|   | 
  • Al eline, bir iki şap şap vur. Parmağınla da fiskeler kondur. Rengine, sapının tazeliğine bak. İşte seçtin iyi karpuzu. Ya da kavunsa, kıçını kokla; tamam... Yoo! Kavunu, karpuzu bile doğru seçip seçemediğin, kesinceye kadar belli değildir aslında.

    YKS’den, yani KARPUZ SEÇME SINAVI’dan söz ediyorum.  Yıllar yılı kavun, karpuz seçip duruyoruz be kardeşim? Şap şap vurmak, koklamak yetiyor! Ben, yerine göre bir yıl, iki yıl okuttuğum öğrenci hakkında dahi sağlam bir kanaate vardığımdan emin olamıyorum. Adamlar, bilmem kaç (bir zamanlar 180 soru idi) soruluk ve sadece bir o kadar dakikalık test imtihanıyla (son şekliyle TYT, AYT, YDT imtihanları diyelim) insanları yukarıdan aşağıya sıralayıveriyorlar. Falcı mısınız kardeşim? Bu uygulama, özünde yanlıştır. Adam seçmek, (yalnız başına) sınavla gerçekleştirilemez! Hele sorular test tipindeyse külliyen yanlıştır. Allah’tan ki puan hesaplamaya OBP, yani ortaöğretim başarı puanını dahil ederek abukluğu bir nebze gidermeye çalışıyorlar. Fakat OBP uygulamasıyla ilgili de söyleyecek çok sözüm var benim. Sonuç olarak, öğrencilerin kaderlerini belirlemek adına yapılmakta olan uygulama yanlıştır, en azından eksiklerle doludur. Ancak gelin görün ki bugün için başka bir yol, başka bir uygulama da mümkün görünmemektedir. Bilmem bu kaçıncısıdır, defalarca değişiklik yaptılar ama olumlu bir noktaya varamadılar. O noktaya varabilmemiz de maalesef çok zordur efendim.

    Düzelme, ya da düzeltme, eğitim mantalitemizi topyekûn ele almak ve iyileştirmekle olabilir. Bunun için de ilk şart, doğru ve iyi bir eğitim felsefesi tesis etmektir. Hepimiz tarafından kabul görmese de bizim elbette eğitim felsefemiz var. Her zaman da olmuştur. Asıl sorun, doğru bir eğitim felsefesine sahip olmayışımızdır. Böyle bir eğitim felsefesine sahip olabilmek için, önce genel felsefemizi, inanç felsefemizi, yaşam felsefemizi, değerler felsefemizi, ahlâk felsefemizi, siyaset felsefemizi gözden geçirmemiz ve bu konulardaki yanlışlarımızı belirleyip düzeltmeye çalışmamız gerekir. İnsanımızı yontmamız, tıraşlamamız gerekir. Ama maalesef ne insanımız ne eğitimcilerimiz ne de yöneticilerimiz buna hazırdır. Hiç ümitlenmeyiniz, çünkü acı reçeteleri uygulayabilecek durumda değiliz. Dolayısıyla da siz deyin YKS, ben diyeyim KSS, bu ve benzeri abukluklar sürüp gidecektir.

    Cevap bekleyen sorular

    Öncelikle şu sorulara cevap vermeliyiz: Eğitim nedir ve biz eğitimden ne bekliyoruz? Yüksek tahsil niçin yapılır? Hattâhattâ daha önce kendimize sormalıyız: Biz niçin varız? Hayat nedir? Hayatta kıymet verilmesi gereken şeyler nelerdir? İyi insan’ın tanımı nasıl yapılır? İyi insan olmak ne kadar önemlidir? Bu ve benzeri sorulara doğru cevaplar verilmedikçe ve davranışlarımız bu doğru cevaplar çerçevesinde düzenlenmedikçe eğitimde doğru yere aslâ varamayız. Konuyla ilgili gerçekler göz önünde bulundurulduğunda, o yere varamayacağımız da açıkça görülmektedir.

