ÜNİVERSİTE KOMEDYASI (4)
-“Abi, dört yıllık üniversite bitirdim, çok yetersiz maaşla bir markette kasiyerlik yapıyorum. Bu nasıl memleket böyle?”
-“Eğitim fakültesini bitirdim fakat iki yıldır atanamıyorum. Mecburen merdiven altı bir dershanede asgari ücretle çalışmak zorunda kaldım. Benim hâlim ne olacak!”
-“Çocuğum dört yıl uğraştı, didindi, üniversiteyi bitirdi. İş bulamıyor. Devleti idare edenlerin boyunları altlarında kalsın!”
-“Kızım bilmem ne fakültesini bitirdi. Özel bir bankada memur olabildi. Fakat hem az maaş veriyorlar hem ağır mesaiyle canını çıkartıyorlar.”
-“Çocuğum hukuk fakültesi bitirdi... çocuğum ziraat fakültesi bitirdi... çocuğum veterinerlikfakültesi bitirdi... çocuğum iktisat fakültesi bitirdi... çocuğum fen bilimleri bölümü bitirdi... çocuğum astronomi ve uzay bilimleri bölümü bitirdi... çocuğum sosyoloji bitirdi... çocuğum psikoloji bitirdi... çocuğum felsefe bitirdi... çocuğum tarih bölümü bitirdi... çocuğum coğrafya bölümü bitirdi... çocuğum antropoloji bölümü bitirdi... çocuğum eskiçağ dilleri ve kültürleri bölümü bitirdi...... İŞ BULAMIYOR. BU NASIL DEVLET!”
-PEKİ SEN NASILSIN, NASIL BİRİSİN? “Üniversite okumak zorunludur.” diyerek senin ya da çocuğunun, yakanıza yapışan mı oldu? Mezun olunduğunda iş verileceğine dâir garantide mi bulunuldu? Üniversite okumak farz mıdır? Üniversite niçin okunur? Sen çocuğunu üniversiteye niçin yolladın? Herkes üniversite okursa, market kasiyerinin de ayakkabı boyacısının da çobanın da üniversite mezunu olacağı açıkça belli değil midir?
Bu, “ÜNİVERSİTE KOMEDYASI” başlığı altındaki dördüncü yazım. Nerede kalmıştık? İki soru sormuştuk. Birincisini cevaplamıştık, ikincisini bizden önce Nurettin TOPÇU cevaplamıştı. Biraz hatırlayalım:
Nurettin Topçu konuşuyor. (Yıl, 1968.):“İKTİSADÎ HAYATIN SERBEST FERDÎ TEŞEBBÜSLERE BIRAKILDIĞI, AHLÂKIN ÂVARE HEVESLERE TERKEDİLDİĞİ, OKULUN YABANCI VE ÖZEL TİCARETHÂNELER HÂLİNE GETİRİLDİĞİ, MUHTARİYETİNE SIĞINAN (Bugün maalesef muhtariyeti de ortadan kalktı, merkezî bir iradenin emrinde varlığını sürdürüyor.) ÜNİVERSİTENİN MİLLET İRADESİNİ TANIMADIĞI, MİLLET DİLİNİN HER YANDAN SALDIRILARLA DİDİK DİDİK OLDUĞU YERDE MİLLİYETÇİLİKTEN BAHSEDİLMEZ. ZİRA TOPLUMUN MALI OLMAYAN MİLLİYEÇİLİK OLMAZ.”
“HAYIR, HAYIR, HAYIR... ÜNİVERSİTE BİR İLİM VE FAZİLET YUVASI OLACAK ÖRNEK HÜVİYETİNİ KAYBETMİŞTİR!” (Nurettin Topçu: TÜRKİYE’NİN MAARİF DÂVÂSI)
1-DÜNYADA (VE TABİ İLERİ ÜLKELERDE) ÜNİVERSİTENİN İŞLEVİ NEDİR?
2-BİZİM MÜBAREK ÜLKEMİZDE ÜNİVERSİTENİN İŞLEVİ NEDİR?
Aslında Topçu’nun önceki yazımda aktardığım uzun cevabından sonra benim herhangi bir şey yazmama gerek kalmadı ama yine de şom ağzımı biraz açayım: (Spotlar hâlinde yazacağım, siz toparlar ve bir sonuca varırsınız.) (Vereceğim spotlar, erkek çocuklarımıza yöneliktir. Kız çocuklarımızın durumu ayrıca özel olarak ele alınmalıdır.)
