Çoğumuz hiç bilmiyoruz. Çoğu konuyu bilmiyoruz. Bilenlerin çoğu da ya eksik biliyor ya yanlış biliyor. Ama susmayı da bilmiyoruz maalesef. Ağzı olan konuşuyor. Ahkâm kesmeye, fetvâ vermeye, “bence” demeye hemen hepimiz meraklıyız. Bu gerçek, özellikle dinî konularda çok açık bir şekilde görülmektedir; ben de o konuları kastetmekteyim zaten. Evet, susmasını bilirsek, yanlışlarımız sadece bizi bağlar. Ama yanlışlarımızı konuşarak, yazarak başkalarına aktarırsak, ekstra vebal altına gireriz. Bir anne, yanlış bilgilerini çocuğuna aktarırsa; bir öğretmen, yanlış bilgilerini talebelerine aktarırsa; bir imam, cemaatine aktarırsa; bir komutan, askerlerine; bir müdür, memurlarına... onların vebalini de yüklenmek durumunda kalır. Sesi daha çok duyulanlar için ise bu vebal daha da büyük olacaktır. Örneğin devlet yöneticileri, şöhret sahipleri, yazarlar, sanatçılar, âlimler... Evet âlimler de.
Âlimler de beşerdir. Beşer şaşar. Şaşabilir. Yanılabilir. Hatâ yapabilir. Yanlış biliyor olabilir.
Birileri şimdi bana ters ters bakacaklar, biliyorum. Çünkü özellikle müntesipler, intisap ettikleri âlimleri, şeyhleri, kusursuz bilirler, öyle görmek isterler. Şeyhlerinin fetvaya ve hattâ içtihada ehliyetli olduğunu düşünürler. Ne güzel. Ben de böyle müridlerim olsun isterdim doğrusu. Ancak, güzel olmak yanlış olmamak anlamına gelmez! Âlimler de bal gibi hatâ yapabilirler. (Elbette füruat, teferruat sayılabilecek konulardan söz ediyorum.) Öyle olmasaydı, birçok konuda farklı âlimler, farklı değerlendirmeler yaparlar, farklı hükümler verirler miydi? Oysa biliyoruz ki, iki nokta arasında tek bir doğru çizilebilr. Yani, “doğru” tektir. Fakat bazı farklı hükümler de doğru kabul edilebilmektedir. Zaten mutlak doğrular bir kenara bırakılırsa, bütün “doğru”lar, birer kabulden ibarettir, doğrulukları izâfîdir.
Mürşidine, şeyhine, öğretmenine, komutanına, babasına toz kondurmak istemeyenler, beni yanlış anlamasınlar ve bana kızmasınlar! Babam da yanlış biliyor, yanlış hüküm veriyor veya yanlış karar alıyor olabilir; öğretmenim de yanlış biliyor olabilir; komutanım da yanlış emir vermiş olabilir... Ama onların bu yanlışları yapmış olmaları, benim kendilerine karşı duyduğum sevgiyi, saygıyı, bağlılığı azaltmaz ki. Çünkü ben, babamın da bir beşer olduğunu, hatâlar yapabileceğini bilirim ve kendisine duyduğum sevgi, saygı, bağlılık, hatâlarından dolayı azalmaz. Keşke bu konuyu doğru anlayabilsek ve gereği gibi davranabilsek.
