Özgürlüğümüzün ve bağımsızlığımızın iki önemli değeri: Ayyıldızlı al bayrağımız ve İstiklâl Marşı’mız!
İstiklâl Marşı’mız, 12 Mart 1921’de TBBM’de oy birliğiyle kabul edildi. Dinî, milli, ahlâkî ve insanî değerleri bir arada barındıran bu güzide metin, niçin “Korkma!” diyerek başlıyordu. Bunun özel bir anlamı var mıydı? Böyle bir ifade Türk milletinin şanına yaraşmaz mıydı? Bir acizlik, bir zafiyet emaresi miydi özgürlüğü ve bağımsızlığı bütün ruhuyla bütünleşmiş olan millet için?
Türk milleti, milletimiz tarih boyunca bazen ihtişamlı günleri bazen de fetret devirlerini yaşamıştır. Bunun bir yansıması olarak devletler kurmuş, zaman içerisinde türlü zafiyetler sebebiyle kurulan bu devletlerin ömürleri de son bulmuştur.
Altı yüz yıl cihana hükmeden Osmanlının son senelerinde de yine sıkıntılar zirveye ulaşmış, devlet yönetilemez hale gelmiş, 19 Mayıs 1919’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla Kurtuluş Savaşı fiilen başlamıştır. Bu, aynı zamanda yeni bir devlete giden yolun başlangıcıdır aslında.
Başkenti işgal altında, ordusu dağıtılmış, silahları elinden alınmış olan bir devlet hayatiyetini ne kadar sürdürebilirdi ki zaten? Anadolu’da ve Rumeli’de kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ile halk Millî Mücadele için örgütlenerek daha düzenli bir mücadelenin yapılabilmesi amaçlanmıştır.
İstanbul’un işgalinden bir yılı aşkın bir zaman sonrasında İzmir de Yunanlılar tarafından işgal edilir.
İzmir’in işgalinden 4 saat sonra Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi başkanlığında gerek belediyenin tellalı gerekse parayla tutulan tellallar vasıtasıyla İzmir’in işgalini protesto etmek amacıyla 15 Mayıs günü bir miting tertip edilir.
15 Mayıs 1919 Cuma günü,burada toplanan halka Müftü Ahmet Hulusi Efendi hitap etmiştir.Hitabında ”Saygıdeğer Denizliler! Hemşehrilerim! Bugün sabahın erken saatlerinde İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Bu saldırıya karşı kayıtsız kalmak dine ve devlete ihanettir.
Cihat tam anlamıyla bir dinî görev olarak karşımızdadır. Karşımıza çıkarılan Yunan’a biz yenilmedik. Yunanlıların bir Türk ilini ellerine geçirmelerinin ne anlama geldiğini, İzmir’de şu birkaç saat içinde işlenen cinayetler gösteriyor.
Silahımız olmayabilir,topsuz tüfeksiz, sapan taşlarıyla da düşmanın karşısına çıkacağız. Silah ve cephane azlığı veya yokluğu hiçbir zaman mücadeleye engel teşkil etmez.
Fetva veriyorum, elinizde hiçbir silahınız olmasa bile yerden alacağınız taşları düşman üzerine atmak suretiyle karşı koyunuz.Korkmayınız! Meyus olmayınız! Bu livay-ı hamd’in altında toplanınız ve mücadeleye hazırlanınız. Müftünüz olarak mukaddes cihat fetvasını ilan ve tebliğ ediyorum.” diyerek cihat fetvasını verdiği bu konuşmasıyla Millî Mücadeleyi fiilen başlatır.
Mekke’nin cahiliyesi üzerine olduğu kadar, bütün dünyanın üzerine doğan İki Cihan Güneşi’nin (sallahu aleyhi vesellem) kıymetini Mekkeliler henüz anlayabilmiş, idrak edebilmiş değillerdi. Bu sebeple, gerek peygamber Efendimize (s.a.v.) gerekse Müslümanlara müşrikler rahat vermiyorlardı.
Müslüman olduğunu bildiklerini dayanılmaz işkencelerden geçiyorlar, onların yaşam alanlarına sürekli olarak müdahale ediyorlar, onlara boykot uygulayarak her türlü ilişkiyi, alışverişi çok görüyorlardı. Her şeyden önemlisi yaşama hakkına sürekli müdahale söz konusu idi. Bunun üzerine Habeşistan’a edilen hicretin ardından Yesrip’e hicret etme izni gelince Müslümanlar, gruplar hâlinde, kafile kafile hicret ederler.
