Bir Pazar akşamı her Anadolu erkeği gibi üçlü kanepeye uzanmış, hanımın izlediği diziyi yarı uykulu gözlerle zorunlu olarak takip ediyordum.
Yargı isimli bu dizi de savcı karakterini (Ilgaz Savcı) oynayan başrol oyuncu Kağan Urgancıoğlu’nu bir psikopat katil kaçırıyor.
Ellerini arkadan bağladığı Ilgaz Savcı’ya O’nu öldüreceğini, fakat nasıl olacağına Ilgaz’ın karar vereceğini söylüyor.
Akıllı Ilgaz Savcı’nın tercihiyle O’nu ıssız kayalık bir adaya bırakıp dönüyorlar.
Neyse dizi iyice heyecan kazandıkça benim uykuda dağılmaya başladı.
Diğer savcı İclal ve Savcının eşi Avukat Ceylin, arkadaşı Başkomiser Eren ve Eren’in kızı Komiser Tuğçe; Ilgaz Savcı’nın kaçırılış biçimi ve psikopat katilin daha önceki cinayetlerinden olayı çözüyor.
Sizi heyecanlandırdığımı biliyorum.
-Bırak kardeşim film anlatmayı, Köpek Adası bu işin neresinde, demeyin.
Tam da Köpek Adası’na Hayırsızada’ya geldik.
Eren Başkomiser;
- İstanbul’da bir sürü ıssız ada var, hangisi? diye sorunca ekip bir sessizliğe bürünüyor.
Savcı İclal gözlerini kısıp, bir elini alnına götürüp tahminini ortaya atıyor.
-Hayırsız Ada!
Herkes şaşkın biçimde birbirine bakıyor,
-Ne alaka, der gibi!
Fakat Savcı İclal açıklıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında İstanbul’daki bütün köpeklerin toplanıp Hayırsız Ada’ya bırakıldığını, o canlıların orada açlıktan ve susuzluktan öldüğünü söylüyor!
Bu bilgiden sonra hemen araştırma ekiplerini ilk oraya gönderiyorlar.
Bingo!
İclal Savcı’nın tahmini doğru çıkıyor…
***
Eeee ne olmuş, bunu bize niye anlattın? Derseniz bırakıp giderim Haa!
Biliyorsunuz ki kaç haftadır Türkiye’de sokak köpeklerinin akıbeti ve son olarak onlar için ‘ötenazi’ bile düşünülen bir kanun hazırlığı konuşuluyor ya?!
Diziyi izlemiştim o aklımda kalmış. Onu paylaşmak istedim sadece.
Haaaa bitti mi? Tabii ki, bitmedi.
Karadenizli inat, azim ve kararlılığımla hikaye gece başladı ya, yine gecenin bir yarısı oturdum, internetten İstanbul’daki 100 yıl önceki olayın aslını bir araştırdım.
Bakın neler yaşanmış neler?!
Kaynakların genel olarak özetini anlatacağım, siz de yazarsanız aynı sonuçları görürsünüz. (sivilsayfalar.org, Wikipedia.org, Uludağ Sözlük, Tarihi Hayat Mecbuası…)
Önce Wikipedia Org’a göz atalım:
“Hayırsızada Sürgünü, 1910 yılında İstanbul'da yaşayan 80.000'den fazla sokak köpeğinin toplu bir şekilde İstanbul açıklarında Sivriada'ya gönderilmesi olayıdır.
Adaya bırakılan köpeklerin tamamı açlıktan veya birbirlerini yiyerek ölmüştür.
Köpeklerin adaya bırakılmasından iki yıl sonra Marmara Denizi'nde büyük bir deprem meydana gelmiş ve çıkan Balkan Savaşları neticesinde büyük bir toprak kaybı gerçekleşmiştir. Bazı insanlar yaşanan felaketleri adada ölen "köpeklerin laneti" olarak yorumladıkları için bu olayı Hayırsızada sürgünü olarak isimlendirmiştir.
