|   | 
  • Kiralık Kalem (Satılık Değil Ama)

    ŞİİR ÜZERİNE BAZI MÜLÂHAZALAR (DÖRT)

    ŞİİR ZAMAN VE ZAMÂNE ŞÂİRLERİ

     

    Önceki yazılarımda “taş”ın, “aşk”ın tanımlanmalarından söz ettik...Taş’ı, aşk’ı boş verelim de şimdi gelelim şiir’e ve “Şiir’in tanımını yapın.” diyelim:

     

    Herkes şiiri kendine göre tanımlamakta serbesttir. Dolayısıyla, yüzlerce, binlerce şiir tarifiyle karşılaşırız. Tarif edenlerin büyük bir kısmı bunu yaparken, şiiri tarif etmekten ziyade kendi zekâlarını, bilgilerini, marifetlerini ortaya koymaya, sanki bir bakıma şiir yazmaya soyunurlar ama. Şâirler gibi onlar da rollerini büyütmeye çalışırlar. Çoğu zaman, yüksek perdeden atayım derken şiiri biraz ellerine yüzlerine bulaştırırlar. İnsan fıtratı... inkâr da edemeyiz, itiraz da. Bir iki örnek vereyim:

     

    **Şiir, dar bir alana sıkıştırılmış az sayıda sözcükle yoğun anlamlar aktarma gücüne sahip olan yazınsal bir iletişim aracıdır. Şiirde, anlam yoğunluğu, doku zenginliği, biçim sıklığı vardır. (Hülya Ataoğlu)

     

    **Şiir, çok az sayıda sözcük kullanımıyla, çok yoğun duygular anlatmayı amaçlar ve içinde kişi, kişisel ses tonu, şiirsel söyleyim, sıradışı sözdizimi, imgeleme, söz sanatları, ses yinelemeleri, bütünlük, belirsizlik, zirve, sapma ve önceleme gibi bir dizi sanatsal kıstaslar barındıran bir yazınsal metin türüdür.

     

    **Şiir, yazan kişinin yüreğinde başlayan, yavaş yavaş işlenen ruh ve duygu dökümleridir.

     

    **Bence şiir, şiire konu olacak malzeme hakkında kişinin yüreğinin taa derinliklerinden gelen duygu ve düşüncelerin dışa vurulmuş özgün ve yalın halidir. Bir kar tanesinin yere vardığı, bir yaprağın yere düştüğü ana..... kadarki geçen zamanın az ve öz kelimelerle genel, anlatımıdır diye düşünüyorum. (Kerim Baydak)

     

    **Bana göre şiir bir ırmaktır; kâh usul usul akan, kâh çağlayan... Kalemi eline alan kişinin yüreğindekileri kelimelerle dans ettirmesidir şiir; bazen yalnızca duygularına kapılarak, bazen de aklının yolunda giderek, ama mutlaka ve mutlaka yaşanmışlıklarından, aldığı eğitimden, ona verilen görgüden ve o ana kadar okuduklarından bir şeyler katarak... (Feride Özmat)

     

    **İnsan duygusunun ruh ve düşüncelerinden, yaşanmışlıklarından sıyrılıp, düzenli ve anlatımı okuyanı içine alacak şekilde yazıya dökülmesidir. Sonuç olarak şiir, insanın duygu atmosferinden hayata bakışını en güzel resmeden güzellikler, çiçekler diyarı, uçsuz bucaksız umman ve masmavi gökyüzünden... (Burhanettin Akdağ)

     

    **Şiir, duygu birikimi, iç dünyasının dışa vurumu, gözyaşlarını, acılarını, sevinçlerini, sevgilerini aşklarını anlatabilme şeklidir.

     

    **Şiir, yüksek ses ile seslendiremediğimiz duyguların kâğıtlara dökülüp oradan binlerce insanın yüreğine seslenebilme biçimidir.

     

    **Şiir, türküdür, nağmedir, sazın telindeki notalardır, sevgiliye yakarış, sevdaya uzanış, kara düşünceleri beyinden kovma ve hayata güzel gözlerle bakabilme şeklidir.