Mekke’nin müşrik ileri gelenleri toplanmış Hz. Peygamberi öldürme konusunda plan üstüne plan kurmaktaydılar. Sonunda her kabilenin temsilcilerinden oluşan bir grup Hz. Muhammed’i öldürürse kimin öldürdüğü belli olmayacağından kabileler arasında kan davası da oluşmazdı. Şer aklı bu planda karar kılar.
Grup geceleyin eve girdiklerinde Efendimizin (s.a.v.) yatağında Hz. Ali’yi (radıyallahuanh) bulurlar. Ayak izi tanıma ve iz sürme ustaları ile nereye gitmiş olabileceği üzerine takip başlar. Nihayet Sevr Mağarası önüne gelirler. Mağarada Hz. Peygamber ve Ebubekir (radıyallahuanh) vardır. Biraz da içerisi girseler yakalayacaklardır. Çünkü bulana, yakalayana 100 deve ödülü vadedilmiştir.
Hz. Ebubekir, Peygamber Efendimize (s.a.v.) zarar gelir diye çok endişelenmekte ve korkmaktadır. Bunun üzerine Peygamberimiz “Korkma, üzülme; Allah bizimledir!” buyurur ve yol arkadaşı Hz. Ebubekir’i (r.a.) teselli eder.
Müşrikler, mağaranın girişinin örümcek ağıyla tamamen kapatılmış olması ve öndeki güvercinin yuvasında henüz yeni yumurtlamış olması sebebiyle burada olamayacağı kanaatiyle içeri girmeden buradan uzaklaşırlar.
Hz. Peygamberin (s.a.v.) bu beyanı Tevbe Suresi 40. ayeti kerimede de geçer.
Hamiyetperver ve gönül ve iyilik abidesi Mehmet Akif Ersoy, kahraman ordumuza armağan ettiği, TBMM’nin de kabul etti İstiklâl Marşı’na “Korkma!” demesinin sebeplerinden birkaçıdır yukarıda sıraladıklarımız. O, daha önce yazmış olduğu şiirlerde de benzer kükreyişleri ortaya koymuş yiğit bir şairimizdir. Berlin Hatıraları şiirindeki şu dizeler buna örnektir:
- Korkma!
Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz;
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!
Üstat Mehmet Akif Ersoy, dinibütün bir mümindir. Onun dinî ilimlere ve Arapçaya olan vukufiyeti de şiire böyle başlamasının sebebini ortaya koyar.
Prof. Dr. Nurullah Çetin bir yazarın hezeyanlarına karşı verdiği Mehmet Akif’i Doğru Anlamak (Ferfir Yay, Şubat 2011, İstanbul) adlı kitap hacmindeki cevabında “İslam önce olumsuz durumu, olmaması gereken bir şeyi ortaya koyar, sonra olumlu değeri verir. Akif de önce olumsuz durum olan korkuyu olumsuzlar, korku yok, korkma der sonra olumlu değerleri verir.” diye belirtir.
Özgürlük ve bağımsızlığımızın simgesi olan İstiklâl Marşımızdaki bu ifade hem bir haykırışı hem emperyalizme başkaldırmayı hem de var oluşuğumuzun sesini duyurmayı amaçlar. Bu sebeple her türlü törenlerde içimizden gele gele gür ve tok bir sesle haykırışlarımızı sürdürmeliyiz.
Üstat Mehmet Akif’in hastalıklarla boğuşarak geçirdiği son günlerde kendisini ziyaret eden gazeteciye verdiği mülakatta beyan ettiği bir duası vardır: “Allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın!”
Bu duaya yürekten âmin diyoruz, bu duaya âmin diyenler olduğu müddetçe, beş bin yıllık Türk tarihi göstermiştir ki Türk milleti özgürlüğüne ve bağımsızlığa düşkündür; -Allah’ın izniyle- bu memlekette “beka” diye bir sorundan bahsetmek mümkün değildir, böyle bir sorun var olmayacaktır da!
Rabbim bu güzel vatanımızda birlik ve beraberlik içerisinde kardeşane bir şekilde yaşatsın. Kem gözlerden ırak etsin.
İstiklâl Marşı’mızın kabulünün 98. Yılı vesilesiyle şehitlerimizi ve Üstat Mehmet Akif Ersoy’u rahmet, minnet ve dua ile anıyorum. Ruhları şâd, mekanları cennet olsun!