|   | 
  • Cevahir Kadri

    Soruların Aynasında Sorunlarımız

     

    Her yeni bir gün, taze bir umuttur, hayatımıza bahar olmaya aday bir umut. Bu, temelde böyledir, ama bunun tam olarak böyle olabilmesi biraz da bize, bizim çabamıza bağlıdır.

     

    Yeni bir yıla giriyoruz, eski yılın son günlerini yaşıyoruz. Yeni yıl demişken Murathan Mungan’dan birkaç dizeyle söze girelim: “Bir yıl daha bitiyor/ Düşlerim, tasalarım, yarım kalmış onca şey/ Her yıl biraz daha kısalıyor bir öncekinden/ Bana mı öyle geliyor/ Yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman/ İnsan yaşlanırken?” Ne de güzel diyor, içimizdekini söylüyor.

     

    Hep öyle olmaz mı; her günün akşamında bile işlerimiz hep yarımdır, hiç tamamlanmamıştır; bir yerlerde eksiklik vardır, bir şeyler mutlaka eksik kalmıştır. Bir türlü tamamlanamaz içimizde bu dünya işleri. Belki bundandır hiç ölmeden ebediyen yaşama isteğimiz, kim bilir!..

     

    Eski yıl ve yeni yıl demişken hiç düşündük mü acaba; nedir eski olan ve yeni olan nedir, diye!.. Meseleye güneş açısından baktığımızda, dünyamızla ilgili olma bağlamında güneşin yörüngesi sabittir, güneş kendi ekseni etrafında batıdan doğuya doğru döner. Dünyamızın güneşin etrafında dönüşü, dönüşündeki güneşe olan açısı dünyadaki zamanın, gecenin gündüzün, günlerin ve mevsimlerin durumunu belirler. Bu anlamda birçok değişimlere ve değişikliklere tanık oluruz. Güneş, dünyamızın hem ısı hem de ışık kaynağıdır; bir an için güneş ışınlarının kesildiğini varsayalım; dünya karanlık bir buz damına döner. Hayat sona erer. Bunlara bizim müdahalemiz söz konusu mu, güneşin yörüngesini irademizle değiştirmemiz hiç mümkün mü? Elbette değil, o güç ve iradenin bizde olmasına imkân ve ihtimal yok!

     

    Peki bizim değiştirmeye güç yetirebileceğimiz hiçbir şey yok mu? Var, elbette var; olmaz mı? Peki, nedir onlar? Biz, bize bahşedilenlerle kendimize çekidüzen verme imkân, irade ve gücüne sahibiz. Bu, neyi değiştirir? Bu, pek çok şeyi bize bağlı olarak değiştirir ve en başta bizi değiştirir.

     

    En büyük değişim de kendimizi değiştirme, yenileme ve yenilenme düşünce ve kararlılığına erişmemizdir. Bakınız Mevlâna neler söylüyor: “Dün zekiydim, bu yüzden dünyayı değiştirmek istedim. Bugün bilgeyim, bu yüzden kendimi değiştiriyorum.” işitelim mi? Demek ki dünyayı değiştirmek isteyen bir insan önce kendini değiştirmeli, bu değiştirme işini, değişimi kendinden başlatmalı, öyle değil mi?

     

    Binbir güçlük ve zahmetler, yokluklar ve yoksunluk altında ortaya koydu telif eserleriyle milyonlarca insanın imanının kurtulmasına vesile olan, çağımızın Mevlâna’sı Bediuzzaman da “Nefsini ıslah edemeyen, başkasını ıslah edemez.” (Sözler, 21.Söz) diyor, ne kadar da gerçekçi ve haklı!.. Bu nedir, bize neyi gösterir ve ne anlatır bize? Bu, öncelikle söylemlerimizin eylemlerimizle uyumlu olması gerektiğini, onların hâlimizde vücut bulmasının elzem olduğunu gösterir. Evet, başka bir deyişle “Hâl ile halledilmedik hiçbir mesele yoktur.” gerçeğini ifade eder.

     

    Tefekkür ve muhasebe, birbiriyle iç içe ve birbiriyle dayanışma içerisinde olan yoldaş iki kavram. Bu iki kavrama bir üçüncüsü de eşlik eder: musahabe. Musahabe, “karşılıklı konuşma, görüşme, sohbet” demektir ki aynı zamanda bu yönde yazılmış bir yazı türünün de adıdır.

     

    İnsan, karşısındaki bir kişi ya da kişilerle sohbet edebildiği gibi kendi iç dünyasında düşünce bağlamında kendisiyle söyleşebilir ve kendini hesaba çekerek yaptıklarından neleri doğru, neleri yanlış yaptığını, yanlış olanları niçin yanlış yaptığını akıl, mantık, kalp ve vicdan eleklerinden, süzgeçlerinden geçirerek bir sonuca ulaşabilir. Vicdan demişken Felsefe sahasının ülkemizdeki duayenlerinden, filozof İoanna Kuçuradi: “Vicdan diye bir şey var; ama neyle beslerseniz ona göre davranıyor. Onu ‘değer bilgisi’yle beslerseniz doğru yere götürür, ama değer yargılarıyla beslerseniz yanlış yere götürebilir.” diyor. O bu sözüyle o, insanların insan olarak bir değere sahip olduğunu, meseleye o yönden yaklaşmanın daha doğru olduğunu ortaya koyuyor.

