|   | 
  • Cevahir Kadri

    Kutlu Misafir’in Teşrifi, Vedası

    İki Cihan Güneşi’nin (sallallahu aleyhi vesellem) âlemlere, dünyaya teşrif etmelerini Müslümanlar olarak “mevlid kandili olarak” idrak ederiz. Ancak bir Müslüman olarak o Güneş’in “irtihal-i dâr-ı bekâ etmesi” bir ritüel olarak dahi hayatımızda pek de yer almaz. Bunun sebebi nedir acaba? Onun getirdiği “evrensel mesaj”ın kıyamete kadar zihinlerde, gönüllerde yaşıyor ve yaşayacak olması mı? O Güneş’in önüne ölüm bulutunun gelmesiyle ışıklarının dünyalarımızı hâlâ aydınlatıyor olduğu düşüncesi mi? Yoksa, o Fahri Kâinat’ın bu dünyadan ayrılışını Hz. Ömer (r.a.) gibi asla ve kat’a kabul edemeyişimiz mi?

     

    Hiç, Güneş’in varlığı ile yokluğu bir olur mu? Galaksimizin merkezine bir Güneş yerleştirmeseydi Yüce Yaratan, bu Dünya’da hayat olabilir miydi?

     

    Zaman ve güneş

     

    Güneş tam tepemizde iken etraf sıcaktan geçilmez. Vakit hele yaz ise bu sıcaklara tahammül edilmez bir hâl alır. Tabii bu durum daha çok sıcak güney ve güney batı bölgelerimizde daha çok yaşanır. İkindiye doğru sıcaklığın derecesinde nispi bir azalma görülse de asıl azalma ikindiden yaklaşık bir saat sonrasına rastlar.

     

    Vakit ikindiyi bir saat geçtikten sonra sıcaklık artık gitgide azalır; derken, ışıklar zayıflar ve Güneş ufukta batar, geceleyin dinlenmek (!) üzere dağların ardına geçerek kaybolur! Bazı yörelerimizde “güneş batmaz”, “gün dinlenir”. Mecazlı ve kişileştirmeli bir ifade olan günün dinlenmeye çekildiğinin halk arasında söylenmesi ne güzeldir!..

     

    Gün dinlendikten sonra ışıklar gitgide azalır. Ufuktaki kızıllık siyaha, gökyüzündeki mavilik karanlığa dönüşür, günün ısısı da derece derece düşerek serin bir hâl alır ve bu, akşam serinliğine dönüşür. Her vaktin bir güzelliği elbette vardır, akşam serinliğinin de öyle.

     

    Vakit yatsıya doğru evrilirken güneşin esamesi okunmaz olmuştur. Gökyüzünde hâkim olan, zamanın özelliklerine göre ya yıldızlardır veya ay. Çünkü ayın hilâlden bedire, bedirden tekrar hilâle dönüşen türlü türlü hâlleri vardır. Bedir, ayın dolunay hâlidir.

     

    “Bilâl-i Habeşi sustuysa/Ezanlarını Davud okusun!”

     

    Lügatte “göç, sefer” demek olan rıhlet veya rihlet; metinlerde ve günlük hayatımızda mecazen “dünyâdan âhirete göçme, ölme, vefat, vefat etme” gibi anlamlarıyla kullanılır. Kelime ayrıca “rıhlet etmek” şeklinde “ölmek ve göç etmek” anlamında deyim/birleşik kelime olarak kullanılır. Hatta bu kelimeden türemiş olan irtihal de dilimizde kullanılmaktadır: irtihal etmek/eylemek, irtihal-i dâr-ı bekâ eylemek.

