|   | 
  • Cevahir Kadri

    Ömrünü Türk Diline Adamış Bilgin Şehzade

    Bu yazımda, 26 Eylül Türk Dil Bayramı vesilesiyle, Türk dili ve kültürünü yaşama ve yaşatma bilincine ermiş bir kalemden, eğitimci, yazar ve şair Hasan Kallimci’den ve onun bir eserinden söz edeceğim. Türk boyları arasında dolaşarak o boylarda konuşulan kelimeleri derleyerek güzel Türkçemizin ilk sözlüğü ve Türk dili ve kültürü için eşsiz bir hazine olan Divânü Lügati’t-Türk’ü hazırlayan Kaşgarlı Mahmut’un hayatını, “Bilgin Şehzade, İlk Türkçe Sözlüğün Romanı” adıyla, biyografik roman tarzında, bilhassa ortaokul öğrencilerinin severek okuyabileceği bir üslupla kaleme almış.

     

    Türk edebiyatının ilk yazılı kaynakları arasında Orhun Abideleri, Uygurlara ait bazı hikayeler ve dini metinler, Karahanlı döneminde Kutadgu Bilig (Yusuf Has Hacib), Divanü Lügati’t-Türk (Kaşgarlı Mahmud), Atabetü’l-Hakayık (Edib Ahmet Yüknekî) ve Divan-ı Hikmet (Hoca Ahmed Yesevî) vardır. Bu eserleri Dede Korkut Hikayeleri takip eder. Bu eserlerin hepsinin Türk dili ve kültürü açısından kıymeti birbirinden geri kalmaz.

     

    Orhun Abideleri, Türkçenin yazılı ilk eseridir ve Türk adının geçtiği ilk metindir. Balasagunlu Yusuf Has Hacib tarafından kaleme alınan, İslami dönem Türk edebiyatının ilk eseri Kutadgu Bilig de ilk “siyasetname” örneğidir ve aynı zamanda, aruz ölçüsünün kullanıldığı ilk Türkçe metindir. İlk Türkçe Sözlük olan Divanü Lügati’t-Türk bambaşka bir kıymeti haizdir.

     

    Bilgin Şehzade İlk Türkçe Sözlüğün Romanı’na geçmeden önce yazarı Hasan Kallimci’den kısaca söz açmak isterim.

     

    Türk dili ve kültürünü öğrenme, öğretme ve yaygınlaştırma çalışmalarına eserleriyle büyük katkıda bulunan Kallimci, bu eserlerin kıymetini iyi bilen, muarrif bir muallimdir. Yıllarca, farklı yerlerde ilkokul öğretmeni olarak vatana, millete verdiği eğitim hizmetinin yanında, Türkçenin iyi ve bilinçli bir kullanıcısı, kültürümüzü gelecek nesillere taşıyıcı görevini üstlenmiştir. Kallimci birbirinden kıymetli; Kavgacı Horoz, Bilgiç Kedi, Şarkıcı Kuğu, Küçük Anneler, Kırık Ayna, Gerçek Zenginlik, Damlacıklar, İki Dostun Yolculuğu, Önce Hürriyet, Ya Ben İstanbul'u Alacağım, Anadolu'dan Yükselen Ses, Gök Bayrak Aşkına, Gençlikte Verilen Söz vb. eserleriyle ömrünü geçirmiş, geçirmekte olan bir usta kalemdir.

     

    1949 yılında Denizli’nin Sarayköy ilçesinde doğan Kallimci, ilk ve ortaokulu Sarayköy’de, Öğretmen Okulu'nu ise yatılı olarak Nazilli’de okur. 1967 yılında, Sarayköy/Aşağı Tırkaz köyüne öğretmen olarak atanır ve daha sonra Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde öğretmen olarak görev yapar. Denizli Halk Eğitimi Müdür yardımcısı olarak görev yaptığı sırada, 1994 yılında emekliye ayrılır.

