Selamların en güzeliyle selamlıyorum sizleri gönül dostlarım! Yazımıza şair Abdurrahman Aydınlı’nın ümit gamzeden, her daim güzel görmeyi ve düşünmeyi işaretleyen “Vardır” redifli şiirinden bir bölümle başlayalım isterseniz: “Karanlığın tükendiği gecenin en son noktasında/ Ağaran bir tanyeri ve doğan bir güneş vardır./ Vedalaşırken sallanan ellerden, titreyen dudaklardan,/ Işıldayan gözlerden, sevenlerin kalbine bir “selâm” vardır!//Uğursuz yazın bittiği bu sıcak güzde;/ Ilık esen bir meltem ve yüreklerde ümit vardır./ Sıkışıp kaldığımız şu küçük ve fani dünyada,/ Dost gönüllerde sonsuz hayaller vardır!”
Geçen hafta memleketimizde yaşanan kurak bahar ve yazı ardından iyice belirginleşen kuraklığa karşı büyüklerin yağmur duası ile beraber yavrularımızın yelebesi dua ve törenlerini sizlere aktarmıştım. Barajların ve nehirlerin kuruduğu, bitki, hayvan ve insanların yeterli ve temiz suyu bulamayıp neredeyse susuzluğa maruz kaldığını dile getirdiğimiz yazımızda fiili ve sözlü iki türlü dua vardır demiştik. Çok şükür ki bir haftadır, ülkemizin hemen hemen tüm bölgelerinde bereketli güz yağmurları yağdı ve yağmaya devam ediyor.
Bundan sonraki dönemde de birey, aile, yakın çevremiz, tüm ülke halkımız ve insanlık olarak Allah’ın bize sunduğu hayatın vazgeçilmez öğeleri olan su, hava ve toprağı, medeniyetin vazgeçilmezi olan enerji kaynaklarımızı da bilinçli, dengeli ve israftan uzak olarak tüketmek, üretmek, paylaşmak ve hayatımızı bir denge üzerinde devam ettirmek zorundayız.
Su büyük bir hayırdır!
Tarihte yapılan eserlerden günümüze kadar gelenlerin arasında en dikkat çeken eserlerin başında birçok antik yapı ve şehrin yanında su kemerleri, tarihi çeşmeler, sarnıçlar ve pınarlar da gözümüze çarpar. İstanbul’da Şehzadebaşı’ndan Unkapanı’na geçişte muhteşem Bozdoğan Kemerleri, Üsküdar ve Sultanahmet meydanlarında III. Ahmet Çeşmesi, Sultanahmet Meydanı’nda Alman Çeşmesi ve Yerebatan Sarnıcı yan yana yer alırlar ve hâlen günümüze kadar gelip dimdik ayakta kalan eserlerdir.
Balkanlarda, Arap Yarımadası’nda, Anadolu’nun çoğu yerinde, Endülüs’te (Kurtuba, Toledo, Granad, Madrid ve Lizbon’da), Roma’da, Paris’te ve diğer Batı başkentlerinde de buna benzer yüzlerce su eserlerini görebiliyoruz.
Kâbe’de İslamiyet’ten önce ve sonra Kâbe’yi ziyarete gelenlere su dağıtan (sikaye) sakalar vardı. Zemzem Kuyusu da Kâbe’nin bitişiğinde bulunuyor ve merdivenle suyun kaynağına iniliyordu. Naçizane 1986 yılında bu kaynağa inip kana kana su içmiştim. Rabbime binlerce hamdolsun!.
Günümüzde hayırseverlerin bir kısmı okul, cami gibi hayır kurumları yaptırmaktadır. Bunun yanında da varlıklı ve çok zengin birçok kişi hayır konusunda ne yapacağını bilememektedir. Buradan, yazıyı okuyan siz değerli okuyucularımız aracılığıyla onlara ve herkese şöyle bir çağrıda bulunuyorum: Su büyük bir hayırdır; gelin susuz bir insan ve canlı kalmasın. Sadece ülkemizde değil Afrika ve Asya ülkelerinde kurak ülkelerde su kuyusu ve artezyen hayırları yapalım, açlık çeken bölgelerde de su kuyusu açmanın yanında aşevleri yapalım.
Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurur: “Kötü yola düşmüş bir kadın, sıcak bir günde, bir kuyunun etrafında dönen bir köpek gördü, susuzluktan dilini çıkarmış soluyordu. Kadıncağız ayakkabısını çıkararak (onunla kuyudan su çekip köpeği suladı). Bu sebeple kadın, mağfiret olundu." [Müslim, Tövbe 155, (2245)] Başka bir sefer de “Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşeratından yemeye de salmamıştı." diyerek ümmetini insanlara ve diğer canlılara güzel davranma konusunda ikaz etmiştir. [Buhârî, Bed'ü'l-Halk 17, Şirb 9, Enbiya 50; Müslim, Birr 151, (2242)]
Kıymetli dostlarım, bizim için her konuda örnek ve rehber olan Hz. Peygamber (s.a.v.) su konusunda da örnek olmuş ve yaşadığı dönemde de su kaynaklarına önem vermiştir. Bizler de su hayrına önem verelim. Paylaşırken cimrilik etmeyelim; mesela cuma günleri lokum bisküvi ve gofret dağıtarak hayrımızı azaltmayalım. Aç ve susuz insanlara ulaşalım, bitki ve hayvanlar için bentlerle su kaynaklarını (pınar, memba) baba ve annemizin dedelerimizin hayrına veya kendi hayrımıza bulup çıkarıp yapıp susuzlara ulaştıralım. Su gibi aziz olun…
***
TANCA’YA VEDA ETMEDEN!
O gün ocak ayının sonlarında Tanca’da hava çok güzel, pırıl pırıl güneşli, durgun ve serin bir gün idi. Sabah başlayan Fransızca kursumuz ders aralarında verdiğimiz molalarda içtiğimiz çaylarla çok verimli geçti ve saat 12 gibi bitti. Çok kıymetli Hocam M. Laoar epeyce Türkçe öğrenmişti, bana abi diye hitap ediyordu, ben de ona kardeş diyordum.
O gün, kurs bitiminde bana “Abi bugün Tanca sahilinde bir restorana gidelim, orada bizim meşhur yemeğimiz kuskus ve tajin yiyelim.” dedi. Arabaya atlayıp Tanca Beach’te meşhur bir restorana gittik. Bu yörenin meşhur yemeği tajin ve yöresel tatlılardan üçgen şeklinde bademli “brivat” yedik. Meşhur naneli yeşil çaydan epeyce içtik.
Buradan çıkıp sahil boyunca batıya doğru gittik. Tanca’nın epeyce dış mahallelerini de geride bırakmıştık ki Cebel-i Tarık’ın Atlas Okyanusu’na kavuştuğu noktada temiz kumları ve temiz suyu ile meşhur Aşkar Plajı’na geldik. Buradan yaya olarak batıya doğru biraz yürüdükten sonra muhteşem bir yeraltı cenneti bizi bekliyordu; meşhur Herkül Mağarası idi bu! Burası âdeta Afrika’nın girişi ve kapısı gibiydi. Mağara’nın içine girince muhteşem ve gizemli sarkıt ve dikitler bizi karşıladı. Bir de ne görelim, geriye doğru bakınca mağaranın kapısı tam da Afrika kıtasının haritası gibiydi ve masmavi bir görüntü ile Atlas Okyanusu görülmekteydi.
Ardından da “Casabarata” adı verilen yarı kapalı meşhur halk çarşısına (bedesten-arasta) gittik. Burada o kadar çok dükkân vardı ki aralarında yürümek bile çok zordu. Bir ara seramik biblo satan bir satıcıdan bir şeyler bakarken vazonun birisi benim yanlış el hareketimle devrildi. Mahcup olmuştum ve satıcıya “O vazoyu almayacaktım, şu tabloyu alacaktım.” deyip oradan bir şey satın aldım ve onunla helalleştik.
Buradan epeyce hediyelikler de aldım. Sonra yakınındaki Suudi Arabistan Krallığı tarafından yaptırılan Kral Faht Camii’nde namaz kıldık. Cami oldukça geniş ve sanatlı olarak inşa edilmişti. M. Laoar Hocam buradan da beni kalacağım yere getirdi.
Çok kıymetli gönül dostlarım sizlere sağlık, mutluluk ve bereketli günler diliyorum. Hoşça kalın, dostça kalın!
***
“Sabır sarayının girişinde kalabalık birikmez.”
Fas atasözü