Sen gittin; sen giderken gönlüm ateşlere gark oldu. İç dünyamda magmalar kaynarken dış dünyanın bundan farklı olduğu söylenemezdi.
Güneş, ışıklarını yeryüzüne olabildiğince boca etmiş, hararet tavan yapmıştı. İnsanoğlunun bu dünyada daha iyi yaşayabilmek için icat ettiği klimalar, insanoğluna bir minnet eseri olarak havayı olabildiğince serinletmenin derdi ve telâşı içindeydi. Ne var ki bunda bütün bütün başarılı olduğu söylenemezdi, öyle değil mi?
Sen arkana bile bakmadan yürüdün gittin; yüreğim de gitti ardın sıra. Aklım da başımda değildi zaten. Her nereye baksam seni görüyordum. Sen vardın bütün yönlerimde ve hücrelerimde. Damarımda dolaşan kan değil de sendin sanki şu fani bedenime can katan. Bütün varlıklarda senden izler görüyordum. Elbette her eşya, her nesne kendi cisimleriyle ilişiyordu gözüme ama senin onu kullanma ihtimalinle karşıma dikiliyor, seni anlatıyorlardı bana. Bir de dilimden düşmeyen o şarkı:
“Leylâkları, sümbülleri
Soldurdun gonca gülleri
Aşkla yanan gönülleri
Öksüz koydun sen giderken”
Bir de o bahçe yok mu o bahçe; hani her sabah her öğle her akşam, salına salına gezip hava aldığın o bahçe, yeşilin her tonuna bürünmüş! Oraya baktığımda, bahçenin bir başından öbür başına salına salına yürüyüşlerin, bin bir çeşit meyvelerle donatılmış ağaçların arasında turlayışların, yürüyüşlerimiz gözümün önünden gitmiyor. Gözlerimi yumduğumda hep o manzaralar tüm canlılığıyla beliriyor; ağlıyorum. Ağlıyorum kelimesi hâlimi anlatmaya yeter mi acaba?
Kaslarım kasılıyor, vücudum dış dünyanın hararetine koşut olarak ateşler içinde yanıyordu. Dilim dudağım kurumuş, yıllardır birbirine hasret kalmış iki sevgili, dost gibi birbirine yapışmışlardı. Aklım allak bullaktı; bir şey düşünemez olmuştum senden başka.
İsmini, isminin harflerini her nerede görsem yüreğim hopluyor, onlar içime ayrı bir ürperme hissi veriyordu. Hemen sana koyuluyordum; dualarımda hep sen vardın ama yanımda yöremde hiç ama hiç yoktun; çünkü gittin… Yokluğun hayatın durması gibi bir şeydi, sen giderken her yer karanlıklara gark olmuş güneş sönmüştü sanki …
Bunca yıl yaşadığımız o birlikteliklerin gidişinle bir çırpıda yok olduğunu bilmez misin? Vefanın, hatırın hiç mi esamesi okunmaz senin yanında? Bu kadar duygusuz, vicdansız, anlayışsız olmana sebep de neydi ki? İşte, iki büklüm, perme perişan bir hâldeyim: ister sevin ister üzül!... Ne takatim kaldı ne dermanım; gözlerimdeki fer de bir bir kanatlandı gitti..
Bulunduğun yöne doğru bakamaz oldum; geçmişin o tatlı baharlarını yok eden hazan bakışlarından çekindiğim için. Güneşe baka baka kör olan gözlerin durumuna düşmemek, gözyaşları ırmağından ve denizinden suladığım gönlümü su zehirlenmesine maruz bırakmamak, ay ışığında gurbet karanlığı yaşamamak için…
Bayram geldi.. geçiyor… yokluğun, hasretin, gurbet ellerde oluşun, yad ellerde sürüklenişin kahrediyor beni… Hayatında, gülden başka bir çiçek almamıştın eline. Oysaki bugün o nazik ve narin ellerinde -yabangülü bile değil- çiçek diye ya zakkum yahut çakırdiken görüyor ve içten içe kahroluyorum.
Hani kalbin odacıkları vardır ya bir tarafta temiz ve oksijeni bol, diğer tarafta oksijeni az kan bulunan. İşte odacıklarda nasıl ki kullanılmış kanın temizlenmesi söz konusu ise ben de sen yanımdayken kendimi daha diri ve daha dinç hissederdim. Şimdi yokluğun beni bundan da mahrum etti bir bilsen… Damarlarımda dolaşan kanlar bile sensiz, arınamıyor işte… Sensizlik, hasretin şimdiden bütün hücrelerime sirayet etmiş… bilesin!
Birkaç gün sonra bahçeler güllerle, çiçeklerle dolacak; her yan rengârenk olacak. Renk cümbüşü içinde şehrayinler kurulacak, ışık demetleri parlayacak gökyüzünde. Gökyüzündeki o renk cümbüşünde hep sen olacaksın benim gözümde, hep sen!... Sen belki yerli yerinde duruyorsun, benden uzakta; ben sensizlik gurbetindeyim, uzaklığı ölçülemez yollarla ötelenmiş.
Dilerim yâd ellerde solup pörsümesin, gül bahçende çiçeklerin, güllerin. Ağaçların hayırlı meyveye durur. Bostanında ebucehil karpuzları değil, şamama gibi dillere destan kavunlar, dillerde eriyip giden karpuzlar yetişir; eskiden olduğu gibi. Yetişir mi? Bilmem! Bu, biraz da bahçene aldığın bahçıvanlara bağlı… Onlara söyle, bahçendeki çimenlerden bir tanesinin yaprağının bile sararıp solmasına gönlüm razı gelmez. Çünkü çimenlerin sararması, saçlarına aklar düşmesi değil, saçlarının tümüyle kuzey rüzgârlarının etkisiyle dökülüp dapdaz olarak kalman demektir. Sararıp samana dönmüş bahçenin senin o alımlı saçlarına ustura vurulması gibidir. Bil ki sensizlik “ustura üstünde yaşamak”tan daha zor ve çetin.
Haramilerin yollarını kesip sana zarar vermesindendir bütün endişem sen yanımda olmasan da. Beni bırakıp gitmişliğine rağmen, endişem yine sensin. Seni hesapsız sevdiğim, sevgin bütün zamanlarıma sirayet ettiği için..
Sen giderken gözyaşlarım sağanak olup yağdı bütün gönül ovama. Dereler sel olup taştı, gönül toprağımı aşındırdı ötelere doğru. Artık sakinleşmem, sensizliğe alışmam gerek ama bunu başarabileceğim konusunda en ufak bir belirti görmüyorum kendimde.
Daha önce de söylediğim gibi bir gün dönüp geleceğin, harap ve viran olan, hazan vurmuş o bahçeyi yeniden bahara döndürüp rengârenk güllerle donatacağın ümidiyle yaşıyorum. Sen giderken bu hâllerdeyim ben, bilesin!...