Avrupa'daki devletlerin köpekleri toplayarak "köpeksiz sokaklar" oluşturmalarını örnek alan Osmanlı Hükûmeti aynı uygulamayı İstanbul'da da faaliyete geçirmeye karar verir. İstanbul'da gece saatlerinde gezen bir İngiliz vatandaşının sokak köpekleri tarafından saldırıya uğraması sonucunda İngiltere hükûmetinden ültimatom alan 2. Mahmut yönetimi, çıkartmış olduğu kararla kentteki bütün köpeklerin Sivriada'ya gönderilmesini emreder.
Halkın köpeklerin gönderilmesine tepki göstermesi sonucunda üzerlerinde kamuoyu baskısı olan Hükûmet, vermiş olduğu kararla köpeklerin tekrardan şehre geri getirilmesini emretmiştir.
Sultan Abdülaziz döneminde sokak köpeklerinin tekrardan toplanarak Sivriada'ya nakledilmesine yönelik karar verilmiş ve köpekler toplanarak adaya gönderilmiştir.
Bu olaydan sonra Çemberlitaş'tan Kumkapı'ya kadar uzanan büyük bir yangın çıkmış halktan bazıları bunu "köpeklerin laneti" olarak değerlendirerek Hükûmet'e tepki göstermeye başlamıştır.
Bazıları başlarına gelmiş olan bu iki felaketin adaya sürülen "köpeklerin laneti"ne bağlayarak adayı, Hayırsızada olarak isimlendirmeye başlamıştır.
2012 yılında, ölen köpekleri anmak amacıyla Sivriada'ya bir anıt dikilmiştir”
Sivilsayfalar.org konuyu biraz daha detaylandırmış:
“İttihat Terakki iktidarının İstanbul sokaklarından toplayıp Sivriada’ya ölüme gönderdiği 80 bin köpek…
Hayırsız Ada sadece kayaydı, dikili tek bir ağaç bile yoktu ve 80 bin köpeğin feryadı söylendiğine göre geceleri İstanbul’dan bile işitilir olmuştu.
Sesler birkaç gün sonra kesildi, zira yaşayabilmek için birbirlerini yiyen köpeklerden artık bir teki bile hayatta değildi.”
Uludağ Sözlük;
“Osmanlı’da Hayvan Hakları” başlığıyla Haytap’ın web sitesinde şöyle yer almış:
“Osmanlı İmparatorluğu’nda dokunulmazlıkları olan sokak köpekleri kartpostalların değişmez figürleriydiler.
1865’te toplatılıp Hayırsız Ada’ya gönderilen köpekler, büyük bir İstanbul yangını çıkması üzerine geri getirildiler.
‘Hayatımda hiç bu kadar mahzun bakışlı ve kalbi kırık sokak köpekleri görmedim’ (Mark Twain, istanbul ziyareti 1867/ Ümit Sinan’ın kitabından)
“Sokak Köpeklerinin Makûs Tarihi’ kitabının yazarı Topçuoğlu’nun bulgularına göre köpeklerin İstanbul’a Türklerle geldiği kabul ediliyor.’
19’uncu yüzyıl sonuna kadar köpekler İstanbul’un yaşayan simgeleri olarak kabul ediliyormuş.
Eski İstanbul kartpostallarındaki köpekli fotoğrafların fazlalığı bunun kanıtı olarak gösteriliyor.
Köpek katliamları Batılılaşma hareketleriyle birlikte başlamış.
İstanbul’da köpeklerin başı ilk kez bir İngiliz turist yüzünden belaya giriyor. Galata’da gece yarısı bastonuyla köpeklerden korunmak isteyen yabancı, köpeklerin hücumuna uğramış. Kaçarken yüksek bir duvardan düşüp ölmüş.