    Eğitim konusundaki yanlışlıkların, hataların sorumlusu kimdir, diye sorsam, biliyorum devletten başlayarak, eğitimcilere, ekonomistlere, siyasîlere doğru bir sürü sorumlu sıralayacaksınızdır. Ancak hiçbiriniz “Baş sorumlu benim, bizleriz.” demeye yanaşmayacaksınız. İşte asıl yanlış da bu noktada başlamaktadır. Devlet, yani yönetici diye kendilerine yetki verilenler, elbette oldum olası suçludurlar. Ya liyakatsizdirler ya gaflet içindedirler ya da hıyanet içindedirler. Eğitimcilerin de çoğu ya liyakatsiz ya lâkayıttırlar, bu da doğru. Sonrasını sıralayın gidin artık; ekonomistler, sermaye sahipleri, din adamları, düşünürler, sanatçılar... Hepsi hakkında suçlama yapmaya hakkımız var, hepsi suçludurlar. Ama ya biz? Yani halk? Yani öğrenciler ve onların ebeveynleri? Bizler sütten çıkmış ak kaşığız, öyle mi! Haydi canım sende! Güldürmeyin beni!

    Önce biz, hepimiz, iyi’nin, iyilik’in, doğru’nun, doğruluk’un ne olduğunu bilmeli, doğru iyi davranışlarda bulunmayı öğrenmeliyiz. İnsan olarak, vatandaş olarak doğru hedefler belirlemeli ve o hedeflerden şaşmamalıyız. Kendi adımıza ve çoluk çocuğumuz adına neyi istememiz gerektiğini öğrenmeliyiz. Karın dağına göre yağacağı, tıraşın başa göre yapılacağı gerçeğini kabullenmeliyiz. Bir Ömer’in gelip bizi yönetmesini beklemeye bundan sonra hakkımız olabilir.

    Üniversite yıllarım sırasında Enver Abi dediğim bir büyüğüm vardı. Kendisi mühendisti, rahmetli oldu. Ehl-i tarikti ve bana zaman zaman şöyle derdi: “Serdarım, insanlar insanlıktan çıkmışlar, hepsi birer sefâ pezevengi olmuş. Artık insanlardan hayır bekleme!” Aradan yarım yüzyıl geçtikten sonra bu sözü daha iyi anlamaya başladım.

    Tarihin şahitliği

    Tarih bunun şahididir; insanlar hayatı aziz gördükçe zillete düşmüşler, hayatı hâkir gördükleri zaman izzete ermişlerdir. Kolaycılık, lüks ve debdebe insanı izzetten uzaklaştırır. Aziz ve kutsal olan, ter, emek ve hakkaniyettir.
    İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm, 53/39)
    Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir şey yemiş değildir.” (Buhari, Bûyû, 15)
    “Resûlullah günlerce aç kalırdı ve ailesi akşam yemeğini bulamazdı. Onların ekmekleri çoğunlukla arpa ekmeği idi.” (T2360 Tirmizî)
    “Biriniz, can ve malından emin, hastalıktan sâlim ve günlük azığı da yanında bulunduğu hâlde sabaha çıkarsa, sanki bütün dünya kendisine verilmiş demektir.” (T2346 Tirmizî)
    “Peygamber, vefatına kadar (donatılmış) bir sofrada yemek yememiştir; ölünceye kadar hâlis undan yapılmış ekmek de yemiş değildir.” (B6450 Buhârî)
    EbûHüreyre’den rivayet edildiğine göre Peygamber; “Allahım, Muhammed’in ailesine ancak yetecek kadar rızk ihsan et.” diye dua buyururdu. (Müslim, Buhârî)
    Sizin hayırlınız, benim devrimde yaşayanlardır. Sonra onlardan sonra gelenler, sonra da onlardan sonra gelenlerdir. Bunlardan sonra öyle bir topluluk gelir ki, kendilerinden şahitlik istenmediği hâlde şahitlik ederler, hıyanet ederler de kendilerine güvenilmez, adakta bulunurlar ama yerine getirmezler, (yiyip içmekten başka düşünceleri olmadığından) onlarda şişmanlık görülmeye başlar.” (Buhârî, Müslim)

    Kimse inkâra kalkışmasın; (Ben aptal biri değilim, gerçekleri görebiliyorum.) bizler, sapıtmış ve izzetini yitirmiş bir toplumun bireyleriyiz. Doğru yolda değiliz ve doğruyu söyleyeni de dokuz köyden kovmaktayız. Aynen zamanında İzmirlilerin Polikarp’ı yaktıkları gibi, iyiliği tebliğ edenleri, itmeye kakmaya ve yakmaya hevesliyiz. Yöneticilerimiz de doğal olarak bizler gibidirler. Eğitim konusu da yine doğal olarak felçtir.

    Ne söylenebilir?