     

    Türlü zorluklarla ve büyük mücadelelerle geçen altmış üç yılın ardından, Fahri Kâinat Efendimiz Hz. Muhammed (sallâllâhu aleyhi ve sellem) on üç gün kadar süren bir hastalığın ardından, Medine’deki Mescid-i Nebevi’ye bitişik evinde, 8 Haziran 632 Pazartesi günü, (Hicrî 11, Rabîulevvel 12), irtihal-i dâr-ı bekâ eyledi. Hayattayken zaman zaman “Erihnâ ya Bilâl” hitabına mazhar olan Hz. Bilâl, Efendimizin (asm) vefatından sonra hiç ezan okumamıştır.

     

    Peygamber Efendimiz’in (asm) kabirleri Kubbe-i Hadra olarak da ifade edilen Yeşil Kubbe’nin içindeki Ravza-i Mutahhara’dadır. Bu ne tevafuktur ki bu fani dünyaya teşrifleri de kameri aylara göre Rebiulevvel ayının on ikinci ve haftanın da pazartesi günüdür. Vefatı da aynı şekilde Rebiulevvel aynın on ikinci ve Pazartesi günü olması oldukça manidardır, öyle değil mi? Onun vefatı, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inde Peygamber’in Vefatı başlığıyla bir bölüm olarak yazılmıştır.

     

    İki Cihan Güneşi, insanlık semasına en parlak ve en merhametli bir güneş olarak doğmasıyla insanlık muhteşem bir aydınlığa erişmişti. Çünkü o “âlemlere rahmet olarak” gönderilmişti. İnsanlık, onunla medeniyete erdi ve yaşadığı şehri medenîleştirerek “yesrib”i “medine”ye dönüştürdü. İnsanlar, ona tâbi ve getirdiği dine, İslamiyet’e dahil olmakla cehaletin patika yollarında perperişan bir hâlden kurtularak Hz. Bediuzzaman’ın ifadesiye “insaniyet cadde-i kübrâsına” yükselmiş, o caddede ferih ve fahur bir şekilde huzura ermiştir. Ne zaman ki o caddeden uzaklaşmış, semasında en parlak huzur güneşi sönmeye yüz tutmuş, insanlar kısacık şu dünya hayatında cehennemi yaşar hâle gelmiştir.

     

    Eğer bir gün

     

    Bundan on beş yirmi yıl önce, sanatçı Taha’nınKutlu Misafir adlı albümünde şiir yorumcusu İbrahim Sadri’yle birlikte okuduğu Peygamberimiz Gelse adlı şiiri vardı. Şiir, çok beğenilmişti, okunduğunda, şiiri dinleyenlerin yanaklarından gözyaşları süzülürdü. Bugüne göre daha içten, daha samimi bulunan o sanatçıların seslerinin de rikkatli kalplere dokunmasındaki etkiyi yok sayamayız. İyi yorumcu, en kötü bir şiiri bile dinlenebilir hâle dönüştüren kişidir. Mensur şiir veya serbest manzume de denilebilecek olan bu metnin, maneviyatı yüksek duyguları içermesine yorumcunun etkili sesi de eklenince ortaya çok dinlenen, okunan bir metnin çıkması hiç de sürpriz sayılmamalı.

     

    Bu albümü ve şiiri bugünlerde aklıma getiren, zihnimin onu çağırması o metnin içeriğiyle Müslümanların bugünkü yaşayışları arasında var olan tezatlardır. Elbette o zaman da vardı Müslümanın hayatında tezatlar. Fakat bugün hem onu bir albüm hâline getirenlerin hem de onu dinleyen Müslümanların hayatlarında o dönemdeki tezatların daha fazlası var. Müslümanın hayatı değerler açısından dün sıfıra inmişse, bugün ne yazık ki çukurlardadır. Neydi bu tezatlar ve o metinde nelerden bahsediliyordu? İşte o eserden bir bölüm:

     

    Eğer bir gün Peygamber ziyaretimize gelse yalnızca birkaç günlüğüne. Aniden çalsa kapımızı, doğrusu merak ediyorum, neler yapacağımızı. Ama biliyorum böylesi şerefli bir misafire evimizin en güzel odasını açacağımızı, yemeklerin en iyisini sunacağımızı. Ve inandırmaya çalışacağımızı, O’nu evimizde görmekten dolayı duyduğumuz hazzı. Ama söyleyin bana, Peygamberi (S.A.V.) evimize doğru geldiğini görünce Onu kapıda mı karşılayacaksınız? Yoksa Onu içeri davet etmeden önce o sabah aldığınız dergileri, gazeteleri çabucak toplayıp kanepenin altına mı atacaksınız? Peki açık mı bırakacaksınız pembe dizi oynayan televizyonu?

