Bir meseleyi değişik açılardan ortaya koyarken verilen bazı misaller, anlatılmak istenenle bire bir örtüşmeyebilir. Onlar, akla kapı aralamak, meselenin anlaşılması için onu akla yaklaştırmak içindir. Onu okuyan, dinleyen, aklına açılan o kapıdan girer ve böylelikle meseleyi encamıyla birlikte anlar.
Günümüzün alışveriş, ticaret ve pazarlamada profesyonel kurumları AVM’ler, zincir marketler, marketler gibi kurumsal çalışan markalar bazı haftalarda veya sezon sonlarında “büyük indirim” kampanyaları düzenler. Bu, bazen öyle abartılır ki ürünler yüzde altmış, yetmiş indirimlerle alıcının aklına, kalbine ve cüzdanına cüzdanına seslenerek eğilir; hatta aynı ürünün ikincisini, üçüncüsünü alırsanız daha hesaplı olarak onları elde etmeniz mümkün olur. Böylelikle normal zamanda size çok pahalı gibi gelen, olan o ürünleri, “kaliteyi” bu belli dönemdeki indirimler sayesinde çok “hesaplı” bir şekilde almış, büyük bir ticari kazanç elde etmiş, en azından aile bütçenizi sarsmamış olursunuz.
Bahçeniz var ve sulanması, bakımın yapılması gerekir. Bunun için bir havuz gerek, niteliği ve yapısı ne ve nasıl olursa olsun, isterse “çamurdan” olsun. Havuzun asıl varlık sebebi bünyesinde su tutarak birikim elde etmek, azları biriktire biriktire elde edilen çoklukla çok arazinin susuzluktan çatlamış dudaklarını bir nebze nemlendirerek o araziden yetiştirmeye çalıştığınız sebze ve meyvelerin olmasını, daha güzel ve alımlı bir görünümle yetişmesini sağlamak hem güzel tatlardan tatmak hem de onları satarak başkalarının da o tatlardan nasiplenmesini sağlayarak güzel bir kâr elde etmektir.
Matematikte “havuz problemleri” vardır bilirsiniz. İşte, havuza giren su miktarı, havuzun hacmi ve onun ne kadar zamanda dolacağı, boşalacağı, giren miktar, çıkan miktar, süre... vb. Bu meseleler aslında derin ve güzel bir bakış açısıyla anlatılırsa can sıkıcı olmaktan çıkabilir. Nasıl mı? Bir kere, havuzu bizim hayatımızın bir defteri hükmünde olan “amellerimize” benzetmek mümkün. Havuza dolan miktarı güzel amellerimiz, akıp giden suyu da elden kaçırdığımız veya var olan güzellikleri yine bizim yaptığımız iyi olmayan işler sebebiyle kaybettiklerimiz olarak işaretler, öyle değerlendirirsek hem muhasebemizi daha kolay yapmış hem de hayatımızı daha bilinçli olarak yaşamaya gayret göstermiş oluruz.
Meseleye, basit bir muhasebe mantığıyla baktığımızda; gelir-gider dengesi tutturulabilmiş, oradan kâr merdiveniyle büyük ve olgun meyvelere ulaşmak mümkünken, bu yapılabilmiş mi? Bunu kontrol etmek lazım. Giderlerimiz gelirimizden çok fazlaysa bunu da “Ayağını yorganına göre uzat!” tedbiri çerçevesinde hareket etmek en akıllıca iş değil mi?
Ticaretin olmazsa olmaz dengesini görmezden gelerek yaptığımız her icraatın, işlediğimiz her fiilin sonu telafisi imkânsız büyük zararlara girme, büyük iflaslara sürüklenme, hastalıklı ve felç hâlimizle ebedî yarınlara gark olma söz konusu. Biraz daha dikkat etmeliyiz!
O zaman ne yapmalı?
Yukarıdan beri anlatılagelen bütün hususlardan sonra aklımıza üşüşüveren bildik bir soru: O zaman ne yapmalı? Sorunun en bariz, en beliğ ve en kestirme cevabı şöyle: Kazanmış olduğumuz maddi ve manevi birikimleri, manevi güzellikleri ve değerleri, sevapları/savapları kaybetmemek, heder etmemek, yiyip bitirmemek adına, onları bozacak, varlığını dinamitleyecek her türlü söz, hâl ve tavırdan uzak durmak hem kendine hem de başkalarına zarar vermemek, zarar verecek söz ve davranışların her türlüsünden uzak durmak, kendimizi böyle ortamlardan soyutlamak en başta gelen lüzumlu işlerdendir.
Evrensel bir kaide; bir şeyi kazanmanın ilk şartı kaybetmemek yani mevcudu korumaktır. Sağlam bir bina yapmanın ilk şartı zemin sağlam olması, sonrasında inşaatın sağlam yapılmasıdır.