* İLK SÖZÜM: Nüfusu hızla artan ülkemizde, (hangisi olursa olsun) iktidarlar, neyi doğru dürüst yapıyor, yapabiliyorlar ki üniversite konusunu da ellerine yüzlerine bulaştırmasınlar! DEVLET İSTİKRARLI, KARARLI DEĞİL; DEVAMLI KENDİ KENDİSİYLE ÇELİŞİYOR, önünü iyi göremiyor, uzun soluklu projeler üretemiyor.
Bizde eğitim-öğretim, özellikle yüz yıldır, yüzümüzü güldürecek durumda değildir. Düşününüz, dünya sıralamasında ilk 500’e giren bir tane bile üniversitemiz yok bugün. Böyle olması, pek çok etkene bağlıdır. Yaşam felsefemizin rengi... gelişen teknolojinin rengi... ekonomimizin rengi... mevzuatımızın rengi... eğitimcilerin, anne babaların ve öğrencilerin renkleri... (Toplumun ve bu arada anne-babaların yaşam felsefeleri, değer yargıları, amaçları ve beklentileri ne kadar yanlışsa, eğitim-öğretim anlayışları da o kadar yanlış olur.) en önemlisi de siyasetin ve siyasetçilerimizin rengi... Uzatmayayım, düşüncelerimi bu etkenleri göz önünde bulundurarak arz etmekteyim.
*Toplum olarak hem maddî ve hem manevî bir kriz içindeyiz. (“İyi” olmadığımız için) kötü yönetiliyoruz. Fakirlik, işsizlik diz boyu. İşçi tulumu giyenler, hem çok zor şartlarda çalışıyorlar hem sefalet yaşıyorlar. Kazancın ve dünya nimetlerinin ADÂLETLİ bir şekilde HAKÇA paylaşılmadığı, üstelik israfın teşvik edildiği bir ortamda; üniversite tapınmalarından dolayı, öğrencileri ve anne-babaları mâzur görmek de gerekiyor biraz. Çünkü onlar denize düşmüş de yılana bile sarılmaya râzı olan insanlar gibiler. Bizler kendi adımıza kötülüğü kanıksamış durumdayız, belki de bu nedenle olumsuzluklara usulünce tepki vermiyoruz. Ancak, hiç değilse çocuklarımız adına güzel ufuklar arıyor, hattâ yerine göre uygunsuz yollara da sapabiliyoruz. İşin bu tarafını görmezden gelemeyiz, değil mi? Gelir dağılımının daha âdil olduğu, sistemlerini sağlam kâidelere oturtmuş batı ülkelerinde, insanlar işçi olmaktan, hizmet sektöründe çalışmaktan, müstakil işyeri açmaktan korkmuyor ve dolayısıyla da üniversiteleri, gerçekten akademik çalışma yapacak olanlara bırakabiliyorlar.
*Köylülerimizin bile; “Aman çocuğum okusun, güzel (Güzellikle neyin kastedildiğini anlıyorsunuzdur.) bir meslek sahibi olsun, köy hayatından kurtulsun.” “Aman çocuğum işçi tulumu giymesin, beyaz yakalı olsun.” dedikleri bir vasatta üniversiteye yönelmenin boyutu ortadadır. Durum böyle olunca da muktedirler, siyasî hesaplarla... sermayesi olanlar, parasal kâr hesaplarıyla... ama yerini yurdunu ve sonucunu hesaplamadan üniversiteler açıp duruyorlar. Şu soruyu soran yok: “Bu ülkenin üniversite mezunlarına hangi miktarda ihtiyacı vardır?” Öğrencilerinin öğrenim hayatları boyunca profesör görmedikleri bir sürü fakülte veya yüksek okulun varlığını biliyoruz. Bunların çoğu siyasî hesaplarla açılmış okullardır ve yeniden masaya yatırılmalı, gerekiyorsa kapatılmalıdırlar. Kaldı ki akademik kadrodakilerin kaderleri de zaten muktedir(ler)in iki dudağı arasında belirlenmektedir. Üniversitelerimizdeki öğretim üyelerinin pek çoğu utanç verici özellikler taşımaktadırlar.
*Tabi, şu soruları soran da yok: “Üniversitenin işlevi nedir, ne olmalıdır? Hangi özellikleri taşıyan gençler üniversite tahsili yapmalıdır?” Osmanlı ve Selçuklu medreseleri incelenmelidir.