     

    Emekliye ayrılmasıyla birlikte, edebi ve kültürel çalışmalarına daha da ağırlık verir: Bilhassa çocuk edebiyatı sahasında ilköğretim öğrencileri seviyesinde hikâye, roman, masal ve şiir türlerinde başarılı eserler verir. Gerek yerel ve gerek ulusal gazete ve dergilerde bu çalışmaları yayımlanır. Başta, Denizli Gazeteciler Cemiyeti “50.Yıl Onur Ödülü” olmak üzere, farklı türdeki eserleriyle birçok edebiyat ve düşünce kuruluşundan ödül kazanmış olan Kallimci, yazı hayatını Denizli’de sürdürmektedir.

     

    Biyografik roman türünde kaleme alınan Bilgin Şehzade, Uçan At Yayınları arasında Mayıs-2022’de raflarda yerini almış. Biyografi kısmen Kaşgarlı Mahmut’un, tamamen de Türk dilinin ilk sözlüğü Divanü Lügati’t-Türk’ün. On bir bölüm ve 144 sayfa olan kitap, bilhassa ilkokul ve ortaokul öğrencilerinin rahat rahat okuyabileceği bir punto ile dizilmiş. Kitabın kapağında Kaşgarlı Mahmut’un mum ışığında çalışırken bir resmine yer verilmiş.

     

    Bilgin Şehzade, eskilerin “sebeb-i telif” dedikleri yani yazarın yazma nedenini ortaya koyduğu bir “ön söz” ile başlar. Normalde, roman ve hikâye türündeki kitaplarda “ön söz” pek tercih edilmez. Yazar, ön sözünde okuru Türk diline en büyük hizmeti geçmiş bir bilginin hayatına ve bir ömür vererek yazdığı eserine, kurgusal bir anlatımla yönlendirmiş. Eski Türklerin birçok alanda hangi kelimeleri kullanmış olabileceklerini merak etmiş. Yazar, bununla okuru esere, elbette Bilgin Şehzade’nin hayatına ve eserine meraklandırmak istemiş.

     

    Roman, bir ön söz ve on bir bölümden meydana geliyor. Her bölüm, birer başlıkla diğerlerinden ayrılmış. Her bölümde tematik olarak Türkçenin ilk sözlüğünden anlamlarıyla birlikte kelimelere yer verilmiş. Romanın genel bir çatı kurgusuna paralel olarak her bölümün kendi içinde belli bir tema işlenerek Kaşgarlı Mahmut ve mümtaz eseri Divanü Lügati’t-Türk’ün bazı özelliklerine yer verilmiş.

     

    Bazı bölümlerine ayna tuttuğumuzda aynadan yansıyan görüntüler, bizim eseri tanımamıza yardımcı olacak nitelikte. Oyun Zamanı olan ilk bölümde, çocukların oynadığı “etiç, tepük, köçürme, çañlı mañlı vb.” birkaç oyun ve onların nasıl oynandığı üzerinde durulmuş. Oyunların oynanışı anlatılırken sayıların “on artukı dokuz” (on dokuz) gibi eski söyleniş biçimlerine yer verilmiş.

     

    (Kaşgarlı) Mahmut’un ilkokul çağı yılları çocukların oyunları anlatılmış. Akşamüstü okuldan eve gelen çocuğun günü nasıl geçirdiğinin anne babası tarafından sorulur. Anne Rabia Katun da oğlu Mahmut’un hâlini, ahvalini sorar. Okur, bu sormalardan, Türklerin o dönem yiyecek, giyeceklerle ilgili hangi kelimeleri kullandıklarını öğrenir.

     

    (Kaşgarlı) Mahmut’un babası Hüseyin Çağrı, oğluna zaman zaman soyunu sopunu hatırlatarak Alp Er Tonga’yı, devleti, töreyi, Barsgan kentinin emiri olduğunu hatırlatır. Asil bir soydan geldiklerini hatırlatarak asil davranışlar sergilemesini öğütler. Hakan soyundan gelenlere “tigin” dendiğini, her tiginin hakan olamayacağını, hakan hanımlarına “Altun Tarım” unvanı verildiğini, Alp Er Tonga’yı, onun sagusunu yani ağıtını bir bir anlatır.

