Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı...
EYYÜHEL EVLÂD! (EY ÇOCUKLARIM!) Dil (lisan) ve onu kullanmak, Âdemoğlu için hem gereklidir hem önemlidir. Mantık dediğimiz ve belki de insanı insan yapan düşünme olgusu da ancak dil aracıyla kurgulanabilir. Dilin olmadığı ya da doğru kullanılmadığı yerde mantık çürük temeller üzerine yapılmış bir bina gibidir. Kavlî lisanın olmadığı veya doğru biçimde kullanılamadığı yerde, iletişim yanlışlarla mâlüldür. İşte bundandır ki Hazret-i Âdem’e de lisan (Kur’an’daki ifadesiyle “isimler”), Yüce Yaratıcı tarafından bizzat öğretilmiştir. Özellikle sosyal hayat, ancak dil ile kâimdir ve dil ile şekil alır. Yani dil önemlidir, değil mi?
Dilin bir lâfız (söz) kısmı vardır ama bunun içi doldurulmadığı müddetçe, söz hiçbir işe yaramayan kuru gürültüden ibaret kalır. Dilin içini dolduran, mânâ, yâni anlamdır. İnsanın cesediyle ruhu gibi düşünürseniz; ANLAM ÇOK ÖNEMLİDİR, ONUN İFADESİ DE ÇOK ÖNEMLİDİR. İFADE, BİR AYRINTI SAYILAMAZ.
Uydurukçayı ve ithal kelimeler modasını bir kenara bırakırsak, kullandığımız kelimelerin, yüzlerce yıldır oluşturdukları birer kişilikleri vardır. Bunun böyle olduğunu, örneğin deyimlerimizi incelersek kolayca anlayabiliriz. Dilimizde “yüzsüz etmek” şeklinde bir deyimin yaygın olarak kullanıldığını bilirsiniz. Yüz ile surat kelimelerinin aynı anlama gelen kelimeler olduklarını da bilirsiniz. Ama “yüzsüz etmek” yerine “suratsız etmek” sözünü kullanabilir misiniz? Ya da “yüzsüz” ile “suratsız” kelimelerinin aynı anlamı ifade ettiklerini söyleyebilir misiniz? Örneklerle sizi sıkmak istemem, sizler yüzlercesini bulabilirsiniz. “Başı bozuk” derseniz, bir insanın kafasının bozuk olduğunu söylemiş olmazsınız. Çok akıllı bulmadığınız birisini, “kafasız” yerine “başsız” kelimesiyle niteleyemezsiniz. İsterseniz, “başı boş” ile “kafası boş”u karşılaştırınız.
Demek ki kelimelerin, asırlardır kazandıkları kişilikleri vardır; onları bu kişiliklerini göz önünde bulundurarak kullanmazsak, istediğimiz mânâyı ifade edemeyiz. En azından, istediğimiz etkiyi oluşturamayız. Tercüme eserler bundan dolayıdır ki orijinalleri kadar lezzet veremezler. Günümüzde buna dikkat edilmez oldu. Zaten günümüzde davranışlarımız da dâhil her konudaki en ince, en önemli ayrıntılar çöpe atılır olmadı mı? Felsefe hoyratlaştı, düşünce hoyratlaştı, ifade hoyratlaştı, davranış hoyratlaştı. Çünkü insan yozlaştı ve hoyratlaştı. Çoğunluk itibariyle toplum, hantal ruhlu, kalastan farksız bireylerden oluşmuş durumdadır. Ne tarihe, ne kültüre, ne değerlere saygı gösteriliyor. İnsanca düşünmekten, düşünerek konuşmaktan, konuşurken ruh inceliğinden yoksunuz. İnsanın yozlaşmasına bağlı olarak dil de yozlaştı. Onu, doğru ve güzel kullanamıyoruz. Güzel kullanmak gibi bir derdimiz de yok zaten. Yaratıcı’nın bize bir ayrıcalık olarak verdiği bu nimetin kafasını gözünü yarıyoruz.
Hantal ruhlu oluşumuzdan dolayı, câhil oluşumuzdan, bilemememizden dolayı dilin kafasını gözünü yarmamız bir kabahattir. Fakat benim bu yazıma konu etmek istediğim şey bu değildir. Ben nazarlarınızı, ‘dili kasten mihverinden çıkararak şeytanca uygulamalar yapılması’na çevirmek istiyorum:
Efendim, dil, toplumun ortak malı olan canlı bir varlıktır. Kendi kanunları içinde yaşar, gelişir ve hattâ ölür. Kelimeler de öyle. Kadimden beri kültürümüzün her kelimeye yüklediği bir anlam değeri, bir etki gücü vardır. Şöyle ifade edeyim: “Değiştirilse de baklavanın adı, her zaman aynıdır ağızdaki tadı.” sözünü doğru bulmuyorum. O tatlının tadına tam olarak varmak istiyorsanız, malzemelerini ve yapılışını değiştirmemeniz gerektiği gibi adını da değiştirmemeniz gerekir. Çünkü baklava kelimesinin, asırların birikimi olan bir kişiliği vardır. O ceset, o ruhsuz; o ruh da o cesetsiz düşünülemez. Adını değiştirirseniz, tadı da değişir. Onun o olabilmesi için adının da baklava olması gerekir. Çok kızdığınızda birisine “bok” dersiniz. Ama bu kelime yerine “dışkı” demeye kalkarsanız aynı etkiyi oluşturamazsınız. Bu konuda sizler örnekleri çoğaltabilirsiniz. Demek ki bir kavram için kullanılan kelime, etkinin azaltılmasında veya çoğaltılmasında büyük rol oynar.
