Selamların en güzeliyle!Yoksulluk ve varsıllık yani fakirlik ve zenginlik, karanlık ve aydınlık kadar zıt olan kavram ve olgulardır. Zenginlik deyince genellikle aklımıza sonradan elde edilen menkul ve gayrı menkul kazanımlar gelir. Oysa doğuştan sahip olduğumuz ama çalışıp kazanmadığımız aklımız, sağlıklı organlarımız ve sosyal çevremiz de bizim için birer zenginlik kaynağımız değil midir?Çoğu zaman bunların kıymetini de bilemeyiz. Oysa en değerli zenginliğimiz akıl ve vücut sağlığımızdır.
Kanuni Sultan Süleyman Han kendisini ziyaret eden yabancı doktorlara, şiirinden birbeyit olarak söylediği şu söz hafızalarımıza kazınmıştır: “Halk içinde muteber bir nesne yok, devlet gibi; Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi..."
Ünlü düşünür Goethe ise. “İnsanlar para kazanmak için sağlıklarını sonra da sağlıklarını korumak için paralarını harcarlar.” sözüyle sağlığı kazanmak için insanların bir süre sonra servetlerini feda edebildiklerini ifade etmiştir.
Doğuştan sahip olmasak da çoğunlukla çalışarak ve yıllarca didinip biriktirerek elde ettiğimiz varlıklar ile miras yoluyla bize kalan servetler de en bilindik ve somut zenginliktir. Bu konuda şans faktöründen ziyade akılcı planlar yapma, bilim ve teknoloji kullanımı üretim ve pazarlamada modern metotlar gibi faktörler önemli rol oynar. “Şansımız yokmuş veya alın yazım karaymış gibi sözler yanında bir lokma bir hırka yeter” anlayışı bilim ve akıl dışı düşüncelerdir.Dünyada çoğu insan zengin toprakların fakir bekçileri halinde yoksul ve sefil olarak yaşamaktadır. Düşünce alt yapımızda amaç ve hedef birliği olarak “zengin birey zengin devlet” anlayışını benimsemeliyiz diyorum. Bunun la birlikte etik olarak “paylaşımcı zenginlik” olgusunu yaygınlaştırmalıyız. Bilinçli yurttaş nasıl ki devletine vergisini eksiksiz ve zamanında vermeli ise, erdemli ve inançlı kişiler de malını yoksullar ile belirli oranlarda bölüşmeyi ibadet ve görev bilmelidirler.
Uluslararası Ekonomi Uzmanı olan Prof. Öztürk “Peygamberi tüccar olan, veren elin alan elden üstün olduğunu söyleyerek emeği, girişimciliği ve kazanmayı yücelten; bunu yaparken de şükretmeyi ve tasadduk etmeyi öğreten bir dinin mensuplarının Günümüz Türkiye’sindeki (ve dünyasındaki) girişimcilik karnesi tarihteki gerçeklikten kopmuş durumdadır.” diyerek;siyasi, idari ve kültür coğrafyamızdaki zenginlik anlayışımız ve geldiğimiz noktanın olması gereken seviyede olmadığına önemli bir vurgu yapmıştır.
İslam tarihinde Ömer bin Abdül’-Aziz (M682-720) döneminde herkes devlete vergisini ve fakirlere de zekâtını tam verdiği için fakirlik ortadan kalmıştı. Zekât vermek İslam’ın 5 temel şartından birisi olduğu için fakir Müslüman kalmayan kendi toplumları dışında yakın coğrafyalara (Irak, İran vb.) gidip “müellefeikulüb” yani kalpleri İslam’a ısındırılacak fakir aradılar. Bu sebepledir ki İslamiyet hızla yayılmıştır. Sonradan İslamiyet içine sokulmaya çalışılan miskinlik ve fakirlik anlayışı asla İslâm’ın özünde yoktur. İki günü eşit olan zarardadır, bir işi bitirince başka bir işe koyul öğütlerini veren dinimizi fakirlik anlayışına kurban edenler bunun sorumluluğundan asla kurtulamazlar. Minyeli Abdullah romanının yazarı olan Hekimoğlu İsmail (Ömer Okçu) der ki; “Müslüman zengin olmalı ama zengin (müsrif) yaşamamalı.”