     

    “Okulda” bölümünde, ilkokul sınıfların duvarlarını süsleyen mevsimler tablosu, eski Türkçe kelimeler verilerek işlenir: Dört mevsim, “yay ayı, küz ayı, kış ayı ve oğlak ayı” olarak isimlendirilir. Ardından On İki Hayvanlı Türk Takvimi’ne geçilir. “On Artukı Ekki”ye ayrı ayrı isim verelim diye düşünülür. Yıllara ad verme konusu da tartışılır ve Ila Nehri’nden hayvanların geçiş sırasına göre yılların isimlendirilmesi kararlaştırılır. Nehirden ilk olarak fare geçer, onu diğerleri izler. Yılların adı buna göre “sıçgan (fare), ud (sığır), bars (pars), tavışgan (tavşan), neg (timsah), yılan, yund (at), koy (koyun), biçin (maymun), takagu (tavuk), ıt (köpek) ve tonuz (domuz) yılı” olur. Çocuklar, “çetük” kedi yılının olmamasına çok üzülürler.

     

     “Bir Akşam” bölümünde, başkişi Mahmut’un biraz daha büyüdüğü, daha bir olgunlaştığı ve olayların buna göre işlendiği görülür. Millet olma bilinci ile Türklerin Oğuz, Argu, Çigil, Kıpçak, Karluk gibi boylarının olduğu oğul Mahmut’a baba tarafından anlatılır. Ayrıca “kebit”in dükkân, “kıftu”nun kumaş, “sındu”nun makas, “çömçe”nin “kamıç” yani kepçe, “başmak, başak”ın ayakkabı demek olduğu okura bildirilir.

     

    Oğul Mahmut, duyduğu bazı kelimelerin anlamını bilemez, bu kelimeleri babasına sorar. Babası, sorulan kelimenin anlamını ve hangi Türk boylarının kullandığını anlatır. Diğer Türk boylarının isimlerini bir bir saydıktan sonra oğlunun, “Peki, hepimize ne ad verilir?” şeklindeki sorusunu, “Hepimiz birlikte Türk bodunuyuz (millet). Türk Hakanlığının Uygur, Karluk, Çigil, Yagma, Toksı, Altı Sir, Aramut, Barsgan, Basmıl, Başgırt, Bulak, Bulgar, Beçenek, Çaruk, Çarukluk, vb. boyları ile birlikte diğer kardeşlerimizin de devleti olduğunu unutmamalısın!” diyerek cevaplar.

     

    Hemen hemen her romanda karşımıza çıkan, okuru heyecana, meraka sürükleyen, olayın akışının sürükleyiciliğine katkı sunan “çatışma” bu romanda üvey kardeşlerin taht kavgasına girişme ihtimali üzerine kurulur. Yazar, bu kavgada tarafını çok açık belli eder, dümeni Mahmut’un babasından yana kırar. Olayların ve kişilerin anlatımlarını bu bakış açısıyla, anne Rabia Katun’un gözüyle verir. Mahmut, daha iyi bir öğrenim için Kaşgar’a gidecektir. “Sonra Kaşgar denince aklına kayın atası Muhammed Tigin’in ikinci eşi ile oğlu İbrahim gelir. Onları, o suratsız hâlleriyle hiç ama hiç sevmiyordu. ‘Oğlum, dedi Mahmut’um Kaşgar’da İbrahim amcandan da anası olan o kadından da uzak dur. Sana bir zarar verebilirler.” diyerek oğlunu ikaz etme gereğini duyar. Babası Hüseyin Çağrı da taht kavgalarına dikkat çeker: “Ah, şu taht kavgaları yaşanmasa! Ah, bencillik olmasa! Aynı atanın çocuklarıyız, İbrahim benim inim (erkek kardeşim). Onun hakkında zerre kadar kötülük düşünmüyorum amma…” der.” İlerleyen zamanda babasının bu öngörüsü gerçekleşir: Taht teslim edilmeyen oğul ve annesi, birlikte tahta çıkacak tigini, ailesini, bağlılarını tahta çıkma töreni yemeklerinde zehirleterek öldürürler. Tahta istenmeyen oğul İbrahim geçer.

