Yunanistan’daki 3. günümüzün ilk saatlerinde kahvaltı yapıp eşyalarımızı hazırlamıştık. Selanik’ten kuzeye doğru, öğleye yakın bir vakit yola çıktık. Hepimiz yine heyecanla dopdoluyduk, çok neşeliydik. Selanik’i yavaşça terk edip Vardar Nehri vadisindeki köylere vardık. Hava güneşliydi ve oldukça sıcaktı. Ancak yolun iki tarafındaki yemyeşil meyve bahçeleri, üzüm bağları ve her çeşit bitkinin yetiştirildiği bereketli geniş tarlalar ve onların arasında nazlı akan Vardar Nehri bize şevk ve heyecan veriyordu. Köy evleri gür ormanlardan elde edilen ahşap malzeme ile yapılmış, çok hoş, otantik yapılardı. Köylülerin bazıları kağnılara inekleri de koşmuşlardı. Bir an önce hepimiz Makedonya’ya ve sevdalar şehri başkent Üsküp’e kavuşmak istiyorduk. Bu topraklar bizdendi, bu insanlar bizimdi. Biz burada öz yurdumuzda gibi seyahat ediyor ve uzak kaldığımız sılamıza kavuşup sılairahimde bulunuyorduk âdeta!
Türklerin Makedonya’daki varlığı günümüzden 1500 yıl (M.S 453-488) önce Orta Asya’dan kuzey batıya doğru göç eden Orta Asya Türk Kavimlerinin buralara kadar ulaşması ile olmuştur. Osmanlıların ilk fetihleri de yine bu çevrede gerçekleşmiştir. 1372’de Köstendil, 1380’de İştip, 1382’de Manastır ve Ohri fetholunmuş; ardından da bölgenin tamamına yakını Osmanlı Devleti’nin egemenliğine girmiştir. Böylece Üsküp, Selanik, Manastır, Serez, Köprülü, Vardar Yenicesi, Kalkandelen ve Gostivar olmak üzere bölgedeki en önemli merkezler birer Türk şehri hâline gelmiştir. 1904’te Makedonya’da yaşayan Müslüman Türk sayısının 1,5 milyon kişi olduğu bilinmektedir. Balkan Savaşları ve ardından nüfus mübadeleleri sonucu bu nüfus 600 bine kadar düşmüştür. 1953-1994 yılları arasında yapılan sayımlarda ise Makedonya’daki Müslüman sayısı 203 binden, 78 bine gerilediği tespit edilmiştir. Üsküp (Skopje )507.000 kişi nüfusu ile Makedonya’nın başkentidir. Şimdi; kendisi de 1884’te Üsküp’te dünyaya gelen Türk şiirinin en büyük Üstatlarından Yahya Kemal Beyatlı’nın Üsküp’ün Osmanlı Devleti’nden kopuşunu anlatan ve hicran dolu “Kaybolan Şehir” adlı şiirini okuyalım:
KAYBOLAN ŞEHİR!
Üsküp ki, Yıldırım Beyazıd Hân diyârıdır,
Evlad-ı Fatihân’a onun yâdigârıdır.
Firûze kubbelerle yalnız bizim şehrimizdi o;
Yalnız bizimdi, çehre ve ruhuyla bizdi o.
Üsküp ki, Şar Dağı’nda devamıydı Bursa’nın,
Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.
Üç şanlı harbin Arş’a asılmış silâhları,
Parlardı yaşlı gözlere bayram sabahları.
Ben girmeden hayatı şafaklandıran çağa,
Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa.
İsa Bey’in fetihte açılmış mezarlığı,
Hulyama ahiret gibi nakşetti varlığı.
Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin
Üsküp bizim değil? Bunu duydum, için için.
Kalbimde bir hayâli kalıp kaybolan şehir!
Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir!
Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.