     

    Kim bilir belki de ağzımızdan hiç çıkmamış olmasını dilerdik gün içinde ediverdiğimiz bir sürü yalanın hakaretin. Peki ya kasetlerimizi, hızlı müziklerimizi, yeni çıkan starların son albümlerini de ortalıktan kaldıracak mıyız acaba? Belki de onların yerine, yıllardır raflarda boynu bükük bekleyen kitaplarımızdan serpiştireceğiz. Peki hemen evimize girmesine izin verecek miyiz, yoksa “N’olur bir dakika!” diyerek yalvararak kapıda; hangisini kaldırayım, neyi yok edeyim, nasıl gizleyeyim diye koşturacak mıyız evimizin içinde bin bir telâşla? Merak ediyorum; eğer Peygamber, birkaç günlüğüne bizimle birlikte yaşasa yapmaya devam eder miyiz her zaman yaptığımız işleri?

     

    Cevap bekleyen sorular

     

    Peygamber Gelse” adlı şiirinde/metinde dile getirilen, sorgulanan durumların, sorulan soruların bin katı yaşanıyor günümüzde. Peki, ben, sen o; hepimiz soralım bakalım: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) evimize ziyarete gelse, geldiğinde sorsa “Hâliniz nicedir, neler yapıyorsunuz? Yirmi dört saatinizi, haftanızı, bir ayınızı özet hâlinde söyleyiverin bana!” deyiverse onun ümmeti olarak şanına yaraşır, onu memnun ve mutlu edecek bir cevabımız söz konusu olur mu acaba?

     

    Sonra getirdiği mesajlarından bahsetse. Meselâ, “Bir kimse, bir mümin hakkında olmayan bir şey söylerse, iftiraya uğrayan kimse, onu affedinceye kadar, Allahü Teâlâ onu Cehenneme sokar.” “Bir müminde her haslet bulunabilir. Ancak hıyanet ve yalan bulunamaz.”, “Yalan, münafıklıktan bir kapıdır.” gibi hayatımıza hayat olan lâlügüher sözlerini soruverse bize, cevap mahiyetinde söyleyebileceğimiz bir kelime olur mu?

     

    Ya da, “Bir müminin din kardeşiyle üç günden çok dargın durması caiz değildir. Üç gün geçtikten sonra, onunla karşılaşırsa, ona selâm verip hatırını sormalıdır. O kimse selâmını alırsa, birlikte, sevaba ortak olurlar. Selâmını almazsa günaha girer. Selâm veren de küs durma mesuliyetinden kurtulmuş olur.”, “Birbirinizle münasebeti kesmeyin! Birbirinize arka çevirmeyin! Birbirinize kin ve düşmanlık beslemeyin! Birbirinizi kıskanmayın! Ey Allah’ın kulları kardeş olun! Bir Müslümanın diğer kardeşine darılarak üç günden çok uzaklaşması helâl değildir.” diye hatırlatsa neler söyleriz acaba?

     

    Yahut da “Allah’a ve kıyamete inanan, komşusuna iyilik etsin!”, “Komşusunu üzen, beni üzmüş olur. Bana eziyet eden Allah’a eziyet etmiş olur. Komşusu ile dövüşen, benimle dövüşmüş olur. Benimle dövüşen Allah ile dövüşmüş olur.”, “Namaz kılan, oruç tutan, sadaka veren, fakat dili ile komşularını inciten nice kimseler vardır ki, gidecekleri yer Cehennemdir.” hadis-i şeriflerini bir hatırlatsa?

