İnsan, gözleri olmadan veya görme yetisi hiç olmadan nasıl bir dünyada yaşadığını hiç bilebilir mi? Bilse de bütün özellikleriyle tanıyıp onu ortaya koyabilmesi ne kadar mümkündür?
İnsanla ev, evle insan özü itibariyle birbirinden çok da farklı düşünülebilir mi? Nasıl ki bir insan yalnız kalınca hiçbir zaman birçok insanla birlikteyken yaşadığı o cıvıl cıvıl, sevinçli hâli yaşamaz, yaşayamaz. Aynen öyle de uzaklarda bir yerlerde, bir başına inşa edilmiş bir evin hâletiruhiyesi ondan çok da farklı değildir. O da yanında başka başka evlerin olmasını ister, o da yalnızlık yaylasında bir yalnız ardıç olmaktan kurtulmak diğer başka başka evlerde küme oluşturmak, hep birlikte geleceğe yürümek arzusunda ve emelindedir.
Belki daha önce yazdım, yıllar yıllar önce, bir başka şehre taşınmam sırasında ünlü denemeci Ali Çolak Bey'e, kiralık ev aramam gerektiğini söylediğimde o, bana, "Penceresinden dağlar görünen evler bulasın!" diye dua etmişti. Yazarın duasının kabul olma zamanı henüz gelmemiş demek ki bugüne kadar. Onunla söyleşmemizin üzerinden çeyrek asra yakın bir zaman geçmiş, üzerine iki üç ev kiralamış olmama rağmen tuttuğum evlerin pencereleri ne yazık ki dağları görmüyordu; ya gürültülü bir caddeye bakıyordu ya apartmanların sözde ortak olan, belki de ortak olduğu için bakımsız olan bir arka bahçesine bakıyordu.
Yıllar sonra yazarın önceki hafta "Bilmem Hatırlar Mısın? başlıklı yazımıza konu olan eserini okuduğumda bu duanın, içten gelen bu dileğin sadece benim için olmadığını, bunun yazarın hayata bir bakışı, olaylar karşısındaki duruşu, kainatı algılayıp biçimi olduğunu anladım. Yazar, "Namahrem Ağaçar" başlıklı yazısında şöyle diyordu: "Pencereden bakınca denize inen, Arnavut kaldırımlı dar bir sokak görmek isterdim. Baharda bahçe duvarlarından hanımelleri sarksın, yediveren gülleri... Kapı önlerinde ortancalar... Bir gün olur mu? Zor... Yine de şükrediyorum. İstanbul'un çoğu semtinde olduğu gibi ziftle kaplı bir apartman duvarına da bakabilirdi pencerem. Ona ne kadar pencere denirse! Bir zamanlar, "Penceresinden dağlar görünmeyen evleri ne yapmalı" diye yazmıştım. Dağ görmek kaç faniye nasip olur bilmem ki... Ama hep bir ağacım oldu benim pencereden bakınca. Fındıkzâde'de bir kiraz ağacı, Maltepe'de bir erik... Bahçelievler'de dut, ceviz, ıhlamur... Ağaçlar yaşama sevinci verir insana, güven verir. Şimdi, bu pencereden karşıya, Halkalı sırtlarına bakıyorum. Karşıda bir sıra meçhul ağacım var. Öylece dizilmişler. Benim bütün sevincim, eğlencem, avuntum onlar."
Geçenlerde bir dostum da ev aradığını söylemişti, bulunduğu şehirden asıl doğup büyüdüğü şehre görmek istiyordu. Öğrendim ki ev arama epey zorluklar yaşamış, ya istediği nitelikte ev bulamamış yahut bulduğu evlerin kirası bütçesini sarsacak cinsten iş. Evi çocuğunun gideceği okulun bulunduğu semtten tutmak istemiş haklı olarak. Çünkü başka semtlerden ev tutsa yol ücreti ve yolda geçecek zamanı, çekilen meşakkatleri hesap etmiş çocuğun gideceği okulun bulunduğu semtten ev tutmanın her bakımdan daha yararlı olacağını düşünmüş. Dar bir alanda ev arama tarama yaptığı için kiralık alternatif ev bulmak hayli zor olmuş.
Dostum ev arama macerasını anlatmaya devam ediyordu. Bir başına bulmam zaten mümkün değildi, ben de o şehirde tanıdığım arkadaşları aradım, sağ olsunlar, hemen yardıma koştular, onlar da tanıdıklarını e devreye soktular. Derken okula yürüme mesafesinde bir evi gezmeye koyulduk. Ev, zeminle birlikte dört katlı apartmanın ikinci katında doğu, batı ve kuzeyi gören cepheye sahipti." O ara yazarın yukarıdaki dileği dağlar aklıma geldi. "Nasıl," dedim, "manzarası iyi mi, penceresinden dağlar görünüyor mu?" Dostum, "Evin" dedi "mutfağı, çocuk odası biraz dar, hatta epey dar. Ancak, manzarası öneki tuttuğum evlere göre gayet iyi, çok güzel." dedi. Dedim "Güzellik olarak ne var, orayı güzel görmene sebep nedir?" "Bir kere" dedi, "biri doğuya biri kuzeybatıya bakan iki balkonu var. Balkonları ağaç görüyor, balkonunda oturup çayın deminde duyguları yudum yudum içtiğinizde, gözleriniz de yeşillikler sarmaş dolaş olacak, daha yukarılara doğru bakınca dağları, yeşil ağaçlarla süslenmiş dağları görecek, daha ne olsun?"
