{NUTİZM VE NUTİSTLER-24}
EYYÜHEL EVLÂD! (EY ÇOCUKLARIM!)
Yıllar önce, bir müddet bir televizyon kurumunda, (aynı anda nasıl oluyorsa, oldu işte) hem senarist, hem prodüktör, hem dramalar ünitesi koordinatörü, hem de ihtiyaç hâllerinde oyuncu olarak istihdam edilmiştim. Çalıştığım kurumun dışındaki televizyon kurumları hakkında dile getirilen dedikodulardan ve efsanelerden de haberim oluyordu tabiatıyla. Türkiye’deki televizyonlar ve televizyonculuk konusuna pek yabancı sayılmam yani.
Onlar, reytingi yüksek programlar peşinde koşarlar. Ucuz prodüksiyonlar gerçekleştirmeye özen gösterirler. Ya iktidardakilere veya muhalefettekilere yandaş görünmeye çalışırlar. İçerikleri her ne olursa olsun, para kazandıran reklâmlara ve reklâmcılara temennâ ederler. Her senarist, her prodüktör, her yönetmen ve rolü olan diğer kişiler, en mükemmel, en eşsiz, en rakipsiz oldukları takıntısını yaşar; kendilerini bulunmadık Bursa kumaşı olarak görürler ve kibirden, gururdan yanlarına yanaşılmaz. Ama alkışların hatırı için aklın almayacağı tabasbusları, riyakârlıkları irtikâp ederler. Sorsanız, kamu hizmeti yaptıklarını söylerler. Daha fazla uzatıp canınızı sıkmayayım.
Belki bundan dolayı, hiç iyi bir izleyici değilim, olamıyorum. Diğer izleyicileri meraklandıran şeyleri merak etmiyorum, onların güldüklerine gülemiyorum, ağladıklarına ağlayamıyorum. Televizyon aracılığıyla izleyicilerin aldatıldıkları, kullanıldıkları ve toplumun dejenere edildiği düşüncesinden kurtaramıyorum kendimi. Çok da üzülüyorum.
Düşük profilli izleyicileri kandırabilecek ucuz ve seviyesiz prodüksiyonlar; kalitesiz ve ahlâksız filmler, diziler; benliğimizi çamura bulayan müzik klipleri; kenar mahalle asparagaslar, dedikodu köşeleri; ya iktidarın veya muhalefetin yandaşı haber programları; cepleri ve ruhları soymaya yönelik reklâmlar kırla gidiyor ekranlarda. Ve çok bilmiş demirbaş figürlerle her Allah’ın günü yapılan yuvarlak masa toplantıları, açık oturumlar, iyiden iyiye grileştiriyor o beyaz camı.
Açık oturum programlarında, bazı elyâk zevâtın değerli fikirleriyle, tesbit ve teklifleriyle de karşılaşıyoruz zaman zaman. Bu inkâr edilemez. Fakat genelde, sen ben bizim oğlan, hep belirli siyasetçiler, belirli gazeteciler ve belirli akademisyenler karşımızda vıdı vıdı edip duruyorlar. Her akşam, her akşam... Ünlü bu adamlar ve kadınlar. Bizim gibi sıradan değiller! Ekrana çıkmak kolay mı canım! Ben bile ismen tanıyorum artık bazılarını. Çoğunda satış da güzel hani; jestler, mimikler, el kol hareketleri, heyecanlı ses tonu... Hepsi, birer felsefî anlayışın misyoneri, bir takımın taraftârı, bir partinin yandaşı; kendileri inansalar da inanmasalar da çorba gelecek tarafın düdüğünü çalıp duruyorlar bıkmadan usanmadan. İçlerinden daha uyanık olanları, ahvâl ve şerâite göre, yandaşı oldukları tarafı bırakıp karşı tarafa da geçebiliyorlar. Çorba kaynayacak tabi. Eh bu millete de bu durum çok yakışıyor maalesef.
Bunlardan bazıları, her konudan anlıyor, her şeyi biliyorlar üstelik. Eğitim diyorsun, konuşuyorlar. Sağlık diyorsun, konuşuyorlar. Siyaset diyorsun, konuşuyorlar. Millî güvenlik diyorsun, konuşuyorlar. Ekonomi diyorsun, konuşuyorlar. Sosyoloji diyorsun, konuşuyorlar. Kültür sanat diyorsun, konuşuyorlar. Doğa-çevre diyorsun, konuşuyorlar. Din inanç diyorsun, konuşuyorlar. Çünkü bu demirbaş insanlar, çok bilge kişiler, çok âkil adamlar, her şeyi biliyorlar! Konuşuyor, konuşuyorlar! Millet de bıkmadan, usanmadan dinliyor, dinliyor!
Uzunca bir zamandır düşünmekteyim; bu âkil insanlar, keşke Esra Erol’un, Serap Peköz’ün, Didem Aslan Yılmaz’ın, Müge Anlı’nınkiler ve benzeri programlarda da yer alsalar. Çünkü bu ve benzeri programlarda, türlü vesilelerle inancımız, örfümüz, ahlâkımız çarpıtılmaktadır. 1500 yıllık değerlerimiz hor görülmekte, dinimizin emir ve yasakları aleyhine algılar oluşturulmaktadır. Ekiplerindeki bir iki zevât ile ahkâm kesmekte, milyonların beyinlerini yıkamaktadırlar. Hâl böyle olunca, aklıma geldi işte; ve biraz da kinâye olsun diye teklif ediyorum: Bâri şu her şeyi bilen mâlum akıllı adamları da yanlarına alsınlar. Böylece kadroları, eksiksiz tamamlanmış olur! Öyle ya, her şeyi, her konuyu biliyor bu âkil adamlar!