Dünyamızın potansiyel zenginlik kaynakları ve rezervleri verimli işlenmesive âdil dağıtılması sağlanabilirse yoksulluğun sorun olmaktan çıkacağı açlık kıtlık ve sefil yaşamın ortadan kalkacağı mutlak bir gerçektir. Dünyanın ve ülkemizin doğal kaynak ve enerji kaynaklarının zengin olması zenginliği elde ettiğimiz anlamına asla gelmemektedir.
Gelecek yazılarımızda zenginlik sendromu ve israf ekonomisi üzerinde durup obezite tehlikesine dikkati çekeceğiz. Şimdi bu bölümde seyahatimizin en önemli duraklarındaki gezimize devam edelim.
Şam’da Dolu Bir Gün
Düş Gezginlerigrubu ile sabah erken kalkıp kahvaltıdan sonra Şam Tren İstasyonu ve Müzesine geldik. Bu istasyon Osmanlı Devleti’nin Son zamanlarında II. Abdülhamit tarafından yaptırılan Hicaz Demiryolları üzerindeki en önemli istasyonlardandır. Burada Hicaz ve Suriye Demiryollarının tarihi sürecini anlatan ve görsel olarak sergilenen “Şam Demiryolu Müzesi” yer almaktadır. Müzeyi dikkatlice gezip önemli bilgilere sahip olduk. Şam Tren Garı’ndan kuzey yönünde yürüyerek Süleymaniye Külliyesi’ne geldik; Süleymaniye Camisi’ni, etrafındaki mezarları ziyaret ederkencamiinin güney batısında avlu içinde mütevazı bir mezar vardı. Bu mezarın taşını okuyunca birden heyecanlandık; mezar taşında “Osmanlı Devleti Aliye’sinin Son Padişahı Sultan Vahdettin Han” yazıyordu. Hüzünle karışık duygular içerisinde dualar okuduk. Yüz yılı aşkın süredir Ortadoğu ve İslâmCoğrafyası çok sıkıntılı yıllar yaşıyordu. Hâlen de hak, hukuk ve adalet kavramları demokrasi ve Cumhuriyet idaresi Ortadoğu ülkelerine gelmiş değil. Düş Gezginlerigrubunda beş tarihçi profesör, bir yardımcı doçent tarihçi, bir yardımcı doçent coğrafyacı, biredebiyatprofesörü, bir de matematik profesörü vardı. Bu açıdan grubun ileri gelen hocaları tarih konusunda yeterli ve gerekli açıklamaları yaptılar.
Düş Gezginlerigrubunun meraklı üyeleri olarak hep beraber yürüyerek Yeraltı Çarşısı’na, oradan da Hamidiye Çarşısı’na geldik. Hanımefendilerin özellikle inci mercan takı, süs eşyası ve yöresel giysilere ilgileri çok fazlaydı.Dükkânları tek tek gezerek alışveriş yaptılar. Beyler ise daha çok deri işleri, sedef işlemeler, nargile hediyelik eşya, çanta cüzdan kemer çeşitleriyle ilgilendiler. Hamidiye Çarşısı’nda alışveriş faslı bitince ben gruptakilere “Şimdi size bir ikramımız olacak.” dedim ve Bektaş Dondurmalarıyla meşhur pastaneye geçtik. Tatlı ve yanında meşhur dondurma ikramı herkesin hoşuna gitmişti. Buradan da büyük İslam Komutanı Eyyübi Devleti Hükümdarı Selahattin Eyyubi’nin türbesine yöneldik.
Selahattin Eyyubi’nin türbesinde yapılan duaların ve ziyaretin ardından önceki akşam geldiğimiz yerin bitişiğindekiTürk Hava Şehitleri’nin kabirlerini ziyaret ettik. Bu şehitlikte I. Dünya Savaşı’nda şehit olan ilk hava şehitlerimizden Binbaşı Fethi Bey ve iki kahraman havacı askerimizin na’şı vardı. Burayı da saygı ve huşû ile ziyaret edip buradanEmevi Camii’nin doğusunda yer alan Hz. Hüseyin’in makamına geçtik. Buraya çok yoğun bir ziyaretçi akını vardı,burada neredeyse izdiham derecesinde bir hareketlilik yaşanıyordu.Bir süre bekledikten sonra beraberce ziyaret edipEmevi Camii’nin diğer ibadet yerleri, mihrap ve minberinin bulunduğu kısımları gezdik.