Baktım dostum doğru söylüyordu, asude bir bahçe, dumanlı dağlar, yemyeşil ağaçlar ve ormanlar, hem ruh hem beden hem de sair melekler için âdeta bulunmaz Bursa kumaşıdır.
Her şey zıddıyla bilinir derler. Bazı şeylerin kıymetini maalesef yokluğunda biliyoruz ama iş işten geçmiş oluyor. Hayatımız boyunca sağlığımıza ne kadar dikkat ettiğimiz tartışılır, ama görüyoruz ki sağlığın kıymetini yaş ortayı geçince bilmeye başlıyoruz. O sebeple sağlığımıza dikkat etmenin başında kaldığımız mekanlar geliyor. Bugüne kadar oturduğum evlerin yarıdan fazlası çok havadar, kışları için sıcak. Bol güneş gören evler değildi maalesef. Dostumun yeni evine karşı metheden bir tavra girmesi o bakımdan yadırganmamalı. Ünlü filozof Wittgenstein de "Dil, düşüncenin evidir." dememiş miydi? Düşünce, evinin imkânları ölçüsünde gelişir, filizlenip boy atar. İnsan da evin durumuna göre hayalleri, hayatı algılama, anlama biçimleri, düşünce üretimi farklılık gösterir.
Pencere, insanın ayrı, apayrı bir dünyası olan evin dış dünyaya açılan kapısıdır. Her ne kadar evin başlı başına bir kapısı olsa da insan dış dünya ile irtibatını penceresi ile sağlar. Penceresinden görülen, hayatın şekillenmesidir bir bakıma. İnsanın hayalini, ruhunu, huzurunu ancak penceresinden gördükleri besler ve biçimlendirir.
İnsan uzaklara, hayallerine hep pencerelerde dalıp gider, yol gözlemeyi daima pencere adı verilen o küçücük mekanlarda yapar. Erdem Bayazıt, bütün bir Anadolu coğrafyasını anlattığı bir şiirinde, penceresinin önünde kendi hâlinde iken evladının yolunu gözleyen annelerin kötü bir haberle sarsılmalarını resmeder: "İçimde kaynayan bir mahşer var/ Bu mahşer bir de annelerin kalbinde kaynar/ Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde/ Ya da çamaşır sererken bahçelerde/ Alıverirler kara haberini ansızın/ Okul dönüşü bir trafik kazasında/ Can veren oğullarının."
Evimizde pencere ne ise bedenimizin göz odur. Pencereler evlerin hem kendini hem de hayatı gören gözleridir. Eskiden evlerin pencereleri çok küçük olduğundan, Bizim çocukluğumuzda onlara "şavk deliği" derlerdi, büyüklerimizden öyle öğrendik biz. Pencere - hayal ilişkisi bence çok önemli. Pencerelerin genişliği ve geniş ufka bakması, dağları görmesi kişinin ufkunun genişliğine ve hayatı geniş değerlendirmesine etki etmesi bakımından çok önemlidir.
Pencerelerde ilgili değerlendirmelerini daha önce kapı, pencere yazılarında ayrı ayrı değerlendirmiştim. Detayını o yazılara havale edelim.
Biz yine penceresi dağlar gören evlere odaklanalım, o evlerin pencerelerinden neler görünüyor ona bakmak lâzım. Ali Çolak hak vermemek mümkün mü? Ben de sorayım, penceresinden dağlar görünmeyen evleri ne yapmalı?
Bütün mülki idare amirleri, bütün şehreminler, bütün şehir plancıları, mimarlar, mühendisler, bulunduğunuz şehirde dağ varsa lütfen bütün planları, bütün evlerin penceresinden o dağ gözükecek şekilde planlar çizin, projeler hazırlayın! Aksi takdirde insanları manzarasından ederek onları psikolojik hâllerle baş başa bırakmayın, yoksa bütün bir toplumu hasta edip çıkacaksınız.
Penceresi dağlar gören evler yapın, yaptırın ki insanların ufku geniş, bahtı açık, ruhu hastalıklardan uzak olsun. Böylece birbirini anlayan, terör ve anarşi içermeyen anlayışları saygılı, kendisi dışındaki düşünce sahiplerini ötekileştirmeyen, düşmanlık beslemeyen insanlardan oluşan sağlıklı bir toplum meydana gelsin. Rabbim, kalplerimize huzur ve sükunetin sağanak sağanak yağdığı günlere eriştirsin.