Her konuyu, her şeyi bilen âkil adam(!)lar saymakla bitmez ama örnek olarak şimdilik beş isim vereyim:...
“Verme.” dedi bir arkadaşım, “Vermemen daha iyidir. Birini diğerinden ayırmak adâletsizlik olur. Hem zaten okuyucular da tahmin edebilirler, hiç şüphen olmasın.” Haydi bakalım, onun dediğini yapayım.
BU ARADA AŞAĞIDAKİ NOTU DÜŞME GEREĞİNİ DE DUYUYORUM:
Haksızlık yapmayayım; ibret alanlar, üzüntü duyanlar, utanç duyanlar, kendilerini ve toplumu sorgulayanlar da vardır belki aralarında ama izleyicilerin çoğu, yukarıda adı geçen bayanların hazırlayıp sundukları malûm programları, mâcerâ filmi izler gibi heyecan duyarak, eğlence olsun diye takip ediyorlar. Orada teşhir edilen mücrimlere, örneğin uyuşturucu müptelâlarına, zinâ yapanlara öykünenler de oluyordur içlerinden. (Konuyla ilgili ayrıntıyı FIRINCININ KIZIbaşlıklı yazımda bulabilirsiniz.) Nasıl tanımlanmaları gerektiğini bilemediğim o programlar hakkında çeşitli şeyler yazıldı çizildi. Yayından kaldırılmaları isteniyordu genellikle. Fakat yayınlamaya devam ediliyor.
Mezkûr programlar ve “yapımcı-sunucu”ları hakkında söylenmesi gereken çok şey var... Bir düşünün Allah aşkına; o programlar gerçekten niçin yapılıyor? Reyting uğruna nasıl ballandırmalar, abartmalar yapılıyor? Bu ballandırmaların, abartmaların yanı sıra heyecan ve gerilim artıracak fon müzikleri... Aynen filmlerde, dizilerde olduğu gibi. Fakat sorsanız, “sosyal program” diyorlar. Pazar yerinde bağıra bağıra kereviz mi satıyorsunuz kardeşim: “FALANCA’NIN PROGRAMINDA KESİK BAŞIN ESRARI ÇÖZÜLÜYOR!!!” “TÜRKİYE, BU BİLMEM NE OLAYINA KİLİTLENDİ!” “KAYIP DAMLA’NIN AMCASI KONUŞACAK, STÜDYO YERİNDEN OYNAYACAK!” “BOMBA! OLAY YARATACAK GİZLİ KAMERA GÖRÜNTÜLERİ!” “FİLM GİBİ HİKÂYE!”... Bir habercinin, trafik kazası geçirmiş bir adamın yardımına koşmak yerine video görüntüleri almaya çalışması gibi... Yapımcılar, konunun vahâmeti oranında sevinç ve mutluluk duyuyorlar, diyesi geliyor insanın. Üstelik adalet kurumlarımız, emniyet güçlerimiz zaten yok mu ki bu programlara gerek duyuluyor? Program yapımcıları, savcı mıdırlar, hâkim midirler? Toplum üzerinde ne gibi tesirler oluşturuyor, hangi algıları pompalıyorlar? Kimler, hangi tutum ve davranışlara, hangi yollara özendirilmiş oluyor? O programlarda İslâmiyet’ten haberdar hukukçular, ayağı yere basan sosyologlar, psikologlar, tecrübeli eğitimciler, din bilginleri niçin yok?
Yapımcı-sunucu’ların, bir takım toplumsal değerlerimizi yok sayarak veya kötüleyerek kendilerince yorumlar yaptıkları, ahkâm kestikleri ise açıkça görülmektedir. Birkaç örnek vereyim:
“17 yaşındaki bir kız, flört edebilir ama evlenemez...” “Flört etmeden yapılan evlilikler sağlıksızdır...”
“18 yaşını aşmışsa dilediği her şeyi yapabilir, kimse karışamaz... hayat kadınlığı, konsomatrislik, zina...”
“Anne baba, çocuğuna disiplin uygulayamaz, kulağını dahi çekemez...”
“Çocuklar, yetiştirme yurtlarını; kadınlar, sığınma evlerini doldursun...”
“Kadınla,r çalışsın kendi ayakları üzerinde dursun ve kocaya itaatten kurtulsunlar...”
“Kocasından canı sıkılan kadın, bir erkeğe karşı düşmanlık duyan kız, hemen KADES’e başvursun...”
“Kocasına uzaklaştırma kararı aldırmak, kadının kutsal hakkıdır... Adam kendi mülkü olan evine aylarca sokulmuyor. Yaklaştırılmıyor bile.”
“Az bir zorlukla karşılaşan eş, hiç oyalanmadan boşanma yolunu seçsin...”
“Cinsel tercihlere kimse karışamaz...”
SONUÇ: Bu tür programlar, aklı başında yetkililer tarafından masaya yatırılmalıdır. İzleyenler de mutlaka uyarılmalıdır. Vesselâm.
TV DENEN KUTUNUN BİZİ KANDIRMASINA, KULLANMASINA, DEĞERLERİMİZİ YIKIP TOPLUMU DAVAR SÜRÜSÜNE DÖNÜŞTÜRMESİNE hayır.
R. Serdar Özmilli