     

    Madem tefekkür dedik, sorularımız tefekküre, düşünmeye, yeni düşüncelere yol bulsun, yeniliklere ulaştırsın. Pasları silmenin, yenilenmenin yolu fikirler üzerine çöken pasları, sisleri ortadan kaldırmaktan geçer. Pas, kaldırılamayacak derecedeyse, çürüme uzvu bütünüyle sarmışsa o zaman onu atmaktan başka çare yoktur. Doktorlar, cerrahlar öyle yapmıyorlar mı?

     

    Birkaç gün sona yeni bir yıla giriyoruz, dedik. Yeni bir yılın sayıdan/rakamdan öte bir anlamı olmalı değil mi? Bu anlam, toplumun her bir ferdine olumlu olarak dokunmalı değil mi? Bunun gerçekleşmesi için kimlere iş düşmektedir? Evvela, ferden ferda kendimize!.. Doğrusunu söylemek gerekirse yeni, “gibi değil” de gerçekten, “mış gibi” değil, hakikaten “yeni” olacaksa her ferdin kendisini bir kontrolden, bir iç muhasebe ve musahabeden, sorgudan geçirmesi gerekir.

     

    İç sorgularda en mühim olan “Ben kimim, nasıl biriyim, gayem nedir, niye bu hâldeyim ve buradayım?” sorularına esaslı bir cevap bulabilmektir.

     

    İnsanı insan yapan erdemler karşısında tavrım nedir, konumum nedir? Onlarla nasıl bir iletişim ve etkileşimim söz konusu? Hak, hukuk, adalet bana ne diyor, ben onlara nasıl bir anlam yüklüyorum? Bu konudaki bakış açım dar mı geniş mi? Sadece kendim için mi yoksa herkes için mi istiyorum bunları? Yolun ortasında taş, çalı, diken var. Bunları kim alacak? Onlarla ilk kim karşılaşırsa karşılaşsın, bunları kim koydu sorusuyla zaman kaybetmeden onları oradan alıp atmalı değil mi,!.. Bu konuda dürüst ve gerçekçi cevapları kendimizden duymalıyız.

     

    Herkes teorik planda hakkı, hukuku ve adaleti savunur. İş olgulara, toplumdaki somut olaylara gelince tavır ve davranışlar yine hak, hukuk, adalet mi, onlardan yana mı? Bütün bunları düşündün ve iç sorgularından geçirdin mi?  Dün yapmadıysan, bugün bunu yapmana imkân var. Bunları bugün de yapamayacaksan dün ile yarının, eski ile yeninin arasında nasıl bir fark olacak ki? Yarına tefekkürsüz çıkma yola, yol pişmanlıkların olmasın!

     

    Yazdığı eserleri dünya klasikleri arasında yer alan Tolstoy'a sormuşlar: “Nasıl 'iyi insan’ olunabilir?” Tolstoy bu soruya “Önce ‘kötülük ve kötü insan’ hususunda mutabık olmak lazım, diyerek cevap vermiş. Bu kez de “Peki, kötü insan nedir?” diye sormuşlar. Verdiği cevap ise oldukça çarpıcı ve dikkate değer: “Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan insan en kötü insandır.”

     

    Bir başka sözünde de bu düşüncesini destekler mahiyetindeki evrensel bir bakışa sahip şu cümlesi dikkate değerdir: “Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın!”

     

    Yeni bir yılın kapısını araladığımız şu günlerde yakın çevremizde, ülkemizde, sınırlarımızda, yakınlarımızda, uzaklarımızda -fark etmez- nerede bir masum ve mazlum varsa onların kişiliğine, kimliğine ve aidiyetine bakmaksızın onun mazlumiyetinin giderilmesi, haklarına kavuşması, onun da insan onuruna yakışı bir hayat standartlarına kavuşabilmesi için çaba sarf etmeliyiz. Zalim, zulüm, masum ve mazlum kavramlarını sınırlarımız belirlememeli. Ancak bu bakış açısı ve davranışımız bizi her dem yeni kılar. 

     

    Yeni yılın sayı/rakam değişikliğinden öte; insanlığın, barışın yeşerdiği, masumların hak ve özgürlüklerine kavuştuğu, toplumun her ferdinde vicdanların çiçek açtığı, çiçeklerinin meyveye durduğu, hak sahiplerinin haklarını hasat ettiği bir yıl olmasını; topluma, bünyelere, ruhlara sağlık safalık ve huzur getirmesini dilerim.

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.