Bütün yazıların öznesi insandır, bu dünya için, insan öznesinin en önemli özelliği de fani bir yolcu olmasıdır. Bütün yazılar insanın bu niteliği üzerine kurulsa yeridir. Çünkü insan, bu kâinatın, yaratılmışların en mümtazı ve seçkinidir, Yüce Yaratıcı tarafından nazara verilmiş olanıdır.
Zamanı dilim dilim ettik ve bu dilimlerin birine de ocak dedik. Ocak deyince yerde bir iken gökte patlayarak parıltılar meydana getiren havai fişekler gibi türlü anlam parıltıları, ışıltıları çıkıverir karşımıza.
Her ocak bir duraktır zaman açısından, zaman durağı. Ocak durağı çoğu zaman çoğaltır bizi, ocak ocak çoğalırız. Her bir ocakta yeni yıllara ereriz ve yeni yaşlar alırız. Birçoğumuzun doğum tarihi olarak ocak ayının başı kaydedilmiştir, aslında başka ay ve günlerde doğmuş olsak da. Ocak bu bağlamda resmi doğumlarımızın kayda geçmesidir. Bu ise dünya âleminde kendi türlerimiz arasında bir kimliğe kavuşmamız demektir.
Bir kimliğe kavuşmak, bir kimlik sahibi olmak önemlidir. Önemlidir hem gerçek hem de mecaz anlamı bakımından bir kimliğe sahip olmak ve ona sahip çıkmak, varlığımızı ifade ve onun devamı adına önemlidir. O kimlikle bir aileye, bir çevreye, bir toprağa, bir milliyete aidiyetimiz başlar. Bizi tanımlayan, bizi topluma anlatan bir belgedir, vesikadır o kimlik. Bir kimliğe sahip olmak aynı zamanda görev ve sorumluluklarımızı beraberinde getirir. O görev ve sorumluluklar ise bizim toplum içinde itibarlı bir biçimde var olmamızı sağlar.
Ocak sadece bir ay değildir ve sadece seneleri sıralayan bir başlangıç da… Ocak bir ailedir, yuvadır toplum içinde ait olduğumuz yeri anlatan, açıklayan, şahsiyetimizin olgunlaşmasına vesile olan bir ortam. O bir insanlık meşcereliğidir. Nasıl ki türlü bitkilerin fidanlarının yetiştirildiği yeri de ocak olarak niteleriz. İnsan fidanlığı da aile anlamında ocaktır. Ocak yakmak, ocağı tüttürmek deyimleri hem gerçek anlamı hem mecaz anlamıyla önemlidir. Bahtiyar Vahapzade bu durumu ne güzel ifade eder: “Her günümüz bir yeni salavat oldu./ Şehit dağı sinede katbekat oldu./ Her ocaktan, her evden “ah” sesi geldi./ Bir yara sağalmamış, tazesi geldi.”
Ocak, dilimizdeki çok anlamlı kelimelerdendir. En bilinen anlamıyla, önceleri kanunusani ismiyle âşina olduğumuz yılın ilk ayının adıdır. Sonra türlü türlü yemekler pişirip yemekler ısıttığımız, ısınma ve ısıtma amacıyla ateşler yaktığımız yerin adıdır ocak. Burası, bazı yerlerde “ocaklı” diye bilinir. Ayrıca bugün yemek pişirme ve yeme odası diyebileceğimiz mutfaklardaki yemek pişirme ve ısıtmaya yarayan beyaz ev eşyasına da ocak diyoruz. Beyaz eşya dediğime bakmayın, adı öyle çıkmış; şimdilerde metalik vb. renklerde olanı da mevcut.