İşte bundan dolayıdır ki şeytanî hesapları olanlar, şeytanî kavramların gerçek karşılıklarını değiştirerek onları insanlara daha yumuşak, daha masum, daha şirin gösterme çabası içindedirler. Belki en son söylemem gereken örneği en önce söyleyerek konuya dikkatinizi çekmek istiyorum: (Gayrimeşrû ilişkiler konusunda) “birlikte olmak”, “ilişkisi bulunmak” sözleri sizde nasıl bir etki uyandırıyor? Sizi ürkütüyor, tiksindiriyor mu? Peki aynı olguyu, değiştirilmemiş, gerçek ismiyle, “zinâ yapmak” şeklinde söylesem ne düşünür, neler hissedersiniz? Herif (ya da karı) kör kütük “sarhoş” ama biz ona “alkollü” der olduk. Efendim, “Alkol almıştı.”... Sanki adam, sütçüden süt veyahut bakkaldan bisküvi almış. Kurumun yaptığı iş tefecilik ama ismi banka... Derdimi anlatabiliyorum değil mi? Bir kavram kargaşası yaşanmaktadır. En berbat en iğrenç kavramlar, en rezil olgu ve eylemler, yumuşatılmış, şirinleştirilmiş lâfızlarla, güzel adlandırılmalarla mübah gösterilmeye çalışılmaktadır. Şeytan ruhlu toplum düşmanları da bu yangına kendi işlerine gelecek şekilde körükle gitmektedirler. İşlerine öyle geliyor. Böylelikle aşağılık durumlarını gûyâ temize çıkartmaya ve şeriklerini, yol arkadaşlarını çoğaltmaya çalışmaktadırlar.
Dilimizde ‘güzel adlandırma’ diye bir uygulama vardır, evet. Fakat bu, suçlar için, cürümler için uygulanmaz. Elde olmayan bazı olumsuz durumların insan üzerindeki yıkıcı etkisini azaltmak için yapılır. Bu, çok başka bir şeydir. Örneğin; “Verem olmuş.” denilmez de “İnce hastalığa yakalanmış.” denilir. Bediüzzaman Hazretleri ve talebelerinin, tamamen haksız yere konuldukları hapishanelere, “hapishane” demek yerine “Medrese-i Yusufiyye” dedikleri gibi. Günümüzde de aynı yere konulmuş pek çok mazlum, hapishaneye Medrese-i Yusufiyye demekte, güzel adlandırma yapmakta değil midir?
Uzun süredir beni rahatsız eden konuyu kendisine açtığım kuyumcu arkadaşım, beni dinledikten sonra tebessüm ederek (Mâneviyatı olan bir arkadaştır, tebessümü acıydı.) deki ki:
-{Hocam, yakın bir arkadaşım, geçenlerde uçakla İstanbul’a giderken yaşadığı çok ilginç bir olayı anlatmıştı, sizi dinleyince aklıma geldi; Arkadaşım, uçakta yanında oturan bir bayanla samimiyeti ilerletmiş. Kadın, oldukça dekolte giyimli, biraz hafifmeşrep görünümlü biriymiş ve alışılmadık derecede ‘rahat’ davranıyor, senli benli konuşuyormuş. Bizim arkadaş bir ara kendisine ne işle meşgul olduğunu sormuş. Aldığı cevap, “Eskortum. Eskortluk yapıyorum.” olmuş. Bizimki anasının gözü bir kişidir, ilerleyen samimiyete ve kadının rahatlığına dayanarak; “Yani siz orospu musunuz?” demiş. Kadın itiraz etmiş: “Kavramı doğru anladınız ama yanlış kelime kullandınız. Ben, dediğim gibi, eskortluk yapıyorum.”}
Ben, “eskort” denince, ‘gocuman’ların bindikleri araçların önünde giden polis araçlarını anlıyordum. Başka bir anlamı da varmış demek ki. Daha doğrusu, para karşılığında erkeklerle birlikte olan, yani zinâ(fuhuş) yapan kadınlara veya cinsî sapıklara verilen yeni isimmiş. Olayın doğruluğu konusunda bana güveniniz lütfen. Çünkü anlatan arkadaşım gerçekten güvenilir birisidir. İsteyene İzmir’deki adresini verebilirim.
Orada arkadaşa anlattığım (beni rahatsız eden) konu; kötülüklerin, kötü şeylerin isimleri, değiştirilerek, yumuşatılarak ve hattâ güzelleştirilerek, o kötü şeylerin arındırılmasına, güzel görülmesine, kabullenilmesine çalışılıyor olmasıydı. Yani’yi Kâni yapmak gibi bir durum. Kırk yıllık Yani, olur mu Kâni?
Medyadan bir haber metni:
...ekranlarında yayınlanan Esra Erol'da programına katılan 57 yaşındaki Eniz Demirci, Cansu isimli seks işçisine aşık olduğunu ve bütün parasını sevgilisine kaptırdığını iddia etti. Ortaya atılan iddiaların ve Cansu'nun anlattıklarının ardından Esra Erol Eniz Demirci'yi canlı yayında kovmaktan beter etti...
SEKS İŞÇİSİ!!!
Bence bu konu, birey ve toplum açısından çok mühim bir konudur. Üzerine dikkatlice eğilmemiz lâzımdır. Vesselâm.
KÖTÜLÜKLERİN VE KÖTÜLERİN, İSİMLERİNİ ŞEYTANCA DEĞİŞTİREREK, YUMUŞATARAK ŞİRİN GÖSTERİLMESİNE hayır.
R. Serdar Özmilli