman baş tacı edilen, görevini yaptığı sürece el üstünde tutulan.
Geçim sağlayamadığında ise ya sessizce bırakıp giden ya da gönderilen, veda etmeden giden: Adı: Gelin/Damat.
Yani takım: teknik direktör ve futbolcular…
Kim gelindir, kim damat sorusunun cevabını başka bir yazı da verebilirim. O ayrıntıya çok takılmayın derim, ama düşününce cevap çok kolay!
***
Kayserispor Ailesi’nde kim olmazsa olmaz bir durumdadır?
Kimden vaz geçilebilir?
Burada kimsenin farklı bir şey diyeceği durum yok.
Onun için cevabı hepinizin adına ben vereyim: Aileden hiç kimseden vaz geçemezsiniz. Sadece kendisi isteyen gider, ama onun da izi kalır, yarası kalır.
Sadece ardından belki el sallanır. Bir iki kişi yolcu etmeye gelir… Bazen o bile olmaz.
***
Niye aileden girdim konuya?
Çünkü hepimizin bir ailesi var. Konunun tam can alıcı noktası ailedir. Kayserispor da bir ailedir.
Anne ve baba olan Kayserispor; evlatları Taraftar, Yerel Basın ve Sponsor ile gelin/damat. Bunların birbiriyle son derece uyum içinde olması gerekmez mi?
Gerekir, çünkü aile mutluluğu bunun gerektirir, öyle değil mi?
Şimdi Kayserispor Ailesi zor durumda! Öyle mi?
-E, öyle!
***
Size bir filmden bahsedeceğim. Film senaryosundaki kişilerin günümüz gerçekleriyle hele de Kayserispor Ailesi ile yakından uzaktan ilgisi yoktur. Hepsi tamamen hayal ürünüdür!
***
Perde kapanır, film başlar… Arka planda hüzünlü ve gergin bir müzik başlar:
***
Baba, bir veda mektubu yazmış, bütün mahallenin önünde eline mikrofonu da alarak çocuklarına ve komşularına sesleniyor;
- Maaşım yetmiyor, artık size bakamayacağım.
- Devlet de yardımları kesti.
- Mısırdaki zengin müteahhit dayınız da hastalandı, işi bıraktı. Ondan da artık harçlık gelmiyor.
- Yahu siz kocaman da adamlarsınız, artık sizi yönetemiyorum.
***
Filmin bu noktasında bütün aile ve mahalleli şaşkınlık içinde dinliyor.
Baba devam ediyor, sesini hüzün ve burukluktan daha da sertliğe ve haykırış tonuna getirerek…
***
- Anneniz gitmeden önce; araba, yat, uçak, helikopter aldı. Nereye koydu bulamıyorum.
- Villa, yalı da yaptırdı. Onların da yerini bilmiyorum.
- Takım olsun diye pırlanta, elmas yüzük ve küpe altın aldı, eşe dosta Cumhuriyet altını taktı. Kimseye alıp tut demedi, al yut dedi.
- Danışmanlar, mühendisler, mimarlar tuttu tadilat yaptıracağını, her şeyi gençleştireceğini söyledi.
- Tadilat da yapmadan çocuklarla beni bir sürü borçla bırakıp gitti.
***
Konuşmanın şiddetini biraz daha artırıyor…
***
- Üstelik maaşımıza da temlik koymuş.
***
Ses seviyesini acınacak dozaja ustalıkla indiriyor…
***
- Market kapıyı kapattı, bakkal artık deftere yazmıyor, kapıcı 38 aydır ödenmeyen aidatı istiyor. Vee bizim 5 kuruşumuz bile yok.
***
Müzik hüzünlü bir Hababam Sınıfı melodisiyle devam ediyor. Hani Mahmut Hoca valizini alıp gidiyor ya. Hatırlayın o sahneyi…
***
- Ben gidiyorum, hakkınızı helal edin, başınızın çaresine bakın. Hepinizi ayrı ayrı öpüyorum.
***
En küçük kardeş finansör yani sponsor ağlamaklı bakışlarla elini uzatarak;
-Dur gitme, ben ne olacağım, derken
Büyük kardeş Taraftar;
-Ağlama kardeşim, boş ver giderse gitsin. Böyle gidenden baba mı olur? Bak biz hep senin yanındayız. Belki annemiz geri döner; belki daha iyi, daha cömert ve ailemizi yönetebilen daha babacan bir baba gelir, diye onu rahatlamaya çalışır…
Ortanca kardeş Yerel Basın, Medya:
-Tabii ki kardeşim, Taraftar doğru söylüyor, belki yeni gelen anne veya baba daha çok okul harçlığı verir, diyerek teselli ediyor.
***
Yazarın senaryodaki karaktere eleştirisi:
“Ey babacığım, bunlar bir aile babasının mahallenin ortasında konuşacağı şeyler olamaz, olmamalıdır.
