Bu ülkede ne tosunlar var bir bilseniz!
Kimler neler neler yürütmüş ama herkes Tosuncuk’u konuştu. Neden mi? Çünkü onun çaldığı meydandaydı. Göstere göstere götürdü. İnsanların canına dokundu. İnsanların cebinden doğrudan parasını yürüttü. Hem de insanların kendi rızalarıyla. O koyuyor insanlara. Ben nasıl buna inandım, kandım diye. Eğitimi bile yetersiz, bir bulaşıkçı da çalışarak hayatını kazanmaya çalışırken kısa sürede milyonlarca liranın sahibi oldu.
Türkiye’ye dönmesinin arkasında yatan sebep kim bilir nedir? Ama uzun süre hapis yatmayacağını o da biliyor. Bunun garantisini almış olabilir mi? diye düşünmeden edemiyoruz! Bu kadar büyük para bu kadar kısa sürede bitmez, bitemez. Sadece faizi, ya da bir yatırım fonuna yatırılıp alınacak karşılık bile sultan gibi yaşatır.
Biz millet olarak bizi öpeni seviyoruz!
İnanamayan yakın geçmişe bakabilir! Tosuncuk bu kadar büyük vurgunu tek başına yapmadı. Yüz binlerce kişiyi dolandırmak, kendi rızaları ile paralarını almak kolay değil. Bunun için yardım almış olacak ki, uzun süre göz yumulmuş. İnsanların mağdur olmasını devlet bile umursamamış.
“Yatırmasaydın, vermeseydin, kendi özgür iradenle yaptığın yanlıştan başkasını sorumlu tutamazsın” manasında bir ortam oluştu. Thodex Coin Borsası ve daha fazlası da yine tarihin kaydettiği en büyük dolandırıcılık vakası.
Şirket kurup milleti dolandıranların işlerini neymiş yaşayarak gördük öğrendik. Bir de mafyatik ve çete faaliyetleri ile milletin vatandaşın malına çökenler var. Her yerde elleri ayakları var. Tehditle, şantajla, parayla satın aldıkları, kendilerine bağladıkları insanlar üzerinden her şeyi yapabiliyorlar. Hangi şirketi, sanayiciyi, iş adamını hedef seçeceklerini çok iyi biliyorlar. Bunun için iyi organize olmak lazımdı. Olmuşlarda! Elde ettikleri parasal güç ve siyasi nüfuzları da unutulmasın! Ama halk, mağdur edilirken, kişilerin malları, servetleri gasp edilirken bu millet sahipsiz kaldı. Kendi kaderine terk edildi. Hakkını arayacağı merci bulamıyordu. Kimi kime şikayet edeceksin, eli devletin içine uzanmış, organize çeteye karşı.
Büyük para ve büyük suç varsa; kirli işler ört pas ediliyor!
Helalinden kazanıp rızkımızı kazanmaya çabalarken, gördüklerimiz yeni duyduklarımızı aklımız almıyor. Biz üç kuruş biriktirmek için, yeri geliyor boğazımızdan keselim, ayağımızı yorganımıza göre uzatalım. Zenginlikleri sultanları kıskandıracak haramiler, eşlerine pedikür yaptırmak için uçakla bir şehirden bir şehre uçursun. Bu helal para ile yapılabilecek iş değil.
"Musa gibi konuşup Firavun gibi yaşamak"
Kısa sürede servet sahibi olmak insanı öyle bir değiştiriyor ki; İnsanın feleği şaşıyor. Geldikleri yeri unutup, bin bir süslü laflarla ahlak abidesi kesilmeleri de yok mu! vallahi de pes! Yani.
Porsiyonları küçültmemiz isteniyor!
Çok yiyip içiyormuşuz. Allah aşkına! fakire sürekli yetinmeyi öğretmeyin, fakir zaten yetinmeyi biliyor. Zaruri ihtiyaçlarına bütçesini yetiriyor ancak o kadarıyla kendini çeviriyor. Siz çok kısa sürede servetine servet katanların, memur maaşı ile şirket sahibi olanlara bakın. İhalelerle milyonluk yatları, katları, arabaların sahibi olanlara bakın.
Zamlar, milleti canından bezdirdi.
Doğalgaz ve petrol bulunduğu gün, zamla karşılaşıyoruz. Peşi peşine zamlar, yağmur gibi geliyor. Elektriğe gelen zam, üretime dahil olan her şeye zammı da beraberinde getirecek. “Zam yağmuru” diyorlar. Yağmur güzel bir şeydir. Ama şimdi bildiğin tepemize taş yağıyor.