    Söylenecek çok şey var ama... en sondan başlayayım:
    Yetkililer, bir ara, orta öğretim başarı durumunun üniversite giriş puanı belirlenmesinde daha büyük bir payının bulunması gerektiğini fark ettiler ve uygulamalarını bu doğrultuda yapmaya başladılar. (Aslında bu uygulama da yanlıştır; nazar-ı dikkate alınması gereken şey OBP değil, OKN yani Orta öğretim Kanaat Notu olmalıdır. Neyse.) Sağ olsunlar. Ama buna karşılık bakın bizler neler yapmaya başladık: Önce öğretmenler, bol keseden notlar vermeye başladılar. Velilerin şirretliğinden çekiniyorlardı. Okul müdürlerinin öfkesinden korkuyorlardı. Bozuk sicil almaktan korkuyorlardı. Öğrencilerin takviye kursuna kalarak başlarına angarya olmasını istemiyorlardı. OBP anlamını yitirdi. Okul müdürleri, kendi başarılarının düşmesinden endişelenerek öğretmenlere bol not vermeleri konusunda baskı yapıyorlardı. Öğretmenin verdiği ortalamayı beğenmeyip eliyle değiştiren müdürler biliyorum ben. OBP anlamını yitirdi. Özel okullarda patronlar, müşteri kaybetmek endişesiyle müdüre ve öğretmenlere yüksek not vermeleri konusunda baskı yapmaya başladılar. OBP anlamını yitirdi. Taşra okullarıyla büyük merkezlerdeki donanımlı okullar arasında konuyla ilgili haksızlıklar görülmeye başlandı. OBP anlamını yitirdi. Veliler ise... rüşvetle (‘iltimasla’ diyelim), tehditle, şirretlikle konuya dahil oluyorlardı. OBP anlamını ve tabi güvenilirliğini yitirdi. Buyrun, burdan yakın! N’aber? İyi niyetle atılmış bir adımın içine ettik mi! Bu bir!

    Ortamı ve ekonomik durumu iyi olan veliler, hatırı sayılır paralar harcayarak çocuklarına özel dersler aldırıyorlardı. Bu da değerlendirmelerde yanlışlığa neden olabiliyordu. İki!

    Yapılanlar yeterli mi?

    Öğretim süreleri değiştirildi. Bunda niyetin iyi olduğunu düşünüyorum. Ama ilköğretimden sonra çocukların yönlendirilmeleri konusunda yine çarşafa dolanıldı. Batının başardığını biz başaramadık. Çıbanın başı velilerdi. Çünkü bütün anne babalar çocuklarının doktor olmalarını istiyorlardı. İşçi olmak, zanaatkâr olmak, çiftçi olmak, hizmet sektöründe çalışmak, mecbur kalınmadıkça kabul edilmiyordu. Aman çocuğum beyaz yakalı olsun, yüksek maaş alsın, az çalışıp az yorulsun, tatili bol bir mesleği olsun, terlemesin, yağa pasa bulaşmasın... Liyakati boş ver... Zaten 35 yıllık meslek hayatım boyunca; “Hocam, benim çocuğum doktor olur mu? Vali olur mu?” diyen velilerle karşılaştım hep. “Hocam, benim çocuğumun kişiliği hakkında ne düşünüyorsunuz? İyi bir insan olma ihtimali var mı? Bu konuda bir sıkıntı görüyorsanız, gidermeye çalışalım.” diyen bir tek veli bile hatırlamıyorum.

    Annesi doktor olan bir öğrencim vardı vakti zamanında. Başarısız, en azından gayretsiz bir öğrenciydi. Ama annesi oğlunun da doktor olmasını kafaya koymuştu. Bunu başardı da. O zamanlar buna fırsat vardı; çocuğu liseden mezun olduktan sonra bir Orta Asya ülkesinde (parayla) tıp fakültesine yazdırdı. Bir müddet sonra, bir yolunu bulup yatay geçişle ülkemizdeki bir tıp fakültesine naklini gerçekleştirdi. ÖSS’de gayet düşük puan alabilmiş bu çocuk, sonunda doktor oldu, bir hastanenin âcil servisinde çalışıyor. İnşallah hastalarını tedavi etmeyi başarabiliyordur.

    ÖSS (yeni adıyla YKS), gerçekten maksadına yetmeyen bir yol. Bazı talebeler için uzun bir hol. Pek az talebe için tam köşeden atılan bir gol. Hakkında ahkâm kesip akıl verenler de pek bol. Meselâ bizim mahdumun ahkâmı:

    Oğlum şöyle diyordu: “Aslında ÖSS de biraz loto, toto gibi. Mustafa çok fazla çalıştı ama kapasiteleri aynı olmasına rağmen Caner daha yüksek puan aldı. Bu işte şansın payı büyük.” Ekliyordu: “Geçen sene zaten, bütün zeki olan beleşçiler, çok çalışıp inekleyenlerden daha yüksek puan aldılar.”