Biliyorum; “Buraya kadar yazdıklarının ‘vâris’lerle, yani mirasçılarla ne alâkası var?” diyorsunuz. Var. Hatırlarsanız son iki yazımda şu ifadelerimi arz etmiştim:
{ÖZELLİKLE DİNİN HÜKÜM KOYMUŞ OLDUĞU KONULARDA ‘BENCE’ DEMEKTEN KORKMALI, KAÇINILMALIYIZ. HELE HELE BODUR BOYLARIMIZA, KISIR MUHAKEMELERİMİZE VE AKILLARIMIZIN BİT KADAR OLUŞUNA BAKMADAN BOYUMUZDAN BÜYÜK AHKÂMALAR KESMEYE, İÇTİHATLAR YAPMAYA KALKIŞIRSAK BİZE ‘DÜÜÜT!’ DERLER. Tabi çok sevdiğim, değerli bulduğum Ahmet Şahin Hocamız da bu kapsama dahildir.}
Ama Ahmet Şahin Hocamızla ilgili olarak söyleyeceklerime bir türlü sıra gelmemişti. Şimdi arz edeceğim işte:
Önce altını çizerek belirtmek isterim ki Ahmet Hoca, son derece değerli bulduğum, kendisine seve seve talebelik yapabileceğim bir âlimdir. Eserleri, benim başucu kaynaklarım arasındadır. Onu bilenler, hizmetlerinin enginliğini de bilirler. Allah razı olsun. Yıllardır sürdürdüğüm bir uygulamam vardır: Beni düğününe çağıran bir eski öğrencim olduğunda, kendisine hediye olarak Ahmed Şahin Hoca’nın AİLE HAYATIMIZ isimli kitabını hediye ederim. Kitabı paketlemeden önce yaprakları arasına o günkü şartlara uygun (örneğin 200TL) bir iki banknot koyarım. Kitabın ilk sayfasına evliliklerinin hayırlı olması dileğimi yazar, altına da şu notu düşerim: “Bu kitap, benim size düğün hediyemdir. İçindeki para ise kitabın hediyesidir. Gelin veya damat, kitabı ilk okuyana bu para helâl olsun, güle güle harcasın.” Kendimce, bunun iyi ve doğru bir hediye olduğunu düşünüyorum. Bilmiyorum, şimdi yazımı okuyanlar arasında da bu hediyeyi verdiğim öğrencilerimden birileri vardır belki.
Şimdi söyler misiniz lütfen; ben Ahmet Şahin Hoca’yı seviyor muyum? Evet. O da beşerdir ama. O da yanlış yapabilir mi; evet. Daha önceki bir yazımda söz etmiştim. Vârisler ve miras paylaşımı konusunu ele almışken tekrar nazara vermek istiyorum.
Hoca’nın GÜNCEL SORUNLARA ÇÖZÜMLER (Cihan Yayınları) isimli kitabından söz edeceğim. Kitapta, “Kafeste kuş beslemek caiz mi?”den tutun, “Zararlı hayvanlar öldürülür mü?”ye... “Boza ve bira içmek haram mı?”dan “Bizler İmam-ı Âzam gibi neden olamayız?”a kadar nice güncel konular ele alınıyor. Ve bu arada “miras paylaşımı” konusu... Okuyor, öğreniyorum. Fakat!
Kitabın 18. Sayfası. 30 YIL SONRA ÇÖZÜMLENEN BİR MİRAS OLAYI başlıklı yazıdan:
“BENCE miras paylaşımında kuvvetlilerden zayıfa karşı özel bir fedâkârlık gösterilerek zayıfı kollama esas alınmalıdır... Bundan sonra da gönülden razı edip helallaşmalıdır.”