*Gerçek tanımıyla üniversitenin işlevi, MESLEK SAHİBİ YAPMAK değildir. Evet, her gencin yüksek tahsil yapması istenir. Fakat bu, “üniversite tahsili” anlamına gelmemelidir. Meslek kazandırmak için, yeterince “meslek yüksek okulu” (İsterseniz “meslek fakültesi” deyin.) açılmalıdır. İnsanlar da bunu kabullenmeli ve “İlle de üniversite tahsili isteriz.” anlayışını terk etmelidir. Tulum giyerek üretime katkıda bulunmak da kutsaldır ve gereklidir.
Topçu anlatıyor ya; siyasette, ticarette, memuriyette olduğu gibi eğitime yönelmemizde de yüksek kazanç amacı var. Kaç taneniz söyleyebilirsiniz “Ben çocuğumun iyi, üstün bir okulda öğrenim görmesini, iyi insan olması ve insanlığa hizmet etmesi için istiyorum. Kazancı, ikinci, üçüncü dereceden önemlidir.” diye? Çoğumuz, çocuğumuz saygın(!), temiz, rahat, az yorucu, teri az, tatili bol, parası bol, alkışı bol bir iş sahibi olsun diye koşuşup duruyoruz. Gördüğümüz ve inandığımız tek şey, dünya ve dünya hayatıdır. Yaşamak, iyi yaşamak, rahat yaşamak, lüks ve konforlu yaşamak, kendimiz için yaşamak, yaşamak için yaşamak... yaşamımızı yalnızca ‘oh!’larla, ‘kahkaha’larla doldurmak... kilitlendiğimiz başka hedefimiz yok. Var görünenler ise yalnızca kendimizi kandırmaktan ibarettir. Herkes pasta kapma telaşında. Daha doğrusu, herkes pastadan büyük, daha büyük pay koparma yarışında. Bedel olarak (yine Topçu’nun ifadeleriyle) türlü entrikalar çevirmeye, rüşvet vermeye, iltimas dilenmeye ve yani haysiyetimizi dahi ortaya koymaya hazırız; yeter ki pay kapalım. Her şeye rağmen okkalı bir pay koparalım. (Ben demiyorum, Nurettin Topçu diyor.) Pay alamayanlar, pay kapamayanlar ne olursa olsunlar, onları çiğneyip geçmek câizdir, onların canları Cehennem’e. İyi bir fakülte kapma telâşımız da bir bakıma bu felsefenin yansıması değil midir?Peki ya fakir fukârâdan alınan vergilerle ve nice emeklerle yetiştirdiğimiz doktorlarımızdan önemli bir kısmının ülkeyi bırakıp da bol kazanç kotaracakları adreslere kaçmalarına ne dersiniz? Bizi hiçbir hükümet, hiçbir bakan, hiçbir mevzuat tatmin ve mutlu edemez.
*Anne-babalar çocuklarıyla ilgili gerçekleri kabullenmelidirler. Her insan bir değerdir ve değerlidir (eşref-i mahlûkât) fakat her insanın akıl ve yetenek seviyesi aynı değildir. İnsanın diğer bir insana üstünlüğü deaklının üstün oluşundan dolayı değildir. Kendimiz için doğru yolu bulabilmek ve mutlu olmak için bu gerçeği kabullenmek zorundayız.
Diyorum ki: YÜZDE 4’E (Anlayamayıp da “Abooo!” diyenler için haydi yüzde 6 diyeyim.) GİREMEMİŞSE, OĞLUMU (Kızların durumu biraz farklılık gösterebilmektedir.) AÇIK ÖĞRETİM’DEN BAŞKA BİR YERE ASLÂ KAYDETTİRMEM. VE BİR YANDAN DA HAYATI ÖĞRENEBİLECEĞİ, MESLEK EDİNEBİLECEĞİ BİR İŞ BULMA ARAYIŞINA GİRERİM. Böyle davranmayanlara da gülerim. Kendinize acımıyorsunuz madem, çocuğunuza ve ülkeye acıyın bari!
*Dershanelere nikâhlanılmadan geçirilemeyen üniversite sınavına hazırlık süreci de ayrı bir çiledir. Dünya kadar para da bunun için harcanmaktadır. Sınavda ilk sene üniversiteye kayıt yaptıramayanların tekrar dershaneye kayıt yaptırmaları ise çok sık rastlanan trajikomik bir vak’adır.