    Biraz da biz ahkâm keselim

    Önce şu soruyla başlayalım: “Üniversite niçin okunur?” Ya da “Çocuğunuzun üniversitede okumasını ve üniversite mezunu olmasını niçin istiyorsunuz?” Cevap verin lütfen. Fakat elinizi vicdanınıza koyarak. Askerlikte rahat etsin diye mi? İyi bir koca bulsun diye mi? Terlemeden iyi para kazanabileceği bir meslek sahibi olsun diye mi? Emir almasın, diğer insanlar kendisinin emri altında olsunlar diye mi? Meşhur bir bilim adamı olsun diye mi? Toplum nezdinde saygın bir yeri olsun diye mi? Kamu bîmârınatabibândevâ-yıderd eder ihsan… sırrınca dertlilere, hastalara derman olsun, böylece hayatı anlam kazansın ve öbür dünyaya götürecek hayırları bulunsun diye mi? İyi bir öğretmen olsun da toplumdaki bozuklukların düzeltilmesine, çarpıklıkların giderilmesine katkı sağlasın diye mi? Bankacı olsun, hâkim-savcı olsun, kaymakam olsun, profesör olsun, uçak mühendisi olsun, eczacı olsun, ziraat mühendisi olsun, orman mühendisi olsun… “Yoo bu son ikisini mecbur kalmadıkça olmasın, çünkü iş bulamayabilir.” mi diyorsunuz? Sonunda iş bulmak, rahatı, parası ve saygınlığı bol bir iş bulmak çok önemli, öyle mi? Özellikle de bu iş, devlet kapısında olacak; saati geldiğinde başlayacak ve saati geldiğinde mutlaka paydos edilecek, beceriksiz olsan da gayretsiz olsan da hasta olmadığın halde hasta raporu alsan da kovulmayacaksın… Acaba gerçekten ne istiyoruz, çocuğumuzun üniversitede okumasını niçin istiyoruz?  Ne bileyim ben, bir sürü ihtimal var işte…  Bu paragrafın insicamı bozuk oldu, biliyorum. Benim de insicamım bozuk. Ne demek istediğimi bir de şöyle özetleyebilirim:

    YKS, ülkemiz şartlarından ve sistemlerdeki yanlışlıklardan dolayı bugün bir ucube durumundadır. Fakat onu daha da kötü bir canavar yapan ve toplum düzenimizin üstüne çökmüş bir karabasan hâline getiren önemli bir etken de bizim çocuklarımız adına YKS’den istediklerimiz ve beklediklerimizdir. Keşke çocuklarımız için meslek seçerken a) bazı atların arap atı, bazılarının ise midilli atı olarak yaratıldıklarını; bu atların birbirleriyle yarıştırılamayacaklarını ama iki cinsin de gerekli, yararlı ve kıymetli olduklarını kabullenebilsek, b) insanlara hizmeti, buna karşılık azla yetinmeyi esas alabilsek ve c) kazancın, dökülen ter, yapılan fedakârlıklar ölçüsünde kutsallaştığı bilincinde olabilsek.

    Bence (Tabii ki yanılıyor olabilirim.) bugün üniversitede okuyanların %60’ı yarının işsizleri olacaklar. Hele ki kasabalarda köylerde açılmış bölümlerde okuyanlar. Bakmayın siz onların bugün keçi sakal bırakarak, küpe takarak ve baba parası yiyerek, okudukları kasabada havalı havalı gezdiklerine ve hattâ maalesef kasabadaki yerli gençlerin bunalıma girmelerine neden olduklarına.Pek çok üniversiteli, mezun olduktan sonra da baba parası yemeye devam etmek zorunda kalmıyor mu? Evet, bugün üniversitelerin epeyce bir kısmı, mezunlarına iş imkânı sunamıyor. Demek ki çocuklarımızı o bölümlerde, meslek sahibi, iş sahibi olsunlar diye okutmuyoruz.

    Öyleyse, münevver birer insan, iyi birer yurttaş olmaları, medeniyetle tanışmaları için okutuyoruz. Peki acaba üniversitenin bu konudaki katkısı nedir? Ben fikrimi söylemeyeceğim.