Güzellikler inşa edeceğimiz zeminin sadece sağlam olması yetmez. Güzellik abidesini inşa etmenin usul ve esaslarının, malzemelerinin de güzel olması gerekir. İşlerimizi insani ve İslami ilke ve esaslar bağlamında yapmaya, onları öylece gerçekleştirmeye çalışmalıyız. Bu güzelliğe başlamak için ticaretteki indirimli kazanç günleri gibi manevi kazançların kat kat elde edilebileceği şu Üç Aylar büyük bir imkân, büyük bir vesile bizim için, güzellik derlemek isteyenler için!..
Aman ha dikkat!
Dilini kirletme, sözün tertemiz kalsın. Gönlünü kirletme, orayı “mirât-ı mücellâ”/ pırıl pırıl ayna kıl, Sultan-ı Ezel ve Ebed otağıdır orası. Böyle yap ki özün de tertemiz kalsın. Hâlini, ahvalini kirletme, her şeyin meleklerce kayıt altına alındığı amel defterin tertemiz kalsın; encamını bilmeyenler suizan etmesin, ederek de onlara zarar vermeyesin.
Tavır ve davranışlarını kirletme, kıymetlerin kıymetten düşmesin. Evet, “Altın çamura düşmekler değer kaybına uğramaz.” Lakin nasiplerin hiç tozlanmamış, çamura bulanmamış olması da güzel değil mi?
Biliyorum her türlü yozlaşmanın, kirliliğin, çirkefliğin, hoyratlığın, kıymet bilmezliğin, yalan ve iftiranın, sefilliğin, hak ve hakikate körlüğün ve serkeşliğin âlâsının yaşandığı bu zamanda temiz, tertemiz; duru, dupduru kalabilmek çok zor.
Gözeler de kirlenmiş, varın ötesini siz hesap edin. Ama yine de berrak ve dupduru kalabilmenin çabası içerisinde, gözesinden yeni doğmuş bir nehir gibi tertemiz olabilmek için bütün gücümüzle kirlenmeye ve kirliliğe karşı direnmeliyiz, dirençli olmalıyız. Yine biliyorum ki bu çok kolay bir şey değil; zor, evet çok zor. Kolayı herkes yapar, er isen zora talip ol ve onu işle, zoru başar ki başarının bir kıymetli bir anlamı olsun, öyle değil mi?
Olan ne?
Her insan hata yapar, yapabilir yani. Önemli olan, hatada ısrar etmemek, “aynı delikten ikinci kez ısırılmamak”. Hatalarımızı tekrar eder durursak hayatımızın bütünü hata koleksiyonu, biz de onun koleksiyoncusu oluruz. Bu, az buz bir şey değildir. Derler ki en büyük günah, günahı önemsememektir. Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) demiştir ki, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana hitaben şöyle buyurdu: “Ey Âişe! Günahları küçümsemekten sakın. Zira, Allah adına onların (her birinin) bir takipçisi vardır.”
Medfun bulunmakla İstanbul’u şereflendiren büyük sahâbî Ebû Eyyûb el-Ensârî (radıyallahu anh) de şöyle demiştir: “Kişi iyilik yapar ve ona güvenir, küçük hatalarını unutur. Bu durumda Allah’a kavuşur, bir de bakar ki o küçük hatalar onu kuşatıvermiş. Yine kişi de vardır; günah işler fakat Allah’ın azabından kurtulmuş olarak Allah’a kavuşuncaya kadar sürekli o günahını affettirme gayreti içinde yaşar.”
Ülkenin bilhassa son on yılına baktığınızda toplumun önünde, gençliğe rol model olan insanların söyledikleri yalanlar bir araya getirilse ciltler tutar. Şu da bir gerçektir ki her bir yalan kendinden daha büyük bir yalana yaslanmaya ihtiyaç duyar. Yalan, yalandan, kötülük kötülükten güç kazanır ve bir kötülük başka bir kötülüğü doğurur. Bir adaletsizlik başka bir adaletsizliği netice verir. Hz. Bediuzzaman bu hususta şöyle der: “Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.”
Toplum, yaşanmakta olan olumsuzluklara ses vermez, karşı çıkmazsa kurbağa misali ısı derecesi yavaş yavaş artırılan kazanlarda kaynamak, haşlanmakla karşı karşıya kalacaktır. Kendisi de şehit edilmiş merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun şu sözleri ne kadar da ibret vericidir: “Şehit vermekten daha acı bir şey varsa o da şehit haberi almaya alıştırılmış bir toplum olmaktır.” Mekânın cennet olsun ey güzel kişi!..
Şair Yılmaz Odabaşı “Bir şeylerin kötü gitmesinden daha kötüsü bu arada kötülüğün kanıksanıp meşrulaşarak galip gelip gelmiş olmasıdır. Türkiye’de sadece bir şeyler kötü gitmedi, kötülük meşrulaşarak kendini galip ilan etti.” diyerek bir tespitte bulunur. Adaletle şöhret bulmuş, İslam’ın ikinci halifesi “İnandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.” sözüyle de Hz. Ömer (radıyallahu anh) kitabın tam da ortasında konuşmuş, meselenin çok önemli bir yönüne dikkat çekmiştir.