     

    Toplum hayatımıza yön veren "Birbirinize haset etmeyiniz. Alış-verişte birbirinizi aldatmayınız ve birbirinizden yüz çevirmeyiniz. (Almak istemediğiniz hâlde sırf müşteri kızıştırmak için ve başkasını aldatmak için) birbirinizin bitmek üzere olan pazarlığını bozmayınız. Ey Allah’ın kulları! kardeş olunuz. Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Onu zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, ona hor bakmaz. (Üç kere mübarek göğsüne işaret ederek) Takva işte buradadır. Bir kimse Müslüman kardeşine hor baktığı zaman, işte kötülüğün bu kadarı ona yeter. Müslümanın Müslümana kanı, malı, ırzı haramdır." gibi çelik halatlar mesabesinde sağlam, toplumu ayakta tutan kaideleri muhtevi hadisi şeriflerini bir soruverse? En önemlisi cevap verebilir miyiz? Bir de evimizi teşrif etmesinin hatırası olarak ona verebileceğimiz bir hediyemiz var mıdır?

     

    Yapılması gereken

     

    Aynı Allah’a ve peygambere inandığımız hâlde, aranızdaki bu niza, çekişme, çekmezlik, hasetlik buna bağlı olarak dedikodu ve iftira, bu zulüm nedir dese? Var mı Kâinatın Efendisine (s.a.v.) cevap verebilecek bir babayiğit? Var mı? Herkesi sorunun muhatabı bilerek, kendim dahil hiç kimseyi dışarıda tutmadan diyorum:

     

    Ey kendini mümin ve Müslüman olarak tanımlayan kişi, gel tövbe et! Biliyorsun dünya fani, ölüm ani gelebilir. Yaşanan bunca zaman içerisinde toplumun önünde olanların, neler söyledikleri nasıl yaşadıkları ve nasıl öldükleri de ortadadır. Yarına çıkacağımıza senedimiz yoktur. O hâlde, günübirlik siyasi anlayışlarımız, makam ve mevkiiler ve dünyevi menfaatler için gelin dedikodu ve gıybetten, yalan ve iftiradan dillerimizi temizleyelim. Tövbe-i nasûh ile amel defterimizi tertemiz kılalım. Bir müminin ne yapıp ettiğini bilmeden onun hakkında birtakım olumsuz değerlendirmelerde bulunmayalım. Onlara, onlarda bulunduğunu net olarak bilmediğimiz birtakım sıfatlar izafe ederek iftiracılar kervanına dahil olmayalım.

     

    İçten duamız

     

    Yüce Mevlâ’nın “Habibim” dediği Peygamber Efendimizin (s.a.v.) irtihal-i dâr-ı bekâ eylediği bu günlerde onun ümmeti, Mümin ve Müslümanlar olarak ona salat u selâmlar getirip toplu olarak samimi bir tövbeyle tövbe edip dua dua yalvaralım: Ya Rabbi bizleri affet, kendine kul kabul et! Şu fani dünyanın neresinde olursa olsun, zulüm altında inleyen bütün Müslüman kardeşlerimizi, iyi insanları bu belâ ve sıkıntılardan kurtar. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) istediği gibi kardeşler olmamızı sağla! Dilimizi yalan, iftira ve dedikodudan uzak eyle; yalan ve iftiraya uğramaktan koru.

     

    Kalplerimizi ayrık otları gibi saran kin ve nefret tohumlarını kalbimizden söküp at! İçten bir uyanış nasip eyle, hak ve hakikate gözlerimiz aç! Bizi ihsan şuuruyla kulluk bilincine erenlerden eyle! Evlâtlarımızı her türlü belâ ve musibetlerden koru, senin razı olduğun kullarından eyle. İki Cihan Güneşine (s.a.v.) salat ü selâm ve bizleri onun şefaatine nail olan kullarından eyle! Âmin!

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.