*Yine Topçu’nun tesbiti: KSS(Karpuz Seçme Sınavı) garâbeti yeniden masaya yatırılmalı ve öğrenci seçme mevzuatı, özellikle de öğretmen olacak gençleri seçme mevzuatı kesinlikle değiştirilmelidir. ÖSS (sonraki adıyla YKS), gerçekten maksadına yetmeyen bir yol. Bazı talebeler için uzun bir hol. Pek az talebe için tam köşeden atılan bir gol. Hakkında ahkâm kesip akıl verenler de pek bol. Meselâ bizim mahdumun ahkâmı: “Aslında ÖSS de biraz loto, toto gibi. Mustafa çok fazla çalıştı ama kapasiteleri aynı olmasına rağmen Caner daha yüksek puan aldı. Bu işte şansın payı büyük.” Ekliyordu: “Geçen sene zaten, bütün zeki olan beleşçiler, çok çalışıp inekleyenlerden daha yüksek puan aldılar.” Demek ki üniversiteye öğrenci seçme esasları değiştirilmelidir.
*Öğretim kurumlarında harcanan süreler değiştirilmelidir. Meslek liseleri konusu ve öğretimin zorunlu bölümü yeniden ele alınmalıdır. Gençlerimiz, Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşa geldiklerinde öğrenimleri tamamlanmış olmalıdır. Niyeti “okumak” ve kapasitesi de “yeterli” (Yetersiz’i alma zaten! Alıp da fakirin fukâranın vergileriyle yıllarca asalak besleme!) olan öğrenciler bunu rahatlıkla başarabilir ve en dinamik yaşlarında ‘hazır yiyici’ statüsünden ‘üretici’ statüsüne geçebilirler. Bakıyorsun, adam otuz yaşını geçmiş, hâlen okuyor... okuduğu bölüm de ne... Okuduğum fakülte 4 değil 2 yıl olsaydı, (ben bile) aynı bilgileri iki yılda devşirebilirdim, hiç şüpheniz olmasın.
*Özel üniversiteler fırsat eşitliğine halel getiriyor... parası olan aptallar mühendis vs. oluyorken pek çok zeki çocuk bu şansı yakalayamıyor. Özelde okuyanlardan bunun bedeli alınmalı ve fukârâya yansıtılmalıdır. Ve de gerçekçi standartlara uymayan özel üniversiteler kapatılmalıdır. Yurt dışında tahsil konusu da enine boyuna gözden geçirilmelidir.
*Barınma sorunu ve talebe yurtları, çok büyük bir yaradır. Ayrıntılarına girmeyeceğim.
*Üniversite öğrencileri arasındaki kız-erkek ilişkileri, ahlâk değerlerimizi çiğnemektedir.
*Üniversite çevrelerinde işletilen kafelerin, pupların, meyhânelerin, barların müşterileri sosyolojik açıdan incelenmelidir. Bildiğim somut bir örnek: İzmir-Buca’daki manzaralardır. Bana inanmayanlar, gelip inceleyebilirler.
*Üniversitelerimiz hakkında söyleyebileceğimiz olumlu şeyler maalesef pek azdır. Daha fazla uzatmama gerek yok. Nurettin Topçu’nun konuyla ilgili bazı tespitlerini tekrar arz ederek yazıma son veriyorum. İsteyen okur, istemeyen okumaz. Vesselâm.
***
...Darülfünun’u lağvederek büyük vaatlerle açılan üniversite, gömdüğü Darülfünun’a nazaran her bakımdan gerilemiş durumdadır. Bugünkü parlak yapılarının örttüğü iç yüzü, çalışmaları ve eseri göz önünde tutulunca, ...bu müessese, Darülfünun’dan yüz sene, Süleymaniye Külliyesi’nden dörtyüz sene daha geridir. Bu gerilik ilim, ahlâk ve hukuk alanlarında göze çarpmaktadır...
İlim alanında üniversite asrın ilim hayatına hiçbir eser, bir fikir, yeni bir görüş katamadığı gibi, yaptığı neşriyat çok kere en basit ve iptidaî bilgilerin dışına taşmamakta ve bunların yazarları bazen Türk dilini dosdoğru kullanma nasibinden de mahrum bulunmaktadır...