     

    Türk Hakanlığının ordu kenti (başkent) Kaşgar, Barsgan’a göre daha büyük, daha kalabalıktır ve daha “şehir” bir yerleşim yeridir; dükkân, cami, medrese, hamam daha fazladır. Mahmut, dedesi Muhammed Tigin’in yanında kalarak Hamidiye Medresesinde öğrenim görmeye başlar. Bu medresede Arapça ve Farsçanın en ince kurallarına kadar her şey öğretilir. Kur’an-ı Kerim’deki sure ve ayetler üzerinde durulur, Hz. Peygamberin hayatı, hadisleri, tıp, matematik, astronomi dersleri verilir.

     

    Genç Mahmut’un zihninde, Türk dilini, İslam’ı anlatan Arap Hocaların öğrenmesi gerektiği düşüncesi belirir. Herkesin, İslam’ı Arapça aslından öğrenmesi zor bir iştir. Ama İslam’ı öğretenlerin Türk dilini öğrenmeleri çok kolaydır. Bu konuda hocaları ile zaman zaman tartışmalara girer. Bir gün, “Arap dilini bilmeyen İslam’ı öğrenemez de öğretemez de!” diyen Hocasına, Mahmut “Bu anlayışla milyonlarca Türk, Allah’ın emirlerini, yasaklarını öğrenmeleri zaman alır. Eğer siz Türk dilini öğrenerek Müslümanlığı anlatırsanız daha çok kişiye ulaşırsınız. Böylelikle daha kısa zamanda daha fazla insan dinimizi öğrenir. Türk dili sizin diliniz gibi zengin bir dildir ve öğrenilmesi de kolaydır.” diyerek en esaslı tebliğin yerel dille yapılan olduğunu hatırlatır.

     

    Bu tartışmalar, Mahmut’un zihninde, “İş başa düştü!” deyip dil çalışmalarına ağırlık vermesi gerektiği fikrini uyandırır: “Bir şeyler yapılmalı, bir şeyler yapmalıyım!..” Bunda, medreselerdeki öğretim dilinin Arapça olması da etkili olur. Mahmut, yoğun bir okuma, araştırma işine girer ve Hamidiye Medresesinden sonra Kaşgar’daki Saciyye Medresesine geçer. Burada Arapça, Farsça ve Kur’an derslerini okutabilecek seviyeye yükselir. Arapça ve Farsça yazılmış edebî eserleri okur, inceler. Babası Hüseyin Çağrı’dan öğrendiği Uygurca yazılmış metinleri, kitapları okumaktan da geri durmaz.

     

    Mahmut, zaman içinde, Kaşgar ve Buhara’daki din bilginleri ev Türk Beyleri ile tanışıp kaynaşır. Türk diliyle ilgili düşüncelerini onlarla paylaşır. Halef adlı bir hadis âliminden Türklerle ilgili bir hadis işitir ve buna çok sevinir. Rivayete göre, Hz. Peygamberin “Türk dilini öğreniniz. Çünkü onların çok uzun saltanatları vardır.” buyurdukları nakledilir. Hadiste belirtilen “uzun saltanat”a Türk dilinin katkıda bulunacağını düşünür.

     

    Medrese hocası olan Mahmut, “Türk dilinin bir sözlüğünü yazmalıyım. Dilimizi küçümseyen Arap hocalara, Türk dilinin de Arap dili kadar zengin bir dil olduğunu göstermeliyim.” şeklindeki düşüncesini gerçekleştirmek için “Saygın Arapça sözlüklerinden birkaç tanesini inceleyip öyle yazmalıyım. Sözlüğü, Arapların da okuyabilmesi için Arap harfleriyle yazmalıyım.” diyerek yol belirler.