İngiliz hükümeti Osmanlı’ya ültimatom vermiş. Sultan 2. Mahmut da kararını açıklamış:
Sokak köpekleri Hayırsız Ada’ya bırakıla…
Halk “Köpekleri bırakın” diye haykırmış. 2. Mahmut da kararını geri almış.
Köpek toplama olayı Sultan Abdülaziz devrinde de yaşanmış. Köpekler yine toplanmış, teknelere konulup Hayırsız Ada’ya bırakılmış.
Eş zamanlı 1865’te büyük İstanbul yangınlarından biri başlamış! Beyazıt’tan Gedikpaşa’ya kadar evler konaklar kömür olmuş. Halk anında bu felaketin gerekçesini bulmuş:
Köpekleri topladınız, Allah da cezanızı verdi! Köpekler olsaydı önceden haber verirlerdi.
Köpek dostu Abdülhamit
Padişah 2. Abdülhamit döneminde İstanbul köpekleri en rahat dönemlerini yaşamış. Köpeklerle uğraşmamış, kuduzla uğraşıp Fransa’ya Pastör Enstitüsü’ne heyet göndermiş, bilimsel çalışmalar için 10 bin altın bağışlamış. Kuduz Enstitüsü’nü İstanbul’da kurmuş.
Bu dönemde Mavroyani Paşa’nın araştırması “Sokak Köpekleri” ismiyle kitap haline getirilmiş.
Abdülhamit sonrası sokak köpekleri de yeni rejimin hışmına uğramış. Talat Paşa 1910’da İstanbul’un tarihindeki en büyük köpek itlaf kampanyasını başlatmış.
Köpekler yine Hayırsız Ada’ya sürgün edilmiş. Bu sefer hüzünlü gidiş var. Bir daha geri dönememişler.
İstanbul’a gelen Fransız sanatçı, Hayırsız Ada’ya gidip köpekleri görmüş. Köpekler Adası başlıklı yazısı Fransa’da Le Journal adlı dergide yayınlanmış.
Servet-i Fünun adlı dergide “Karabatak” takma adlı bir yazarın kaleminden ve onun fotoğraflarından bu dram Türk basınına da yansıtılmış.
Fakat o yıllarda halktaki köpek sevgisi yüzünden sürgün köpeklere her gün sandalla yiyecek gönderilmiş.
İlk ciddi “köpek karşıtı” olarak Şinasi’nin adı geçiyor. 23 Nisan 1864 tarihli Tasvir-i Efkâr’da İstanbul’daki sokak köpeklerinin ülkeyi kötü gösterdiğini, bunların azaltılarak yok edilmesi gerektiğini yazmış.
Hariciye Nazırlığı’ndan Pertev Paşa da Mecmua-yı Fünûn’da “Avave” (havlama) başlıklı yazısında, Kıtmır isimli bir köpek, köpek haklarına ilişkin dilekçe yazdırmış.
Sadibey.com’da Hakan Sonok imzasıyla 2013’te yayınlanan bir yazı ise 63. Cannes Film Festivali’nde yılın en iyi kısa animasyon filmi seçilmiş.
Altın Palmiye ödülü kazanan “Hayırsızada” filmi ve filme konu olan 1910 yılındaki korkunç olayın/katliamı ele alıyormuş:
1910 yazında İstanbullara bekçilik ve çöpçülük hizmeti veren 80 bin kadar sahipsiz köpeğin Hayırsızada’ya atılmasını konu alan olay Toplumsal Tarih Dergisi’nin Ağustos 2010 tarihli sayısındaki “1910’da gerçekleşen Büyük Köpek İtlafı” başlıklı kapak konusunda da işlenmiş. Dergideki makale Irvin Cemil Schick imzasını taşıyormuş.
19. yüzyılda İstanbul’da 40 ila 50 bin sokak köpeği olduğu tahmin ediliyormuş.