Şimdi lastiği patlattın Ahmed Hocam! Öncelikle “bence” demen bir arızadır. Sonrası da maksadı aşan bir yorum. Yazının tamamını okudum. Sizler de okumuş olabilirsiniz. Konu, Kitabımız’da âyetlerle oranlar da belirtilerek sarahaten anlatılıyor olmasına rağmen (Nisa Suresi’ni araştırabilirsiniz.) yazıda o âyet metinlerine hiç yer verilmemiş! Buna karşılık, gâvurlardan alınmış yürürlükteki kanundan söz edilmiş. Tamam, kardeşlerden isteyen, rızasıyla mirastan hiç pay almayabilir. Maddî durumu iyi olmayan kardeşini gözetmek bir Müslüman’a yakışan bir davranıştır. Hattâ miras paylaşımı dışında da bırakın öz kardeşi, ihtiyaç sahibi bir İslâm kardeşini desteklemek de her Müslüman’ın sorumluluğudur. Bu, kız kardeşi kollama adına da olabilir. Eyvallah. Ama Allah ne diyor, ölçü nedir, yazsaydın ya hocam! Bunu da bilmemiz ve dileyenin bu hükmü aynen uygulama hakkına sahip olduğunu da teslim etmemiz gerekmez mi? Hâşâ Allah söylerken, eksik ya da yanlış söylemiş olabilir mi? Ya da merhameti, Ahmed Hoca’dan daha mı azdır? Adam diyebilir; “Kızkardeşim’e aynen Allah’ın buyurduğu şekilde muamele etmekten yanayım. Ne bir fazlası, ne bir eksiği.” O takdirde o adam kötü bir şey mi yapmış olur?
Bu arada beni doğru anlayabilmeniz için sözünü ettiğim yazının tamamını okumuş olmalısınız. Ben yine de özetlemeye çalışayım:
Ahmed Hoca’nın üç erkek bir kız kardeşi varmış. Arazilerini istimlâk eden devlet, resmiyette, sadece erkekleri muhatap alıp onları kayda geçirmiş. Kız kardeş yok sayılmış. Hâliyle ödemeler de dört erkek kardeşe yapılmış. Resmiyet de böyle olunca kız kardeşin zaten söyleyecek bir sözü olamazken, büyük ağabey diğer erkeklere; kendi payına düşen paranın bir bölümünü kız kardeşine vereceğini söylemiş. Diğerleri de bunu doğru ve güzel bulmuşlar. Toplam parayı beşe bölüp beşte birini kız kardeşe takdim etmişler.
Hay Allah razı olsun, ne güzel düşünmüşler. Ne güzel etmişler. Fakat güzel olmayan bazı hususlar var:
Yukarıda da belirttiğim gibi; okuyuculara, Kur’an’ın miras paylaşımı konusunda ne buyurduğu hiç anlatılmamış. Okuyucu bunu bilmeli değil midir? Bilecek ve ona göre bir yol tercih edecek.
Ahmed Hoca, verilen toplam parayı beşe bölüp bir parçasını kız kardeşe verdiklerini anlatıyor. Erkekler ve kız, eşit pay almışlar yani. Kız kardeşin muhtaç durumda olup olmadığı belirtilmemiş ama yine de keşke daha çoğunu verselermiş, hiç bir engel yok. Fakat bu arada; okuyuculara, doğrusunun bu olduğunu söylüyor. Tabi, “bence” diyerek. Şimdi söyleyin bakalım; içlerinden bir erkek kardeş, “Ben Kur’an’ın hükmüne göre amel etmek, yani toplam parayı dokuz eşit parçaya böldükten sonra iki parçasını kendime almak istiyorum.” deseydi, yanlış mı yapmış olurdu? Suç işlemiş mi olurdu?
En önemli konu ise şudur: Hoca bu fetvayı, binlerce, onbinlerce kişinin okuduğu kitabında ifade ediyor. Okuyanların “doğru” ve “yanlış” kavramlarını karıştırmalarına sebep oluyor.
Benim söylediklerime katılmayabilirsiniz. Hatâm varsa peşinen kabullenirim, hatâ bana aittir. Eyvallah. Çünkü gerçekten ben yetkin, selâhiyetli birisi değilim. Fakat bu konuda ben, “bence” demiyorum, kitabı orta yerinden açarak arz ediyorum:
Dinin bireysel ya da toplumsal hükümler koymuş olduğu konularda ahkâm keserken, değerlendirmemize “bence” kelimesiyle başlamak, bir Müslüman’a yakışmaz. Fakat maalesef çoğumuz bu hatayı yapmaktayız, sonucunda da birçok olumsuzluklara neden olmaktayız. Benzer hatâları âlimler de yapabilmektedirler. Vesselâm.