Geçen günlerde vefat eden Prof. Dr. A. Haluk Dursun -Allah rahmet eylesin- "Cephede omuz omuza, camide saf safa, düğünde kol kola, sıkıntıda baş başa, yer sofrasında diz dizeyiz. Bu coğrafyada herkes bilsin ki Malazgirt’ten beri biz bizeyiz..." demiş. Peki, ama bugün nasılız?
Bir bilim insanının sözleri, şüphesiz geçmişin birikimleriyle destekli olmalıdır. Geçmişin güzelliklerini yansıtan bu sözler, geleceğin en güzel dilek ve temennileri ve hayalleri olsa gerek! Hayalleri diyorum belki beş on sene öncesine kadar durum böyleydi, amaşimdi o eski şarkıda söylendiği gibi, hep “hayal” oldu!
Bir bayramı daha geride bıraktık. Acısıyla, tatlısıyla… Bayramlar bir toplumun ortak değerleridir, kaynaşmalarına görüşüp tanışmalarına, gönüllerin eriyip barışmalarına vesiledir. Bu tür sosyal ilişkiler toplumu oluşturan fertler arasında ne kadar iyi ve canlı olursa toplumun geleceği de o derece sağlam ve ümit vadeden bir niteliktedir diyebiliriz.
Bayramları bayram olarak görenler için durum tam da böyledir. Bu, aynı zaman dinimizin bakış açısıdır. Bu bakış açısının sabitlenmesi lazım. Başka bakış açıları bu güzelliği zedelememeli. Ama olmuyor işte, hayatta her dilenen, istenen olmuyor. Hayat bu; insanı türlü sürprizlerle karşı karşıya bırakıyor.
Doksanlı yılların en güzel türkülerinden biriydi Kardeşlik Türküsü. Yanılmıyorsam türkü, ilk defa Mahsun Kırmızıgül tarafından söylenmişti. Türkünün içeriği toplumu birleştirmeye yönelik mesajlara sahipti. Onun için çok beğenilmiş, bukünkü deyişle türkü çok “hit” almıştı! Birçok sanatçının yer aldığı türkünün klibi bile çekilmiş, türkü oldukça yaygınlaşmıştı. İşte o türkünün sözlerinden bir demet:
“Hepimiz kardeşiz bu öfke ne diye
Yaşamak dururken bu kavga ne diye ay
-nakarat-
Bir kardeş kardeşi vuruyor ne diye
Bir ana ağlıyor evladım nerede ay”
Bayram dolayısıyla topluma daha çok karışıyor, insanlarla değişik vesilelerle ister istemez etkileşime geçiyorsunuz. Bunun neticesi aslında bazı gerçekler içimizi acıtsa bile iyi oluyor. Çünkü toplumun gerçekten fotoğrafını çekme imkânını elde ediyorsunuz.
Bir arkadaşım anlatmıştı. Bayramda, epeydir gidemediği köylerine gitmişler. Hemşerileriyle bayram namazı sonrası halka olup bayramlaşmışlar. Buraya kadar her şey normal olarak yaşanmış. Ama birebir ilişkilerde, tekil karşılaşmalarda siyasi olarak farklı düşünen insanların birbirlerine selam vermediklerini, bir “Hoş geldin, bayramınız mübarek olsun!” sözünü dahi çok gördüklerini müşahede etmiş. Arkadaşım, kendisine “Hoş geldin!” bile demeyen bir yakınına selâm vermiş. Yakını, arkadaşının selâmını almamış tabii. Arkadaşım da “Yahu Allah’ın selâmıyla geliyoruz, niye selâmı almıyorsun?” deyince arkadaşımın yakını “Allah’ın selâmıyla geliyorsun ama gittiğin yanlış yoldan, pişmanım deyip dönmüyorsun?” demiş. Arkadaşım da bu durumun iflah olmaz bir hâl aldığına kanaat getirerek “Hayırlı bayramlar, o zaman problem yok(!)” demiş ve oradan ayrılmış.
Bu fotoğraf beni gerçekten çok üzdü. Ülkemiz insanı böyle olmamalı. Siyaseten farklı düşünebiliriz, vatanı ve memleketi sevme konusunda birbirimizi tartamayız. Kimse, kimsenin vatan ve millet sevgisini ölçme ve tartma haddine sahip değildir. Bunu nesnel olarak ölçebilecek mihenkleri de mevcut değildir zaten.
Bir insanın vatanını ve milletini sevdiğini söylemesi onun vatanını ve milletini sevdiği anlamına gelmez. Ne demişti Ziya Paşa üstadımız “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/ Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde!”Çok doğru bir söz. Evet, vatan da sevilecek, millet de!.. Eğer vatanı ve milleti sevmenin bir mihengi, emaresi aranıyorsa mihenk ve emare şunlar olmalıdır: Laf kalabalığıyla ben vatanımı ve milletimi severim, en büyük Türkçü benim gibi laflar kimseyi gerçek anlamda milliyetçi yapmaz ve bunlar milletini sevdiğini göstermez. Gerçek milliyetçilik, vatanı ve milleti için bir şeyler ortaya koymaktır.