ÇOĞU KERE HOCALARIN ŞAHSÎ MENFAAT VE ŞAHISLARINA HİZMET ÖLÇÜLERİYLE SEÇİLEREK YÜKSELTİLEN ELEMANLAR ARASINDA, DEĞİL YALNIZ SAHASINA AİT GENEL BİLGİLERE SAHİP OLMA BAKIMINDAN, HATTÂ ÜZERİNDE İHTİSASISINI YAPTIĞI KONUDA BİLE SALÂHİYETSİZ OLANLARI ÇOK GÖRÜLMEKTEDİR. BUNLAR ARASINDA LİSELERLE ORTAOKULLARDA DERS OKUTABİLECEK İLMÎ SALÂHİYETE SAHİP OLMAYANLARI DA ÇOKTUR. BAZILARININ ORTA EĞİTİMDE OKUTULMAK ÜZERE HAZIRLARDIĞI KİTAPLAR, ÜNİVERSİTEDEKİ GERİLİK SIRRINI ETRAFA YAYMAK SURETİYLE BU KOCA GÖVDELİ MÜESSESEYİ GÜLÜNÇ VAZİYETE DÜŞÜRÜCÜ MAHİYETTEDİR. ÜNİVERSİTENİN BAŞLICA ESERİ, KURULUŞUNDAN BU YANA ÇOĞU BATI MEMLEKETLERİNDE BELLİ BAŞLI TAHSİL YAPMAMIŞ OLAN GENÇ ELEMANLARININ BU İLİM YUVASINDA KENDİ AİLE YUVALARI İÇİN ÖĞRENCİLERİNDEN BİRER EŞ SEÇMİŞ OLMALARIDIR... ÇOĞU TURK DİLİNE YAN BAKAN ZAYIF TERCÜMELERİN YANINDA SİSTEMSİZ VE TENKİTSİZ DEVŞİRME ESERLERDEN İBARET İRİ CİLTLERİ YÜZLERCE LİRAYA SATMAKTAN BAŞKA İLİM İDEALİ YAŞATMAYAN ÜNİVERSİTE, BUGÜN KOCAMAN VE İÇİ KOF BİR VÜCUT HALİNDEDİR...
Ahlâkî bakımından üniversite bir milllete meşale tutacak gençliğe örnek olacak durumdan çok uzaklarda bulunuyor... Umumî efkâra bir tahkikât hâdisesi hâlinde aksettirdikten sonra, daima olduğu gibi, neticesi üniversitenin mahrem localarında yok oluveren ahlâk ve iffet hâdiseleri, profesörlerin talebelerine tecavüz vak’aları bir ilim müessesesinin yüzünü ağartacak şeyler değildir... Bazen bütün bir sene veya birkaç sene derslerine uğramadığı halde sadece maaşını alan profesör gençliğe parlak ve temiz bir vicdan örneği vermemektedir...
ÜNİVERSİTEYE İMTİHANLA ÖĞRENCİ ALINMASINA GELİNCİ, BU HER ŞEYDEN ÖNCE ORTA ÖĞRETİMİ İNKÂR ETMEKTİR. SONRA DA KAYIT PARASI BULUNMAYAN GENCİN OKUMA HÜRRİYETİNİ TANIMAYAN AYNI ZAMANDA İKTİSADÎ BİR FÂCİÂDIR. NİHAYET EĞİTİM KAİDELERİNE AYKIRI OLARAK HER GENCİN, KENDİ İSTİDADI DAHİLİNDEKİ MESLEĞİ SEÇMESİNİ İMKÂNSIZ BIRAKMAKLA ŞANS VE TESADÜF YOLLARI İLE MESLEK SEÇMEYE ONLARI MECBUR ETMEKTİR. Birincisi, kendini millet maarifinden ayırmak gibi bir şaşkınlıktır. İkincisi, demokrasi ile uzlaştırılamaycak bir haksızlıktır. Çünkü bununla bir zengin sınıf imtiyazı tanınmaktadır. Üçüncüsü ise, ferdî kabiliyetleri yok etmenin yoludur...
HAYIR, HAYIR, HAYIR... BU ÜNİVERSİTE BİR İLİM VE FAZİLET YUVASI OLACAK ÖRNEK HÜVİYETİNİ KAYBETMİŞTİR!
(Nurettin Topçu: TÜRKİYE’NİN MAARİF DÂVÂSI)
AHLÂKÎ BAKIMDAN BİR MİLLETE MEŞALE TUTACAK GENÇLİĞE ÖRNEK OLAMAYAN ÜNİVERSİTEYE hayır.
Hayırist, esenlik dolu HAYIRLI günler diler.
R. Serdar Özmilli