     

    **Şiir sevdadır, aşktır, ah çekmektir, umuttur, ışıktır ve her şeyden önemlisi yaşama biçimidir.

    (Kısmen tashih ettim ama bu alıntılardaki yazım, anlatım hatâları ve diğer bazı abukluklar, yazanlara aittir.)

     

    TDK’nın tarifini de vereyim:

    **Duygulardan, düşüncelerden, düşlerden, özlemlerden vb. süzülmüş yaşantı birikimleri olarak, ozanların, sözcüklerin sözlük anlamlarına kimi zaman değişik anlamlar da yükleyerek, dil içinde özel bir dil yaratarak oluşturdukları, imgelerden, simgelerden, söz sanatlarından, ritimden, uyumdan vb. yararlanarak ortaya koydukları, okurda estetik duygular uyandıran yazın ürünü. (BUYRUNUZ! “okurda” yerine “muhatapta” denilmesi daha uygun düşmez miydi? Bütün şiirler ‘yazılı ürün’ müdür? Şiir yalnızca ‘okunur’ mudur? ‘Dinlenilen’ şiirler olamaz mı?)

     

    Belirttiğim gibi, herkes şiiri kendine göre tarif edebilir. Mesleğimden dolayı ömrü edebiyatla, şiirle iç içe geçmiş bir adam olarak benim vereceğim cevap şöyledir: Tanımlamaya çalışırken abartmayalım. Şiir de aslında canı ruhu, eti kemiği, rengi kokusu rahatlıkla tanımlanabilecek bir araçtır. İçerik’ten ve biçim’den ibaret bir iletişim aracıdır.

     

    Pek çok zevât, şiiri bir şov aracı olarak kullanır ve karşılığında alkış bekler. Karşılığında mangır bekleyenler de yok değildir.Mangır deyince hemen aklınıza Dîvân Edebiyatı şâirleri gelmesin. Ben, günümüz şâirlerinden, şiir kitaplarını ücretsiz dağıtanına da pek rastlamadım doğrusu. Zaten şâirler çeşit çeşit birer kişiliktir. Kimileri Âkif gibi, kış günü giymeye paltoları bulunmasa da ödül olarak verilen parayı kabul etmez ve insana, millete, ümmete karşı sorumluluğunu idrak ile iki büklüm kıvranırken, kimileri de Orhan Veli gibi “bir elinde cımbız, bir elinde ayna, çal çal oyna” felsefesiyle ve “17 yaşımda bara gittim. 18’de rakıya başladım. 19’da avarelik devrim başlar.” sözleriyle gençlere iyi(!) birer örnek olurlar. “Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım... Bir de sevgilim vardır pek muteber / İsmini söyleyemem / Edebiyat tarihçisi bulsun.” diyerek kasılır kasılır ukâlâlık ederler. Zamâne şâirlerinden Orhan Veli’ye özenenler, onun gibi olmaya soyunanlar çoktur.

     

    Evet, şâirler ve dolayısıyla şiirler de çeşit çeşittir. Her bir şiirin etrafa yaydığı kokuyu da okuyucular kendi yüreklerinin berraklığı, ufuklarının enginliği nisbetinde duyabilirler. Biliyorsunuz, sipariş üzerine de şiir yazılabilmektedir. Örneğin benim SEVGİ isimli şiirim böyle yazılmıştır. (Görmek isterseniz, “ŞİİR ÜZERİNE BAZI MÜLÂHAZALAR 2 BANA GÜZEL ŞİİRLER OKUYUN LÜTFEN” başlıklı yazımda bulabilirsiniz.) Sipariş üzerine yazılmış olması bir şiirin samimi olmayacağı, ihlâssız olacağı anlamına gelmez tabi. İSTİKLÂL MARŞI da bir bakıma sipariş üzerine yazılmamış mıdır?

     

    Şiir konusunda söylediklerime şu değerlendirmemi de eklemem gerekir: Aşkta olduğu gibi, şiirin de etki gücü fazladır. Aşktan çok ama çok fazladır. Şiir sayılamayacak manzûmeler bile büyük toplum kitlelerini etkileyebilir. Bakınız, göstermeye çalışayım:

    Aşk yakarsa, âşığı, yani bir kişiyi yakar, öldürür.