Orman yakarak değil, hadis-i şerifte buyrulduğu gibi elindeki bir ağaç fidanını dikerek; okul yaptırarak, yol yaparak yaptırarak!. Ama olumsuz ve kötü işlere yol yapmak değil, gerçek anlamda yol yaparak, insanların faydasına işler yaparak… Toplumu ötekileştirerek, ayrıştırarak değil; insanları birleştirerek bu vatana ve millete gerçek anlamda hizmet etmiş olursun. Ve milliyetçiliğin ölçüsü budur! Çünkü hadis-i şerifte buyrulur ki “İnsanların en hayırlısı [efendisi] insanlara faydalı olandır.” Evet, milletini sevdiğini söylemlerinle değil, eylemlerinle ortay koymalısın.
Bakınız, Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver ne demiş, ne de güzel demiş: "Kitap kadri bilen, insan kadri de bilir." İşte insanın kıymetini bilmek istersen kitaplara sarıl, kitabın bil kıymetini. Bir keresinde bir şair arkadaşım “Suyunu kitaplardan içenler susamaz hiçbir zaman!” demişti. Konumuz kitap değil elbette. Konumuz birbirimizi sevmemiz; acımızda, kederimizde, sevincimizde, coşkumuzda birbirimizin yanında olmamız. Peki, öyle miyiz? Bu sorunun cevabını evet olarak verebilmek doğrusu yukarıda verdiğimiz örnekler çerçevesinde günümüz için çok zor! Bir fotoğraf daha vereyim, o da bir başka arkadaşımdan:
“Bayramda, bir akşam namazını eda etmek üzere camiye gittim. En ön safın sol tarafında, duvara yakın bir yerde durdum. Duvar ile aramda bir kişilik daha yer vardı. İkinci safta ise on kadar kişi vardı. İkinci safı tutmaya başlayan ya o boşluğu görmedi ya da benim siyasi düşüncem ve duruşumdan dolayı yanımda namaza durmak istemedi!”Bunun gerçek sebebini bilemeyiz, arkadaşım da ihtiyatlı konuşuyor zaten. Bir Müslüman kardeşi hakkında kişi suizan beslememeli. Hüsnü zan beslemeli ama adem-i itimadı, kontrol kalemini de ihtiyaten elden de bırakmamalı!
Toplumuz, bir arada yaşıyoruz. Siyasi düşüncelerimiz farklı olabilir, farklı partilere oy vermiş de olabiliriz. Bu, birbirimizi yok saymamıza, birbirimize küsmemizi gerektirmez. Bunu, Efendimizin (sallallahu aleyhi vesellem) “Ümmetimin ihtilafı rahmettir.” bakış açısıyla değerlendirmek gerekir. Farklılıklarımız zenginliğimizdir. Gönül insanlarını dinleyelim. Ne diyorlar onlar? Evet, gönül insanıHacı Bektaş-ı Veli'nin "Bir olalım, diri olalım iri olalım!" sözünü unutmayalım. Bir başka gönül insanı Yunus Emre’nin “Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan/ Şer'in evliyasıysa hakikatte asidir.” sözü kulağımıza küpe olmalı. Yunus Emre, burada şu din bu millet demiyor! Bütün yaratılmışlar diyor, bütün varlıklar! Biz kendi dindaşımız, insanımız için bile aynı gözle bakmaktan ne kadar da uzağız! Yunus, bu bakışıyla ne kadar büyük bir gönle sahip olduğunu da ortaya koyuyor!
Sözü tekrar merhum Haluk Dursun Hocanın sözüne, tespitlerine getirecek olursak evet, hâlimiz şimdiki hâl gibi değil, alıntılanan sözdeki gibi olmalı. İslâm, bütün insanlara aynı gözle bakmayı salıklar. Çünkü Kur’an’da birçok yerde “Ey insanlar!” diye hitap edilir.
Ülkemizde, şu cennet yurdumuzda güzel Türkçemizi siyasetin bazı yoz kaba dil ve anlayışı ile kirletmeden, insanımız arasında ayrım yapmadan geleceğe bir ve beraber olarak yürüyelim. Birbirimizin hâllerini acılaştırmayalım. Sevincimizi ve kederlerimizi paylaşalım, paylaşabileceğimiz ortamları yakıp yıkmayalım.
Siyasi anlayışlar, devirler değişir, dönüşür; geleceğe ise biz bize kalırız. O zaman birbirimizin yüzüne gülerek bakabileceğimiz bir yüz kalsın! El âlem uzaya giderken bizler birbirimizle didişerek kendi kendimizi mahvetmeyelim, enerjimizi tüketmeyelim! Tüketmeyelim ki hayal ettiklerimiz ile yaşadıklarımız, özlenenler ile yaşananlar arasında uçurumlar yaşanmasın! Hayallerimiz suya düşmesin, güvendiğimiz dağlara kar yağmasın, tuttuğumuz dal elimizde kalmasın, yaslandığımız duvar yıkılmasın, dayandığımız dostlar bizi ayağa düşürmesin! Dost bildiklerimiz dost kalsın, postlarımız eskimesin! Hepsinden önemlisi huzurumuz kaçmasın! Vesselam!..