Türk edebiyatının en büyük şairi kimdir sorusuyla zaman zaman karşılaşırız. Bu sorunun cevabı hem nesnel ölçekte hem de öznel ölçekte farklıdır. Ama kişilerin her iki ölçekte de birleştiği isimler yok mudur? Elbette vardır. Yahya Kemal Beyatlı bu nitelikteki isimlerden biridir.
Büyüklük, küçüklük, vasatlık elbette göreceli kavramlardır; kime, neye ve hangi kritere göre büyük, küçük veya vasat? Kimisi meseleye ideolojik açıdan bakar, şairin dünya görüşü ve siyasi anlayışı onun için büyük sayılmasında önemli bir gerekçedir. Kimisi de salt edebiyat açısından değerlendirir, onun için de en büyük şair farklı bir isim olur.
1 Kasım 1958 tarihinde İstanbul’da vefat eden Yahya Kemal Beyatlı’in vefatının üzerinden 60 yıl geçmiş. O, Türk edebiyatıyla ilgilenen, Türk şiirini okuyan, inceleyen herkesin ortak değer olarak buluştuğu nadir isimlerden biridir. İster muhafazakâr ister laik-seküler, isterse sol-demokrat çizgide olsun herkes, onun modern Türk şiirinin kurucularından biri olduğu konusunda ittifak eder.
Yahya Kemal, eski Türk şiirinin sonbaharı, yeni Türk şiirinin ise baharıdır. O, yıkılış dönemlerinde Osmanlının bahar dönemlerinin türküsünü Türk dilinin incelikleirne vâkıf olarak söylemiş nadir ozanlarımızdandır. O, Eski Türk Şiirinin Rüzgârıyla adlı eserinde Osmanlının yükseliş ve zirvede kaldığı dönemlerini sanatkârane bir üslupla oluşturduğu “evlâdiyelik” metinler ile geçmişimizi geleceğe taşımış önemli kalemlerimizdendir. Eser; Selimnâme, Gazeller, Musammatlar, Şarkılar, İthâf, Kıt’alar-Beyitler şeklinde bölümlere ayrılmıştır. Gazeller bölümünde yer alan şiirler arasında en dikkat çekenlerinden biri “Ezanı Muhammedî” dir:
Emr-i bülendsin ey ezan-ı Muhammedî.
Kâfi değil sadâna cihân-ı Muhammedî.
Sultan Selîm-i Evvel'i râm etmeyüp ecel,
Fethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedî.
Gök nûra garkolur nice yüzbin minâreden
Şehbâl açınca rûh-u revân-ı Muhammedî
Ervah cümleten görür Allahü Ekber'i
Akseyleyince arşa lisân-ı Muhammedî
Üsküp’te kabr-i mâdere olsun bu nev-gazel
Bir tuhfe-î bedî’ü beyân-ı Muhammedî
Şair bu şiirinde namaza bir davet, bir çağrı vazifesi gören ezân-ı Muhammedî’nin yüceliğinden, bütün cihanın onu duyması gerektiğinden, Osmanlı Devleti'nin dokuzuncu padişahı ve aynı zamanda ilk Türk İslam halifesi ve Hâdim'ul-Harameyn'uş-Şerifeyn (Mekke ve Medine'nin Hizmetkârı) ünvanına sahip olan Yavuz Sultan Selim’in ömrü vefa etmesi hâlinde Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) şanı bütün dünyaya yayılması gerektiğinden, yüzbinlerce minareden bir anda ezan okununca Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ruhunun kanatlandığını, bütün ruhların “Allahü Ekber” sesinin arşa yayılmasını gördüğünden söz eder.
Eski Şiirin Rüzgârıyla adlı eserinde daha çok klasik Türk şiiri yani Divan edebiyatı üslubunda ama yeni bir bakış ve anlayışla kaleme aldığı şiirlerineyer veren Yahya Kemal, bugün mehter takımında okunan nadide eserlerden biri olan ve “Vur pençe-i âlîdeki şemşîr aşkına/ Gülbangi âsmânı tutan pîr aşkına” beyitiyle başlayan Gazel’i – ki İstanbul’u fetheden Yeniçeri’ye ithâf edilmiştir- yine bu kitabında yer alan şiirlerdendir. Eski Şiirin Rüzgârıyla kitabından yer alan şiirlerin bazılarında şiirin başlığına yer verilse de birçoğunda Gazel ya da Çubuklu Gazeli gibi hem eski hem de yeni anlayışı bir arada tutarak şiirler isimlendirilmiştir.