    Şiirin kıvılcımı dahi nice ocakları söndürür.

    Aşk iksiri âşığa derman olur, yarasını onarır.

    Şiir ise kamuyu türlü türlü illetlerden kurtarır.

                                                                            Özmilli

     

    Hemen şimdi karalayıverdim. Ne dersiniz, tezimin böyle ifade edilmesi, düz yazı şeklinde ifadesinden daha etkili olmadı mı? Etkili bulmadınızsa, bu, şiirin değil şâirin beceriksizliğindendir.

     

    Gerçek şiir beni de çok etkiler. Etkisinde kaldığım şiirlerden ikisini örnek olarak sunayım:

     

    BU ŞEHRİ TERK EDİYORUM

     

    Seninle kurduğum tüm hayâlleri

    Yıkarak bu şehri terk ediyorum.

    Acımı içime bir çivi gibi

    Çakarak bu şehri terk ediyorum.

     

    Bu defa dönemem, kesin kararım;

    Ne senden bahsederim ne de ararım.

    Bu aşktan geriye neyse zararım,

    Çekerek bu şehri terk ediyorum.

     

    Çevirdim yönümü boş duraklara,

    Yolculuk başlıyor çok uzaklara.

    Kur’an çarpsın, son kez bu sokaklara

    Bakarak bu şehri terk ediyorum.

     

    Yıkmış bentlerimi bu aşkın seli;

    İstemem hiç görme düştüğüm hâli.

    Yatağı bozulmuş nehir misâli

    Akarak bu şehri terk ediyorum.

     

    Yüzümde yalancı gülüş var ama

    İçimde mutluluk, neş’e arama.

    Hasret ateşini işte şurama

    Yakarak bu şehri terk ediyorum.

                                        Fikret Erim Akçay

     

    Beni çok etkileyen şiirlerden ikincisine gelince... Bu bir şiir değil, bir şiir kitabının adıdır. Evet, bir şiir kitabının adıdır. Ama içindeki şiirleri okumaya gerek bırakmayacak kadar vurucu bir cümledir adı.

     

    1978. Fakülteden yeni mezun, Kaf Dağları’nda, bulutlarda, yıldızların arasında uçan, çiçeği burnunda bir edebiyatçıydım. İstanbul Sahaflar Çarşısı’nda geziyordum. Bir adamcağız, kaldırımın üzerine bir sergi açmış, ikinci el çeşitli kitapları sıralamış satmaya çalışıyordu. Yanaştım, kitaplara göz gezdiriyordum... avuç içi büyüklüğünde bir kitaba ilişti gözlerim. El kadar, ceketimin cebine sığacak büyüklükte bir kitap. Ve incecik... Adını okuyunca çarpıldım. Adama fiyatını sordum. Kaç para dese verecektim. Verdim de. Şimdi adamın ne fiyat istediğini hatırlayamıyorum ama verdim ve satın aldım kitabı. Eminönü’ye doğru yürüdüm. Kitap elimde duruyordu, gözlerimi ayıramıyordum. Kitabın kabında adı yazılıydı doğal olarak. Bir de şâirin adı. Zeki Uluruh. Hiç duymamıştım o güne kadar Zeki Uluruh’u. Zaten pek bir önemi de yoktu. Önemli olan, kitabın adıydı. Eve varıncaya kadar içini açıp bakamadım. Büyü bozulur diye korkuyordum. Büyülenmiştim. Kitabın adı; “MUTLULUK BENİ ARASIN” idi. Uff! Mutluluk beni arasın! Ben aramaktan usandım, o beni arasın! Kitabın adı, şiirin ta kendisiydi bence. İşte şiir buydu. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra açıp okudum. Yazan şâir hakkında da bilgi edindim. Merak edenleriniz, internetten Zeki Uluruh’u bulup öğrenebilirler sanırım. Ölmüş ise ruhu şâd olsun.

    Vesselâm.

     

    R. Serdar Özmilli

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.