Köpeklerden kurtulmak isteyen ilk Padişah 2. Mahmut olmuş. Bunları toplatarak Sivriada’ya yollatmak istemiş. Köpekleri taşıyan tekneler karaya oturunca hemen vazgeçilmiş.
Alman İmparatoru 2. Wilhelm’in İstanbul seyahati öncesinde de (1889 ve 1898) köpek katliamı gündeme gelmiş ve bunu plânlayanlar, 2. Abdülhamit’i aşamamışlar.
Ekim 1975 tarihli Hayat Tarih Mecmuası’nda “Sürgün Köpekler” başlığıyla 1910 yaz aylarında Sivriada köpek katliamını gören Fransız yazar Robert Gillon’un tanıklığı Eser Tutel’in çevirisiyle yayınlanmış. Yazıdan bazı çarpıcı bölümler:
”Bir akşam vakti rıhtıma ayak basarken, Galata’daki köpeklerden hiçbirinin ortalıkta görünmediğini fark ederek şaşırdık. Batı’da yayınlanan gazetelerden, yeni Jön Türk rejiminin, sokakları dolduran binlerce köpeğin Marmara’daki ıssız adalardan birine attığını okumuştuk (…) Bu yaratıkların binlercesini görmüş, bu zavallı yaratıkların adeta şehrin bir parçası olduğuna inanmıştım.
“(…) Cuma günü bizi Sivriada’ya götürecek istimbotun adı Photica’ydı (…) Bir saate yakın bir süredir yol alıyorduk. (…) Tepesi sivri mi sivri, bir kocaman kayalıktı Sivriada. Tek bir yeşillik görünmüyordu. (…)
“Çok geçmeden Sivriada’nın açığından geçtik. O anda da köpek havlamaları duyulmaya başladı.
Yüz değil, bin değil, sayılamayacak kadar çoktular! Kıyıdaki birbirlerini ezercesine itişip kakışarakkoşuşuyorlar, uluyor, haykırıyorlardı!
“Rüzgârla burnumuza dayanılması imkânsız pis bir koku geldi. Kitleler halinde ölen köpeklerin kokuşmaya başlayan cesetlerinin kokusuydu bu!
Adadaki bekçiler ölen köpekleri kireç kuyularına atıyorlardı ama yine de bu pis kokuya engel olunamıyordu.
“(…) Dostum anlatıyor: Köpekler adaya çıkar çıkmaz, bir tatlı su kuyusu keşfetmiş ve hep birlikte kuyuya atlamışlar.
O kadar çok köpek kuyuya atlamış ki, kuyu köpeklerle dolmuş, hiçbiri de kuyudan çıkamamış, ölmüş!
“İstimbotumuz, kıyıya fazla yaklaşmadan çevresinde dönüyordu. Yüzlerce, binlerce köpek havlayarak bize bakıyordu. (…) Koşuyor, havlıyor, kendilerini kurtarmamız için adeta yalvarıyorlardı.
“Bir ara garip bir şey oldu. Köpeklerden biri cesaretle denize atlayarak bize doğru yüzmeye başladı. Biz de bu cesaretini, onu istimbota almakla mükâfatlandırdık.
Ona teneke bir kap içinde biraz su verdik. Haftalardan beri kireçli sudan başkasını içmemiş zavallı hayvan, verdiğimiz suyu kana kana içti. Onu gören bir başkası da bulunduğu kayalıktan kendini denize attıysa da akıntı çok kuvvetliydi, birlikte sürüklendi, gitti.”
***
İşte tam bu tartışmaların olduğu bir dönemde tarihte yaşanan bu olaylar son derece ilginç değil mi?
Açıkça söyleyeyim:
- Ben hiçbir canlıya zarar verilmemesini diliyorum.
Karadenizliyim ama inanın ağların içinde canlı hamsiye bile kıyamıyorum.
Bu işe sokak hayvanlarının canlı kalacakları bir çözüm bulunabilir diye düşünüyorum.