Babalar böyle kriz durumlarında kaçar gibi yapmaz. Kaçmaz da!...
Ne yapar?
Babalar gibi davranır.
Baba ne demektir?
-Baba, sırt verendir, destek olandır. Baba; çınar ağacı gibidir, meyvesi olmasa da gölgesi yeter. Saygınlığı yeter, varlığı yeter.
Ne demek ‘ben yönetemiyorum’. Kim bakacak bu aileye?
İnsanlar demez mi ‘yönetemiyorsun da o zaman niye geçtin bu işin başına?
Kimse zorla baba ol demez!
Korkutmak için çocuklara söylenen ‘analar ve babalar dağına’ gidiyor gibi yapıyorsan, yapma artık kimse korkmuyor da bunları yemiyor da!
Babalar giderse, sessizce kaybolur gider, davul zurna çalarak, minarelerden bağırarak gitmez.
Bir hazan yelinde sessizce savrulup giden sarı gazel gibi gürültüsüz savrulur gider. Sen de öyle sessizce git.
Bakkaldan, kasaptan, manavdan, pazardan hata ederek aldığım etin, ekmeğin, domatesin, zeytinin parasını cebimden ödüyorum da gidiyorum demez. Bunu da başa kakmaz.
Olmaz, böyle babalık olmaz!”
Sonra mahallenin iyi niyetli, cana yakın, hayırsever, zengin ve reklam sever insanları çıkar, ailene sahip çıkar. Senden de iyi yapar mı yapar!
***
Filmin bu sahnesinde bütün mahallenin ortasında çığlık çığlığa bir anne sesi duyulur:
***
-Hiç kimse arkamdan laf söylemesin ha!
- Çart diye yırtarım…
-Yalan yanlış konuşmayın…
- Ben araba almadım yat aldım, uçak almadım helikopter aldım, villa almadım yalı aldım.
- Pırlanta almadım elmas aldım. Danışman değil menajer tuttum.
- Hem o kadar da borç bırakmadım.
- Saçımı süpürge ettim sizin için, kıymet mi bildiniz?
- Arkamdan bir sürü film çevirdiniz. Hakkımı almak için temlik de koyarım, demlik de.
-Hem borç dediğin ne ki hepi topu 1 milyar TL bile değil! 950 milyon, baloncuk.
- Borç yiğidin kamçısıdır, gelir yine eski güzel günlere ailemi taşırım. Eski mutlu, mesut ve heyecanlı günleri tekrar yaşarız.
-Yeter ki sen ananı, babanı, dayını, amcanı, akrabalarını al da git!
***
Yazarın senaryoya eleştirisi:
“Anneciğim, bu herkesin ortasında, hele de çocukların yanında söylenir mi?
Tamam canın yanmış olabilir, anandan emdiğin sütü burnundan getirmiş olabilirler, ama sen bir annesin.
Anneler ailesine zarar gelmesin diye problemleri sessiz sedasız çözmez mi?
Anneler demez mi:
-Bazen vazgeçmek büyük fedakarlıktır, diye.
Bak tekrar aileye gelmek istiyorsan, sessiz sedasız bohçanı hazırla, sana sırt verecek emmioğlu, dayıoğlu, halaoğlu akraba, eş dost, komşu kim varsa sessizce topla!
Sabah erken insanlar tükenlerine gitmeden birinin bağında oturun. Çıkınınızdaki, yastık altındakileri bir araya koyun hesap yapın. Sen hesabı kitabı bilirsin.
Hesabın tutarsa, sessizce gel anahtarı al, çocuklarını kanatlarının altında tut.
El aleme malzeme verme. Çünkü el seyre doymaz. 8 Eylül’ü bekleme, hele 15 Eylül’e sakın bırakma! Çünkü biliyorsun sizin okullar 15 Ağustos’ta başladı. Üstelik seninkiler ilk hafta okula da gitmedi.
İkinci haftada komşuyla 1-2, ileri geri yapmışlar. seninkiler yamanmış amma sizin evde huzur olmayınca komşu çocuklar seninkileri hırpalamış. Üstelik ellerindeki 3 cevizi de alıp gitmişler. Seninkiler son anda bir ceviz almaya çalışmış fakatVAR’a yoğa karışan lüzumsuz, cahil, vicdansız, merhametsizoradaki izleyen herifler; --- Yok cevizlerin hepsi onların demiş.
Seninkilerin de başıboş kalmış, hakkını arayamamış.
Senin uzun boylu damat; Kaleönü’nde bağırmış çağırmış, Düvenönüne kadar peşlerinden koşturmuş ama O’nun da kafasına SARI bir sopayla vurunca olduğu yere oturmuş kalmış.
Yazık çok da gençmiş. İşte böyle genç, başında annesi babası olmayınca gelen giden tokatlıyor.
Hem millete de laf bırakma, 15 Eylül’e kadar hem aileni 3 hafta aç susuz koyma.