Temiz bir toplum için güzel bir arınma şart
Her türlü şer ve kötülükten arınmanın imkânlarını da yaratmış Merhameti Sonsuz. İmtihan sırrının bir gereği olarak günahların işlenmesine, kötülüklerin yapılmasına açıkça bir engel olmamış ama kötülüklerden uzak kalınmasına yönelik emir ve ikazları söz konusu. İşlenen kötülüklerden, isyanlardan, hatalardan sıyrılarak temizlenme vesileleri, “kurnaları” yaratmış, bunlara imkân tanımış. İşte içinde bulunduğumuz “Üç Aylar”ı bu bakışla değerlendirmek gerekir.
Temiz toplum ancak temiz tertemiz fertlerden meydana gelir. Herkes evinin önünü süpürse mahalle tertemiz olur. Herkes ve hepimiz kötülüklerden sakınmaya, iyiliklere koşmaya niyet eder ve o niyetlerimiz istikametinde yol alırsak, toptan “tövbe edersek” Allah’ın rahmeti üzerlerimize sağanak sağanak inecektir. Boğazına kadar çirkefliğe bulaşmış bir toplumun kurtuluşu, ancak toplu işlenen günahların da toplu tövbesiyle mümkündür.
Kendi günahlarını görmeden başkasının muhasebesini yapmaya kalkma. Kendine savcı, başkalarına karşı avukat ol.
İnsanlık, vatan, millet için kendi yaptıklarını düşün bir de hakkında konuşup ettiklerin kimselerin yaptıklarını. Gıybet etmenin, bilmediğin konularda suizan etmenin ne kötü bir davranış ve günah olduğunu ayet ve hadisler ışığında hutbelerde, vaazlarda dinlemiş; kitaplarda, yazılarda okumuş olmalısın. Bütün bunları bildiğin hâlde böyle pervasız ve aldırmaksızın bunları yapmaya devam etmenin sana faydası nedir?
Siyaset, toplumu yönetme bilimi. Onu bırak ehline, onlar yapsın siyaseti. Ama sen onların sözleriyle bir başkasını “şucu bucu” diye yaftalama. Müslüman olarak böyle bir vazifen, insanlık adına da böyle bir sorumluluğun yok; ama yaparsan da büyük bir vebali var bunun. Birilerini töhmet altında bırakacak, hele ki telâfisi imkânsız mağduriyetlere, kul hakkına sebebiyet verecek söz fiil ve davranışlardan kesinlikle uzak dur! Ya hayır söyle ya sus! Unutma ki bu bağlamda yakılan ateş sadece karşıdakini yakmaz, yakanlara da sirayet eder.
Dünün sadece kötülüklerini, ayıplarını dillerine dolayanlar bugün onlara rahmet okuturcasına deryalar cesametinde onlardan işlenmekte olanlara karşı kör, sağır ve dilsizler. Düne savcı, bugüne avukat. Düşene vurmak mertlik değildir, hele mert olanı düşürmek hiç değil.
Derler ki “Ellerinle yaktığın ateşi gözyaşlarınla söndüremezsin!” Nitekim toplumda devasa fitne ateşini yakanlar, onu söndürmekten uzaktır. O ateş, belki de tam olarak ancak ahirette söndürülecektir. Bir de şunu unutma, üç günlük dünyanın üç kuruşluk menfaati, makam ve mansıbı için ebedi hayatını mahvetme.
Tutmak, o yolda yürümek istersen İki Cihan Güneşi’nden (S.A.V.) bir ölçü: "Dostunu ölçülü sev, bir gün düşmanın olabilir. Düşmanına ölçülü davran, bir gün dostun olabilir." (Tirmizî) Büyük büyük sevaplar kazanmak istersen işte sana fırsat. Maddiyat için konan fırsatları hiç mi hiç kaçırmazken maneviyat için şu kazanma kuşaklarında nedir bu tembelliğin?
Bediuzzaman Said Nursi, kutlu üç aylardan bahsederken “Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerif’te yüzden geçer, Şaban-ı Muazzama’da üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarek’te bine çıkar ve cuma gecesinde binlere ve Leyle-i Kadir’de otuz bine çıkar.” diyor. O zaman büyük bir kazanç mevsiminde neden kaybedenlerden olalım? Öyle değil mi?
Dilimizi kötü sözlerden, uzuvlarımızı da kötü fiillerden, aklımızı kötü düşüncelerden uzak tutarak hem kendimizi hem de toplumu barış ve huzur ortamında geleceğe, mutluluğa yürüme imkânını elde edebiliriz. İstersek evet, bu mümkün!..
Bütün uzuvlarımızla her türlü günah, hata ve isyandan azade bir şekilde, zamanın bu altın dilimlerinden süper bir kazançla çıkmamız dileğiyle. Bir dua: “Allah'ım! Receb ve Şâban'ı hakkımızda mübarek eyle, bizi Ramazan'a ulaştır...” (Taberânî)
Rabbim, kutlu zaman dilimlerinde ona yakışır bir hayat yaşamayı ve o hayatımızı da ömrümüze yaymayı, bir nevi manevi bereket havuzumuz olan “amel defteri”mizi hep iyilik ve güzelliklerle doldurmayı nasip eylesin.