Türk ordusunun Büyük Taarruz’u başlattığı 26 Ağustos 1922 günü için yazdığı ve mehteran takımında okunan eserlerden biri olan bu şiirinde Yahya Kemal, Türk ordusununda bulunması gereken ruhu ortaya koymuştur. Bir dörtlükten meydana gelen 26 Ağustos 1922 isimli şiiri şöyledir:
“Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbî
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbî
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın
Gaalib et; çünkü bu son ordusudur İslâm’ın”
Yahya Kemal’in şiirleri, Üstad’ın 1 Kasım 1958 tarihinde vefat etmesinden sonra talebelerinden Nihad Sami Banarlı’nın üstün gayretleri neticesinde kurulan Yahya Kemal Enstitüsü tarafından yayımlanmıştır. Yaşadığı dönemde şiirlerini bir kitap sayfaları arasında görmemiştir. O, bugün modern Türk şiirinin kurucuları arasında en önde gelenlerindendir. Onun yeni tarzda yazdığı şiirleri Kendi Gök Kubbemiz adlı eserde bir araya getirilmiştir. Eser, Kendi Gök Kubbemiz, Yol Düşüncesi veVuslat olmak üzere üç bölüme ayrılmıştır. Bu eserinde Süleymaniyede Bayram Sabahı, Açık Deniz, Itrî, Akıncı, Atik-Valde’den İnen Sokak’ta, Kar Musikileri, Eylül Sonu, Ok, 1918, Sessiz Gemi, Rindlerin Ölümü, Mehlika Sultan, Vuslat, Endülüs’te Raks en dikkat çeken şiirlerindendir.
Yahya Kemal, geçmiş asırların ruhunu duyarak anlattığı, öz kültümüzün özünü harika bir surette yansıttığı Süleymaniyede Bayram Sabahı şiirinin muhtevasını anlamaya yarayacak bir hatırasını Ezansız Semtler adlı yazısında bize anlatır. Üstad, bu yazısında İstanbul’un ezan okunmayan semtlerinde yetişen Türk çocukları için duyduğu endişeyi dile getirdikten sonra kültürümüzle ilgili olarak bayram namazına gitmesiyle ilgili bir hatırasını naklederek sözü bayram sabahına getirir ve şöyle der:
“Dört sene evvel Büyükada’da oturuyordum, bayramda bayram namazına gitmeye niyetlendim. Fakat frenk hayatının gecesinde, sabah namazına kalkılır mı? Sabah erken uyanamamak korkusu ile o gece hiç uyumadım. Vakit gelince abdest aldım, Büyükada’nın mahalle içindeki sâkit yollarından kendi başıma camiye doğru gittim. Vaiz kürsüde vaaz ediyordu. Ben kapıdan girince bütün cemaatin gözleri bana çevrildi. Beni, daha doğrusu bizim nesilden benim gibi birini, camide gördüklerine şaşıyorlardı. Orada o saatte toplanan ümmet-i Muhammed, içine bir yabancının geldiğini zannediyordu. Ben içim hüzünle dolu yavaş yavaş gittim. Vaazı diz çöküp dinleyen iki hamalın arasına oturdum. Kardeşlerim, müslümanlar; bütün cemaatin arasında yalnız benim vücudumu hissediyorlardı. Ben de onların bu nazarlarını hissediyordum. Vaazdan sonra namazda ve hutbede onların içine karışıp, Muhammed sesi kulağıma geldiği zaman gözlerim yaşla doldu. Onlarla kendimi yek dil, yekvücut olarak gördüm. O sabah o Müslümanlığa az âşinâ Büyükada’nın o küçücük camii içinde, şafakta aynı milletin ruhlu bir cemaati idik. Namazdan çıkarken, kapıda âyandan Reşid Âkif Paşa durdu. Bayramlaşmayı unutarak elimi tuttu;
«Bu bayram namazında iki defa mes‘ûdum, hamdolsun sizlerden birini kendi başına camiye gelmiş gördüm! Berhüdâr ol oğlum, gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni mütesellî etti!» dedi.
Hem geldiğimi hem de bayramımı tebrik etti. Yanındaki eski adamlar da onun gibi tebrik ettiler. Bu basit hâdiseden pek samimî olarak mahzuzdular. O sabah gönlüm her zamandan fazla açıktı.
Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübârek muhitten çok sonra ayrıldık, biz böyle bir sabah namazında anne millete tekrar dönebiliriz. Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlayamayacaklar!”
Vefatının 60. yılında Üstat Yahya Kemal Beyatlı’nın ruhu şâd, mekânı cennet olsun. Rabbim, geride bıraktığı ruh cephemizin mayasını oluşturan yazı ve şiirlerini ebedî hayatını kurtarmasına vesile olacak “sadakayı cariye”lerinden saysın inşallah.