Emevi Camii’nden çıkınca güney tarafında yer alan her türlü baharat, yiyecek, içecek ve hediyelik şekerlemelerin bulunduğu Küçük Çarşı’yayöneldik. Burayı da gezip birşeyler satınaldık. Oradan da Hz. Peygamberin torunu Zeynep ile Müslümanların ilk müezzini Bilal-i Habeşi’nin ve birçok sahabenin, âlim ve tasavvuf erbabının kabirlerinin olduğu mezarlığa gelipdualar okuduk. Ehl-i Beyt’in tarihte başına gelenleri de yâd ettik.
Ardından pek değerli grup üyelerini toplayıp “Şimdi gideceğimiz yer; “Kassiyon Tepesi”nin eteklerindeki büyük İslam âlimive mutasavvıfı Muhyiddin İbn-i Arabi’nin Camisi ve türbesinin bulunduğu yerdir.” dedim. Aracımızın gelmesiyle herkes araçtaki yerini aldı.Abdullah Kaptan,Şam sokaklarından dikkatlice geçerek Türklerin çokça bulunduğu semte doğru yol aldı. Çok kısa süre sonra aracımız,gitmek istediğimiz noktaya gelmişti. Herkes araçtan inerek camiye girip ikişer rekât ziyaret namazı kıldılar. Sonra da caminin avlusunun doğusunda yer alan Muhyiddin İbn-i Arabi’nin mezarını merdivenlerden inerek ziyaret ettik. Sonra etrafta kurulan halk pazarından hurma, üzüm,muz vb. meyveler satınaldık.
Bu ziyaretten sonra otele dönüp bir süre dinlenileceğini oradan da akşam yemeği için “Bin bir Gece Lokantası’na” gideceğimizi söyledim.Herkes benden akşamki sürprizi açıklamamı istiyordu. Ancak bunu lokantada açıklayacağımı söyleyerek âdeta ser verip sır vermedim. Grup otele geçip istirahate çekildi. İki saat kadar istirahat edildikten sonra restorana geçildi.
Bu sırada, bir sene önce eşim ve çocuklarımla geldiğimiz Şam’da misafir olduğumuz Hacali ailesiyle irtibata geçtim. Onlara hediye ve selam getirmiştim. Hacali ailesinden baba Musa Hacali ile büyük oğlu Muhammed Hacali otele kadar gelerek bizi evlerine davet ettiler,“Bir sene önceki gibi, evimize buyurun.” dediler. Ben de “O zaman sadece ailemizle gelmiştik şimdi kalabalığız o yüzden bizi mazur görün.” dedim. “Ama izin verirsen Muhammet bize eşlik etsin, akşam gruba bir sürprizim var.Bir de en önemlisi yarın Ürdün’e doğru seyahate devam edeceğiz, Muhammed de bizimle gelsin dil olarak anadili Arapça olduğu için gümrük ve yollarda bize yardımcı olur.” dedim. Musa Hacali “Olur,tabii ki.Yarın ve ertesi gün zaten haftasonu; o yüzden Muhammed sizinle gelebilir, pasaportu da var, sorun olmaz.” dedi. Hepimiz bu işe çok sevindik. Türkiye’den getirdiğimiz çam sakızı çoban armağanı kabilinden hediyeleri takdim ettik.