Yahya Kemal BEYATLI
Ve vakit öğleden sonra ikindiye yakın bir zamanda Üsküp’e ulaştık. Üsküp belki bir Edirne, belki bir İstanbul gibi bir medeniyet ve kültür mozaiği özelliğine sahip çok güzel bir şehir. Türk, Makedon, Arnavut, Bulgar, Terekeme ve her milletten insanın; Müslüman, Hristiyan; her dinden ve inanıştan birçok halkın beraberce inşa edip yaşadıkları bir şehir Üsküp. Bu güzel ve çok kıymetli şehir çoğu zaman barıştan çok mücadele ve savaşlara da sahne olmuş, nice acıları ve ayrılıkları da bağrında yaşatmıştır. Üsküp henüz 1991’de kurulmuş çok yeni bir ülkenin başkenti olduğundan öncelikler normal olarak, ülkeyi nasıl ayağa kaldırırız olmuştur. Şimdilerde ise şehre bir Avrupa başkenti havası katmak için çok yoğun bir çalışmaya girişmişler. Üsküp için şimdilik bir turizm merkezi diyemeyiz ancak ülkenin en büyük şehri ve ekonominin bel kemiği olan bir şehirdir. Turistik konaklamalar ve restoranlar bir hayli yaygındır ve fiyatları da oldukça uygundur. Biz de kişi başı 16 €’ya konaklama imkânı bulduk, buna kahvaltı da dahildi.
Üsküp’e adım atar atmaz, şehrin ana meydanlarında dev heykel içeren anıtlar gördük. Üsküp heykeller şehri olarak anılıyor. Şehrin işlek olan her yeri heykelle süslenmiş. Hatta burada şöyle bir espri bile varmış; “Makedonya’nın %70’i Makedon, %20’si Arnavut, %10’u da heykel.” Özellikle Taş Köprü ve Makedonya Meydanı kimisi adam boyutlarında kimisi devasa boyutlarda heykellerle süslenmiş. Ayrıca bu yeni şehir planlarıyla Vardar Nehri üzerine yeni köprüler ve Arkeoloji Müzesi gibi şık yapılar da inşa edilmiş. Bu hummalı çalışmanın en güzel ürünü bizce şehir ışıklandırması olmuş. Hava karardığında şehre sihirli bir değnek değiyor ve doğum günü pastası gibi yanan binaları, köprüleriyle birden şehir başka bir yer oluyor masalsı bir hava kazanıyor. Üsküp için “gecesi gündüzünden güzel olan” yerlerden biri denilir.
Türk Çarşısı Sizi Tarihe Taşır!
Eşyalarımızı, Üsküp şehir merkezine bir kilometre kadar kuzeyde yer alan otelimize yerleştirip duşumuzu alıp merakla dışarı çıktık. Ve yaya olarak hızlı adımlarla Üsküp’ün eski şehir merkezi ve kalbi olan Türk Çarşısı’na ulaştık. Türk Çarşısı olarak anılan şehrin tam göbeğindeki bu bölge, Türkiye’deki birçok şehrimizin çarşısı andırı bir şekilde, prototipi gibi yöresel ürünler satan dükkânları, arastaları, Türk ve Balkan lezzetlerini sunan lokantaları, Osmanlı’dan kalma hanlar, hamamlar, kervansaraylar, camiler ve türbelerin de olduğu turistik bir çarşıydı. 12. yüzyılda Türkler tarafından kurulduğundan beri şehrin en önemli ticaret merkezi bu çarşı idi. Bu bölgede hâlâ Türkçe konuşulduğunu rahatlıkla fark edecek ve kolaylıkla anlaşabileceksiniz. Radyolardan dışarı taşan ve bir Türk sanatçının kadife sesinden Türkçe Kumanova türküleri sarar bir anda sizi ve kulaklarınız o an bayram eder:
“Ne mahzun durursun karanfil beyaz!
Doldur telli bardaği ver bana biraz,
Kalkandere kızlari mallan alınmaz,
Üsküp'ün kızlari da bana yâr olmaz
Kumanova kızlari iki peçeli
Kıratova kızlari dünya güzeli, ah dünya güzeli”
Az sonra akşam namazını kılıp ziyaret edeceğimiz Mustafa Paşa Camisi de bu çarşıda Taşköprü’ye ve Üsküp Kalesi’ne çok yakın bir noktada yer alır. Cami, 1492 yılında Yavuz Sultan Selim’in veziri Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Üsküp kalesinin alt kısmında Türk çarşısının ortasından geçen yolun kenarında yer alır. Camii, kendisine özgün yapısı ve ihtişamını çağdaş döneme kadar korumuştur. Tarihî dönemde camiye herhangi bir ekleme yapılmamış, mevcut yapısı aynen tutulmuştur. Son yıllarda Türkiye Cumhuriyeti TİKA (Türk İş Birliği ve Koordinasyon Ajansı) aracılığı ile burada da önemli restorasyon ve iyileştirme çalışmaları yapmıştır.
****
“Allah bir kulun dua etmesine izin vermiş ise; mutlaka kabulüne de murad etmiştir.”
Hz. Muhammed (SAV)