     

    Sözleri Türkçe, açıklamaları Arapça ve Arap harfleriyle yazılacak sözlüğü hazırlamada; Türkçenin güzelliğinin görülmesi için atasözlerini, deyimleri, şiirleri kitabına alması, sözlüğe aldığı kelimelerin anlamını ve onların cümle içinde kullanıldığı örneklere yer vermesi gerektiğine kanaat getirir. Türk lehçeleri arasındaki benzerliklere ve farklılıklara da işaret edeceği bu kitabını, bitirdiğinde Bağdat’a götürüp Halife’ye teslim etmeyi, bunun kitabın herkese duyurulması, tanıtılması, bilinmesi açısından iyi olacağını düşünür.

     

    1041 yılına gelindiğinde Mahmut 33 yaşına gelmiş, ilk gençlik yılları geride kalmıştır; kız kardeşleri de evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştır. Ama Mahmut, evlenmeyi hiç düşünmemiş, kendini “ilme adamış, ilim âşıkı” bir âlimdir. O daima, sözlük hazırlama düşüncesi ile meşguldür. “Başlamak, işin yarısıdır.” Der ve sözlüğü yazmaya şu cümlelerle başlar: “Esirgeyen, bağışlayan Tanrı’nın adıyla ve onun yardımıyla!.. Çok erdemli ve güzel eylemli Allah’a hamdolsun. Niyetlendiğim iş için Allah beni başarılı kılsın. Gönlümü bu işe verdim. Ulu ve azametli Allah’ın yardımı olmadan hiçbir güç kuvvet olamaz. O bize yeter; ne güzel vekildir o!..”

     

    Romandaki olay akışına göre bundan sonra bölümlerde tematik kelime örneklerine yer verilir; ev eşyaları, mutfak eşyaları, giysiler, silahlar, insan vücudu, vb. örnekler sıralanır. Zaman zaman ülkedeki idari olay ve değişiklikler; tahtan inenler, tahta çıkanlar, onların yardımcılarının kimler oldukları vs. romanın olay akışında yer alır.

     

    Sözlük yazma işini Türk boyları arasında dolaşarak kelime ve söz derlemelerini kayda geçirerek yapar. Bazen hayati tehlikeler atlatır. Kendisine hayranlık duyan, biraz uzaktan akrabası şaire Terken adlı bir kızın ile birkaç kez görü, kendi şiirlerinin yanında, Türk şairi Çuçu’nun şiirlerini okurlar.

     

    Kaşgarlı Mahmut, Türkçenin zenginliğini, güzelliğini ortaya koymak ve Araplara Türk dilini öğretmek amacıyla hazırlayarak Divanü Lügati’t-Türk adını verdiği sözlüğü bitirdiğinde tarihler 9 Ocak 1072’yi gösteriyordu.

     

    Türk dilinin büyük âlimi Kaşgarlı Mahmut, bu mümtaz ve nadide eserini, Sultan Alparslan’ın damadı Halife Muktedi’ye, Bağdat’ta takdim eder. Halife’den çok saygı ve itibar görür. Bir kese altın ile ödüllendirir. Bağdat medreselerinde hoca olarak kalmasını ister. Kaşgar’a dönmek dilerse de birkaç koruma askerle birlikte Kaşgar’a dönebileceğini bildirir. Mahmut, bu sıcak karşılayış ve itibar karşısında duygulanır, Halife’ye teşekkür ederek Kaşgar’a dönme isteğini bildirir. Kitabını Halife’ye teslim eden, Türk dilinin büyük âlimi Mahmut, beraberindeki birkaç askerle memleketi Kaşgar’a doğru yola çıkar.

     

    Bilgin Şehzade, bilhassa ortaokul ve lise öğrencilerinin büyük bir zevkle okuyabileceği bir üslupla kaleme alınmış. Birçok kitabı öğrencilerine okutmuş bir kalem olarak bu kitabı öğretmen ve öğrencilere okumaları için hassaten öneriyorum. Kalemine sağlık Kallimci Usta!.. Türk dilinin büyük bir âlimini ve onun cihan-değer sözlüğünü okurların nazarına verdiğin için teşekkür ederiz.

     

    Türk Dil Bayramımız kutlu olsun!

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.