Türk Lirasının değeri o kadar düşüyor ki; itibarı bile yerlerde. Paranın değeri, de ülkenin değerini, itibarını gösteriyor. Bir turist, 100 lirayla burnunu silip video attı. Kişiyi yakalayıp sınır dışı etmişler, ama bu noktaya nasıl gelindiğini düşünen sorgulayan var mı?
Adıyamanlı tütün üreticisi, Adanalı pamuk üreticisi, Giresunlu fındık üreticisi, Konyalı buğday üreticisi, Antalyalı narenciye üreticisi… vs. yoklama alıyorum burada mısınız? Taammaaamm!.. Ne olacak sizin bu haliniz? Siz “perişanız!” dedikçe biz her şeyi zamlı yiyoruz. Ne alacaksak artık yarısına razı oluyoruz.
İnsanlarımız öğrenmeye kapalı. Piyasayı mafya anlayışı yönetiyor.
Bir düzen kurulmuş. “Çark nasılsa dönüyor” diyorlar. Kime dönüyor bu çark? Kimin cebi doluyor, kimin cebi boşalıyor? Ben kazanamazken birileri servet sahibi oluyorsa var bu işte bir iş! Diye neden düşünmüyorsun, sorgulamıyorsun.
Sahip oldukları servet, bizden çaldıklarıdır. Açık ve net. Bunu bilin istedim.
Tasarruf genelgesi de yayınlanmış! Bilin bakalım kim hariç?
Herkes tasarruf yapacak kendileri hariç! İnanılır gibi değil… Biz faturalarımızı ödemek, evimizi geçindirmek için çırpınacağız. İşsizliğin, iş güvencesinin kalmadığı bir ortamda yaşamaya çalışacağız, yaşamak için köleliğe, köle gibi çalışmaya mecbur kalacağız.
Ülkenin en kalabalık şehrinde, İstanbul’da, mafya adam vuruyor. Mala çöküyor. Her türlü gemisini yürütüyor. Gençlerimizin gençliği geleceği tükeniyor. Ama bir kere de gör be kardeşim! Düşün, sorgula! Sen de bu hayatta güzel şeylere sahip olmaya layıksın. Sen de en iyisini hak ediyorsun. Ama sen görmemeyi, görmezden gelmeyi seçtiysen! Kusura bakma! Sen dolandırılmayı, kandırılmayı kendin istemişsin. Senin ve evladının geleceğini “Tosuncuklar” değil. Bizatihi “TOSUNLAR” alıp götürecek. Senin de bakmaktan başka yapabileceğin bir şey kalmamış. Çünkü sen celladına aşıksın. Aşıklar kör olur. Halk isteyerek, bilerek kendi rızasıyla, kendisine zarar verene aşık olmuş. Farkında olmadan köleliğe reva görülen vatandaş, “Stockholm Sendromu”na yakalanmış.
Bu saatten sonra kapıldığı aşk rüzgarı, ancak nefretle döner.
Biz her defasında, gerçeklerle yüzleştik, kötü gidişata ‘durun’ diyenlerden, uyaranlardan olduk. Sevilmeyen, istenmeyen, sözüne itibar edilmeyen olduk. Bir gün bizim de, kıymetimiz bilinir. Allah Kerim!
Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa; gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder. George Orwell
SON SÖZ:
Celladına aşık olmuşsa bir millet,
İster ezan, ister çan dinlet,
İtiraz etmiyorsa! sürü gibi illet,
Müstehaktır! ona her türlü zillet.
* * *
Dünya, üç beş bilgisizin elinde,
Sanırlar ki; tüm ilim kendilerinde,
Üzülme! eş*ği eş*k beğenir.
Bir ‘hayır’ var! “Sana, bana kötü” demelerinde.
* * *
Felek, ne cömerttir, aşağılık insanlara,
Han, hamam, dolap, değirmen hep onlara,
Kendini satmayan adama, “ekmek” yok.
Sen gel de yuh! çekme böylesi dünyaya.
* * *
Her gün biri çıkar, başlar “ben, ben” demeye,
Altınlarıyla, gümüşleriyle övünmeye,
Tam işleri dilediği düzene sokar.
‘Ecel’ çıkıverir pusudan: “Benim, ben” diye. Ömer HAYYAM