    Yoksa araştırmalar yapsınlar, böylece ülkemize ve dünyaya yararlı olsunlar diye mi üniversiteye yolluyoruz çocuklarımızı? Öyle ya, üniversite demek, araştırmaların, derin, yorucu çalışmaların yapıldığı yer demektir… Güldürmeyin beni. (Bazı istisnalar hariç tabi.) Üniversiteler liselerden hiç farklı değil ki. Mehmet Ş. isimli bir öğrencim vardı. Gitti makine mühendisliğini kazandı. Babası da aynı fakülteden mezunmuş. Şans bu ya, babasının hocası, Mehmet’in de hocası olmuş. Baba oğul, hocanın, ellerindeki basılı ders notlarını yan yana getirmişler, bakmışlar ki bir gram değişiklik yok.

    Üniversiteden beklenen

    Üniversite okumak, iş imkânı vermiyorsa, münevver ve medenî birer insan olarak yetişmemize katkıda bulunamıyorsa, gerçek anlamda bilimsel çalışmalar, araştırmalar yapmaya yaramıyorsa niçin üniversite okunsun ki! Gençler, işte bu gerçekleri sezdikleri ve çoğu da işe yarar bir üniversite kazanamayacaklarını önceden gördükleri, “Okusam ne olacağım?” dedikleri için daha lise sıralarındayken ümitsizliğe, boşluğa düşüyor, başka ilgi alanlarına kayıyor, baştan kara ediyor ve liseleri de yaşanmaz yerler hâline sokuyorlar. Pek çok liseli genci kaybediyoruz. Bunun da en önemli etkenlerinden biri, YKS gerçeğidir.

    “Oğlum,” dedim bizim mahduma, “meselâ ….. Üniversitesi ….. Fakültesi’ni kazanırsan okutmam seni. Orada zaman harcamanı, para harcamanı, gurbet sıkıntısı çekmeni ve sonuçta hiçbir işine yaramayacak bir takım ders notlarını ezberleyip yorulmanı istemediğim için okutmam. Ağaç yaşken eğilir, anlamsız yere kartlaşıp bazı başka trenleri kaçırmaman için okutmam. Seni sevdiğim ve gerçekçi olduğum için okutmam. Ama kapasiten varsa ve gayret eder de meselâ Türkiye genelinde %3 veya %5’lik dilime girebilirsen, ceketimi satar yanında yer alırım.”  LGS’ye (şimdiki OKS) girdiğinde de ilk üç tercihine Anadolu Öğretmen Lisesi ve Anadolu Lisesi yazmıştık, dördüncü ve son tercihi ise Söke Tarım Meslek Lisesi idi. Gerçekçi olduğumu ve doğru yaptığımı sanıyorum.

    Bir de şunu arz edeyim: Adamın elinde büyük bir mağazadan bedava alışveriş edebilmesi için diyelim 50 YTL’lik bir kartı var. Gidiyor mağazaya gözü hep 50 YTL’lik mallarda. Meselâ bir pantolon, bir süveter, bir kazak… Evet hepsi de 50 YTL. Ama bu adamın pantolonu fazlasıyla var. Süveter hiç kaliteli ve güzel değil. Kazak ise bedenine uymuyor. Adam “İlle de bunlardan birini alayım, bedava şansımı son kuruşuna kadar kullanayım.” derse hata yapmış olmaz mı? Çünkü bunlardan birini alırsa zaten kullanamayacak ve bedava şansı boşa gitmiş olacak. Oysa ilerde 35 YTL fiyatında olan ve vücuduna tam oturan, kendisine çok yakışan bir gömlek duruyor. Üstelik elinde giyecek gömleği de kalmamış, şiddetle ihtiyacı var… Tercihleri yaparken buna çok dikkat etmek gerekir.

    Aslında siz bunları biliyorsunuz. Bir de benden dinlemiş oldunuz. Fakat bütün bunların yanı sıra hepimizin bildiğimiz bir şey daha var: “Bilenle bilmeyen bir olur mu hiç!” Okumak ve öğrenmek sonra da öğrendiğimiz güzel şeyler doğrultusunda güzel işler yapmak elbette çok önemlidir.

    Allah(CC), yavrularımıza sağlık, iyi niyet, iyi huy ve muvaffakıyetler versin.
    Uzun bir yazı oldu fakat okuyanların uzun yazmakta haklı olduğumu düşüneceklerinden eminim. Vesselâm.

     

    R. Serdar Özmilli

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.