İnsanlar seni sevip sayıyorken kredini boşa harcama! Biliyorsun bu zamanda kredi çok pahalı, ucuza harcama!
Yok, ben bir daha gelmem o aileye diyorsan da ortalığa karşı tepeden laf atma! Ununu elemiş, eleğini asmış gibi davran! Yoksa…
Olmaz, böyle analık olmaz!”
Sonra mahallenin iyi niyetli, cana yakın, hayırsever, zengin ve reklam sever adamları ailene sahip çıkar. Senden de iyi yapar mı yapar!
***
Filmin bu bölümünde tabii ortada bir aile dramı olunca mahallenin iyilik severleri tek tek ortaya çıkıp mahalleliye;
-Bu aile hepimizin, ben bu aileye kol kanat gererim, baba olurum, üstelik mevcut babalarından da iyi baba olurum. Yeter ki bütün akrabalarını, amcalarını, dayılarını, akraba, eş ve dostlarını bu ailenin etrafından alıp gitsinler… der.
***
Yahu, ben Kayserispor Ailesi’ni anlatıyordum, ortada değişik bir film senaryosu var. Hayrola, biraz içim geçmiş galiba…
Şimdi şunu söyleyerek sözlerimi toparlayayım:
1. Kayserispor gerçekten çok büyük, kıymetli ve karşılığı olan bir markadır.
2. Kayserispor, kimsenin babasının malı değildir.
3. Kayserispor, bütün Kayserilerin ve gönül vermiş taraftarlarındır.
4. Kayserispor iyi yönetildiğinde gerçekten büyük kazanç getiren bir gelir kapısıdır.
5. Kayserispor başarılı yönetildiğinde büyük bir reklam kaynağıdır.
6. Kayserispor’a kimse manevi temlik koyamaz. Parasına temlik koyar ama ruhuna asla.
7. Tasarruf tedbirleriyle resmi destekler de kesildiğine göre artık Valiyi, belediye başkanlarını rahat bırakın, yormayın. Onlar da işlerine baksın.
8. Borcu 1 milyar liraya gelmiş de olsa Kayseri’de bu borcu çerez parası gibi ödeyecek çok sayıda iş adamı var. Gölge ve gürültü etmeden derhal onların önünden çekilin. Çekilin ki adamlar hesabını kitabını yapsın. Çünkü iş adamlarının bu işe cesaret etmeleri bile büyük bir fedakarlıktır.
9. Kayserispor’a kuruş vermeyip, veremeyip önünde tapu sahibi gibi duranlar, derhal dağılın. Gönüllü iş adamlarını alkışlayın.
10. Birkaç iş adamı bile bir araya gelip bütün sorunları inanın birkaç günde çözebilir. Yeter ki onlara fırsat verin, yük olmayın, etrafından dağılın, önünden çekilin.
11. Şunu sakın unutmayın; Kayserispor; kasası boş, borcu çok, bir stadı olmayan, kulüp binası ve antrenman sahası da başkasına ait bir kulüptür. İnanmayan araştırsın. Onun için imza atan yanabilir. Nemalanmaktan artık vaz geçin. Kara bitti. Bu işi sadece cesur iş adamları çözebilir.
12. Kayserispor’u profesyonel iş adamlarına ve profesyonel yöneticilere bırakın.
13. Başarılı kulüplerin nasıl yönetildiği ile ilgili geçen aylarda yazdığım yazıyı aşağıda lütfen okuyun. Okuyun ki kulüpler nasıl başarılı oluyormuş öğrenin.
14. Şimdi sessizce, Kayserispor’a zarar vermeden herkes dağılsın. Kulübe talip olan iş adamlarının yolunu açın. Çok başarılı olacaklarını, çok kazanacaklarını söyleyebilirim. Bunu garanti edebilirim. Fenerbahçe Ali Koç, Galatasaray Dursun Özbek, Beşiktaş Hasan Arat, Trabzonspor Ertuğrul Doğan en popüler örnekler…
15. Tek şartım var; davul işadamlarında tokmak ise başkalarında olmasın.
16. Seven, sevdiğine zarar vermez. Kayserispor’a zarar verilmesine de kimse müsaade etmez, etmemelidir de…
***
Kayserispor’u yönetmeye istekli, başarılı ve zengin iş adamları olduğunu biliyorum. Onlar için Kayserispor hem kazançlı bir iş hem de harika bir sosyal sorumluluk projesidir. Fakat önlerinde kimseler olmasın istiyor.
Kimsenin önünde el ovalamak, yalvarıp yakarmak da istemiyor.
Sevdiğinizi zannederek Kayserispor’a gerçekten zarar veriyorsunuz. Çünkü sevmeyi bilmiyorsunuz, suç sizde.
Sevgiyi yanlış uyguluyorsunuz. Kipri yavrusunu pamuğum diye severmiş ama bazı varlıklar da yavrusunu severken boğarmış!
Bırakın da bilenler adam gibi sevsin…