Güncel Türkçe Sözlük’e şöyle bir göz attığımızda; “ocak” kelimesini bazen “kahvelerde, kuruluşlarda çay, kahve vb.nin yapıldığı yer” bazen “Yer üstünde veya yer altında cevher çıkarılan yer” anlamıyla kullanırız. Bazen de “bahçelerde veya bostanlarda her tür meyve ve sebze tohumu veya fidesinin dikimi için ayrılmış toprak çukuru” ifade için kullanırız. Amaç, düşünce birlikteliğinin harman edildiği “aynı amaç ve düşünceyi paylaşanların kurdukları kuruluş veya toplandıkları, görev yaptıkları yer” olarak tanımlanan kuruluşlara da ocak denir. “Yeniçeri teşkilatını oluşturan odalardan her biri”ne de ocak denir. Bundan hareketle “XVII. yüzyılda Osmanlı ordusunun seferlerine katılan ve şiirlerinde bunun yankıları görülen şairlere “ocak şairleri” adı da verilmektedir.” (TDV İslam Ans.) Halk arasında bazı aileler, bazı hastalıkların iyileştirilmesinde maharetli hâle gelmişlerdir. Bunlar “Halk hekimliğinde bir önceki kuşaktan el verme suretiyle aktarılan bilgileri kullanarak belirli bir şikâyeti veya hastalığı iyileştirdiğine inanılan aile”den yetişme kimselerdir. Mesela, “yılancık” hastalığına çareler sunup kişinin iyileşmesine vesile olanlara “yılancık ocağı” adı verilir.
***
1 Ocak hem bir gündür hem de yılın başlangıcı yani ilk günü. Bu yönüyle yeni bir gün, yeni bir sayfa demektir. İşte bu anlamı dizelerine yükler Meksikalı şair Oktavia Paz “1 Ocak” şiirinde: “Günün kapıları açılır/ dilin kapıları gibi,/ bilinmeyene./ Dün gece anlattın bana:/ Yarın/ imleri düşünmek zorunda olacağız,/ görünümü çizmek, planı tasarlamak/ çift katlı sayfası üzerine/ kağıdın ve günün.” Meksikalı bir başka şair Luis Gonzaga Urbina da “Ocak Kelebekleri”nde kışın sessizliğinden yakınır. Bu sessizlik onu üzmektedir. Kuşların sessizliği, yeşil doğanın yokluğu onu dertli dertli söyletir: “Cıvıl cıvıl kuşlar yok; ses yok;/ ve ışık ve yeşillik anemisinde,/ gelip giden iki kelebek/ aromalı renkli kanatlar sallanır.” Oysaki şair Ertuğrul Şakar bu zaman dilimini, ocak ayını farklı karşılar, onda sevinçler, ruhunu neşelendirecek, belki, dinlendirecek birtakım hususlar bulur: “Ocak ayının güneşinde/ Işık oyuncaklar topluyorum çevremden// Demlenmiş çay sıcaklığı dudakta/ Yâr diye söz ettiğim bir evrenden// Güzelim güneş hep sarışın/ Altın sarısı şekiller çizer yüzüme” Diğer şairlerin aksine Şakar, ocak günlerini Ahmet Haşim’in yârin dudağına benzettiği karanfil gibi, o demli, “tavşan kanı” bir çaya benzetir ve yeni doğan ayla gökyüzünün apayrı bir güzelliğe kavuştuğunun farkına varır: “Ocak başında yeni doğmuş bir ay'la karşılaştım/ Alaca karanlıkta ne güzelmiş gökyüzü// Şiir ne güzelmiş ekerse gönül/ Duygusal yanım buysa, mutlu ediyor beni// Ocak ayını hiç bu kadar sevmemiştim/Hiç bu kadar merak etmemiştim ışık taşıyan gözleri.”
