{{68 gençliği Paris’te bir slogan atardı: “Gerçekçi ol, imkânsızı talep et!” Devrim talebiydi bu. Aynı zamanda düzeni ıslah edecek bir talep... Tezcanlıydık! Dünyayı çabucak değiştireceğimize içtenlikle inanmıştık... Devir, gençliğin şahlandığı bir devir. 1960’ların sonları. Biz ilerliyoruz, düşman geriliyor. O günler işte...}}
{{Yanıldım diyebilmek kolay değil. Kimileri yanıldım diyemedi hiç. Kimileri yanıldığını kabul etmedi. Kimileri “Yanıldım ama...” demekle yetindi... (...)Bey’in rakı masasında hep şu sözü tekrarladığını hatırlıyorum: “Hep düşünüyorum nerede yanlış yaptık diye, bulamıyorum.”}}
{{Yirminci yüzyılın başında yola çıkılan macera, daha yüzyılın sonuna varmadan iskambilden şato gibi çöktü... Nice ümitlerin bağlandığı bir ideolojinin, bir yaşam biçiminin yanlışları görüldü. Bir çöküştü bu... 68 kuşağı en anlamlı bulduğu şeyin çöküşünü gördü... Ama bence yerine hâlâ daha iyisi konulamadı... “İşçi sınıfı diktatörlüğü”nün geçerli olduğu ülkelerde bu ütopyaların, bu umutların hiçbiri gerçekleşmedi. Özgürlük, eşitlik, adalet lâfta kaldı. Evet bir ütopyaydı bu. İnsanlığın ütopyaları bitmez... Tarih durmayacak, devam edecek. Daha âdil, daha güzel bir dünya için mücadele hiç dinmeyecek... Kapitalizm var olduğu sürece, hakça bir toplum arayışı, sosyal adâlet arayışı hiç bitmeyecek. Sömürüye karşı çıkılacak. Eşitlik istenecek. Özgürlük talepleri dinmeyecek. İnsanlarda değişim ateşi hiç sönmeyecek.}}
Dostlarımın tavsiye ettikleri kitapları merak ve heyecanla okurum. Elimde, böyle tavsiye üzerine aldığım kitaplardan biri var. Bence bir günah çıkartma çalışması yapmış yazar. Bir şahsın değil, bir kuşağın günahlarıyla yüzleşmesi, denilebilir. Ama bu arada, düşmanına da yine her vesileyle vurmaya çalışmış. Yukarıda, bana dikkat çekici gelen bir iki bölümünden, takdim tehirli küçük bir potpori yaptım kendimce. Oluşturduğum metinden şu bir iki sonucu çıkarıyorum:
* İnsanoğlu, mutmain ve mutlu değildir, arayış içindedir. Çoğunlukla elindeki tavuğu ıslah etmek yerine, komşusunun kaz gibi gördüğü tavuğuna bakarak hayıflanıp durmaktadır.
* Mevcudu beğenmemektedir ama alternatif ürün olarak yerine koyduklarından da memnun kalmamıştır. Yukarıdaki beyanlar, komünizmle kurtuluş arayan zihniyetin bir temsilcisine aittir. Ancak kapitalist, şövenist, faşist, teokrat birini de konuştursanız, yine benzer bir sürü serzeniş işiteceğinizden emin olabilirsiniz.
* İnsanoğlu, güzel şeylerin, güzel sandığı şeylerin peşindedir. Fakat mutlak ölçüyü (ya bilemediği ya da benimsemediği için) devreye sokamadığından dolayı hep çıkmaz sokaklara girmektedir.
* İnsanoğlu, yapılan yanlışlardan ve yaşanan olumsuz tecrübelerden sağlıklı, isabetli, doğru dersler alamamaktadır. Fıtratında taşıdığı artıları ve eksileri ya fark etmemekte veya yok saymaktadır.
* İnsanoğlunun, o çok güvendiği ama aslında bitten daha büyük olmayan aklını, konulması gereken yere koyması ve onu kendisinden daha iyi bilen, tanıyan ve seven Yaratıcı’nın mesajlarına, tavsiyelerine, emir ve yasaklarına uymayı öğrenmesi büyük önem taşımaktadır. Bu önemin farkına varamayanlar, tatminsizliğe ve mutsuzluğa mahkûmdurlar.
* Ateisti de komünisti de faşisti de kapitalisti de ve bunların yanı sıra Semâvî Buyruklar’la hareket etmeyi ilke edindikleri iddiası taşıyanlar da benzer yanlışları yapagelmektedirler. Teoride de uygulamada da ayaklarını doğru yerlere basamadıkları için, tezlerine, iddialarına kendileri inansalar bile genelde inandırıcı olamamaktadırlar.
Yukarıdaki metinden hareketle sunmak istediğim bir de tezim var:
“Hakça toplum” ve “sosyal adâlet” istemek, muhteremdir ve haktır. Ama bunlarla “eşitlik” ve “özgürlük” kavramlarını karıştırmamak, aynı bagaja koymamak gerekir. Eşitlik ve özgürlük’ün tanımları, statüleri, türleri ve ölçüleri doğru bilinmediği takdirde, niyetlerimiz, hayâllerimiz, birer ütopya olarak kalmaya mahkûmdur. İnsanoğlu için mutlak eşitlik mümkün değildir ve aslâ gerçekleşmeyecektir. Bu bir realitedir, fıtratın gereğidir, yani çok doğaldır. Mutlak özgürlük ise bizatihi anarşi ve esaret demektir. Sınırları doğru belirlenmemiş özgürlük, peşinde koşanları selâmete ve huzura götürmez. Kapitalizm denilen şeyi elimizin tersiyle itmeye kalkarken de bu perspektifle hareket edilmelidir. Fıtrat, inkârı ve kenara atılması mümkün olmayan bir realitedir. Fıtratı da bizleri yaratan Fâtır-ı Hakîm yaratmıştır. O, emir ve yasaklarını bu realiteyi hesaba katarak vaz eder. Temelinde âhiret inancı yoksa hiçbir adım, bireyi ve toplumu doğru yere götüremeyecektir. (Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi, İskandinav ülkeleri gibi bazı ülkeler, özel gündemle incelenmesi gereken istisnalardır. Haklarında hüküm verilmeden önce, oralardaki bireylerin de mutmain ve gerçekten mutlu olup olmadıkları sağduyulu bir biçimde araştırılmalıdır.) Tarihçiler, sosyologlar ve felsefeciler, şayet iz’an ve vicdanlarını kullanarak inceleme yaparlarsa, tezimin doğruluğunu teslim edeceklerdir. Fıtrat ve âhiret yok sayılarak atılan her adım yanlış adımdır. Bu husus nazar-ı dikkate alınmadan girişilen her teşebbüsün sonu hüsrandır. Öyle projelerin, öyle ideolojilerin hepsi de birer ütopyadır.
Gerek sağcı gerek solcu, insanı seven, daha âdil, daha mutlu bir toplum yaşayışı arayan ve “...düzeni ıslah edecek talep...”lerle yola çıkan iyi niyetli kardeşlerime, gaza gelmemelerini, duygusal takılmamalarını, “eşitlik” ve “özgürlük” kavramlarıyla ilgili ifratlara düşmemelerini, Semâvî Söylem’e güvenmelerini... ve söylediklerini önce kendilerinin yaşamalarını tavsiye ediyorum. Birer ot olmadıkları, ot gibi birer adam olmadıkları için hepsine saygı duyuyorum, vesselâm.
R. SERDAR ÖZMİLLİ