Şam’da Işıl Işıl Akşam ve Sürprizler
Düş Gezginlerigrubumuzla Şamlı genç rehberimiz Muhammet Hacali’nin Kaptan Abdullah’a yol tarifi ve yönlendirmesiyle Şam Uluslararası Havaalanı yolunda 20 km. kadar ilerledikten sonra yolun batı tarafında yer alan BinbirGece Restoran’a gelip önce etrafı gezdik, burada ayrıca, hediyelik eşya satan kısımlar, çocuk oyun bahçeleri, kafe ve pastaneler de vardı. Küçük bir gezintinin ardından lokantada uygun bir ortam bulmak için içeri girince görevli genç garsonlar grubumuza fıskiyeli havuz kenarında nezih bir yer gösterdiler. Başka bir görevli birkaç dakika sonra güleryüzle gelerek“Hoş geldiniz, ne arzu edersiniz?” diye sordu. Muhammet Hacali görevliye “Buranın meşhur yemekleri, tatlıları ve içeceklerinden sırasıyla getirin.” dedi. Gerçekten yemekler ve kendine özgü tatlılar ve içecekler (mırra gibi) herkesin hoşuna gitti. Herkesin aklı, gözü kulağıbenim sürprizimde idi; ben de daha fazla bekletmeden açıklamak istiyordum. Üstelik sürpriz bir değil, iki taneydi: Birinci sürpriz Şam’daki Türk Kültür Merkezi Yetkilileriyle görüşmüş, Türk Kültür Merkezi’nde çay içme ve tatlı ikramına davet almıştım. İkinci sürpriz ise Şam’ı kuşbakışı ve panoramik olarak gören Kassiyon tepesinde nargile eşliğinde akşam sefası idi. Her iki müjdem de herkesin çok hoşuna gitti ve sevinçle bana çok teşekkür ettiler.
Yemekten sonra BinbirGece Restoran’dan ayrılan aracımız bakanlıklara yakın bir alanda yer alan Türk Kültür Merkezi’ne geldi. Burada Türkiye’den aileleriyle birlikte gelip Şam’a yerleşen birkaç kültür elçisi görev yapıyordu.Hepsi Türkiye sevdalısı, insanlık sevdalısı, kültür elçilerimizdi.Güler yüzle kapıda karşılandık.Yemekler önceden yendiği için bize meşhur Seylan Çayı ile tatlı ikram ettiler. Türkiye ve Suriye arasında yaptıkları sanatsal, ilmi, kültüreliş birliklerini ve ülkemizin tanıtımına yaptıkları katkıları anlattılar. Muhammet Hacali de buraya gelip giden bir genç idi. Onun sayesinde bu irtibat ve davet sağlanmıştı. 2010 yılında gerçekleşen bu görüşme sırasında kültür elçilerinden Sait Bey “Suriye’de toplum gergin durumda, korkarız burada her an bir iç savaş çıkacak gibi, ama kargaşa çıkarsa çok büyük zararları olacak.”demişti. Ve maalesef aylar sonra o iç savaş çıktı. (2011-2020) Bu savaş hâlen kısmi olarak devam ediyor.
Kültür elçilerimizin misafirperverliği ve ikramlarından çok mutlu olmuştuk, teşekkür ederek oradan ayrılıp ikinci noktaolan Kassiyon Tepesine doğru hareket ettik. Suriye Parlamentosu ve Bakanlıklarının bulunduğu merkezi ve geniş ışıltılı caddelerden kuzeybatı yönünde ilerleyip yavaş yavaş yükselen geniş asfalt bir yoldan önce Kassiyon Tepesi’nin kuzeyine, sonra da zirveye yakın bir yerde tekrar güneyine doğru ilerledik. Aman Allah’ım! O da ne! Işıltı ve parıltı seli altında bir şehir duruyordu, gelinen noktada ve devam eden uzunca yol boyunca Şam âdeta kuşbakışı olarak gözüküyor, ışıklandırılmış camiler değişik renk cümbüşündeki eğlence ve oyun alanları (lunaparklar, fuar alanları ve kültür parklar) hepimizi doyumsuz gece manzarası ile büyülüyordu.
Şam’ın yerlileri, turistler yani misafirler hem gündüzleri hem geceleri Kassiyon’a gelip yaklaşık 3 km boyunca uzanan bu seyir terası boyunca, yer yer yürüyerek bazen de cafe teras ve teras pastanelerde oturup Şam’ın büyüleyici manzarasında âdeta aşka, şevke gelirler. Bu esnada şiirler yazılır, şarkılar bestelenir Şam üzerine, resimler çizilir ve fotoğraflar çekilir, yaşananlar ölümsüzleştirilir. Herkesin yüzü güler burada, herkes mutlu olur, bir daha gelmeliyiz buraya, derherkes, birden fazla gelenler buraya tiryaki ve müdavimi olmuştur artık.
Önümüzdeki hafta Busra ve Amman’dayızkısmetse! Sağlıcakla, hoşça kalın, dostça kalın.