***
Ocak ayı şairlerin dizelerine, yaşanan elim olaylarla da yansır, tıpkı merhum Bahtiyar Vahapzade’nin şiirlerinde olduğu gibi. Vahapzade, vatanına, milletine âşık büyük bir şair ve yazardır. Rusların 20 Ocak 1990 günü Azerbaycan’ı işgal etmesi sırasında şehit olanlar için yürekleri parçalayan şiirler yazar. Bu şiirlerin başında “Kara Ocak” gelir. Vahapzade’nin dizelerine o gece yaşanan acının fotoğrafı şöyle yansır: “Ne adavet (kin, düşmanlık) ne gerçek/ Vallah yoktu o gece/ Zulüm zalim eliyle/ Hak’kı boğdu o gece// Analar amanından/ Sineler oldu şanşan (parça parça)/ Şehitlerin kanından/ Şimşek çaktı o gece!” Vahapzade gerek şiirlerinde ve gerekse nesirlerinde bu dehşet gecesinin unutulmaması için büyük çaba sarf eder. Aynı gece Rusya devlet başkanı Gorbaçov’a protesto mahiyetinde bir telgraf çekerek partisinden istifa ettiğini bildirir: “Gorbaçov cenapları; Azeriler, şimdi bir İslam Cumhuriyeti kurmak sevdasına düşecek bir millet değildir. Bu akıttığın kanlara hak kazandırmak için uydurduğun bir iftiradır. Sen, bunu çok iyi biliyorsun, ellerin ve vicdanın milletimin kanına boyanmıştır. Cellat Stalin’in işlemediği cinayetleri işledin, tarih bu büyük günahını asla affetmeyecektir. Milletimin kanını akıttıktan sonra ona başsağlığı mesajı göndermen ise dehşetli bir iki yüzlülüktür. Senin başkanlık yaptığın partiden ayrılmayı kendim için bir şeref sayıyorum.”
Vahapzade, bu elîm olayda Azeri kardeşlerini yalnız bırakmayıp canlarıyla yanında olduklarını haykıran Türk şehitleri için de yanık ve vefalı bir sesle ziyaretçilere âdeta seslenir: “Yolun kenarında tenha bir mezar/ Üstünde ne adı, ne soyadı var./ Yolcu, arabayı durdur bu yerde/ Bir sor, kimdir yatan tenha kabirde?// O bir Türk askeri, kahraman, metin!/ O öz kardeşine yardıma geldi./ Kurşuna dizilen milletimizin,/ Haklı savaşına yardıma geldi”
“Kara Ocak”ı dizelerinde büyük bir hüzünle işleyen, Azerbaycan’ın önemli şairlerinden Memmed Aslan, “Ağla Karanfil” şiiriyle yürekleri dağlar, gözleri yaşlara boğar: “Karanfil, şehid ganı:/ Ağla, karanfil, ağla!/ Ağla, inlet meydanı:/ Ağla, karanfil, ağla!// Cavanlara gıydılar,/ Tanklar altda goydular/ Ganım içib doydular,/ Ağla, karanfil, ağla!” Bu dizeler, sanatçı Hasan Sağındık tarafından bestelenmiş, doksanlı yıllarda çıkardığı bir albüme ad olmuştu.
***
Ocak ayı bir başka açıdan toplumun bir kesimini oluşturan öğrenciler için iple çekilen aylardandır. Çünkü bu ayın genellikle ikinci yarısının yarısında “şubat tatili” olarak da ifade edilen “yarı yıl tatili” başlar. Gönüllerini ve zihinlerini dinlendirmek ister öğrenciler bu tatille birlikte. Tatil, öğrenciler için hem dinlenme hem de yeni bir enerji ile çalışmaya hazırlanma günleridir.
Ocak, yeniliktir, yeniliğe ısınma hareketleridir. Başlangıçtır, yeni bir gün yeni bir yıldır. Yılın en acemi günleridir; taptazedir çünkü. Yeni yılın günlerini saymaya başlayan ocak, barış, umut, güzelliklerle gelsin. Umulan dağlara kar yağmasın, hayaller suya düşüp ıslanmasın. Bacalar tütsün, sevgiler yayılsın kucak kucak!.. Yalnız, o soru zihinlerde, o soru nasıl cevap bulacak?
“Gökyüzü alabildiğine kapalı,
Kar ha yağdı ha yağacak.
Bu kışta kıyamette ne yapmalı
Ağlar yetimler, yanar yoksul ocak
Bembeyaz umutlar yağarken
Ömür mü kömür mü,
Sobalar ne yakacak?” (H. Say)