“Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, ‘Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin’ dedi.” (Kur’an-ı Kerim, Bakara 31) İsimler önemli şeylerdir. Gramer açısından da önemlidirler; şayet bir filolog isek, sözcükler protokolünde isimleri baş köşeye koymalıyız ve kolları sıvayıp isimler konusunu derinlemesine araştırmalıyız.
Bakmasını bilenler, çocukların isimlerinden hareketle, aileleri hakkında pek çok şey anlayabilirler. Belki soy isimlerini bu ipuçlarına dahil edemeyiz ama çocuklarımıza verdiğimiz isimler, terbiye (eğitim) mantalitemizin ip uçlarıdır. Hadis-i şerifte de isim verme ve terbiye verme işleri yan yana zikredilmiştir, bakınız: “Çocuğun babası üzerindeki hakları, ismini ve edebini (terbiyesini, eğitimini) güzel yapmasıdır.”(Suyûtî, El-Câmi’u’s- Sağîr)
YETER ABLA
İlginizi çekecek bir olayı biraz abartılı biçimde hikâye edeyim (İsimler ve tarih gerçektir.):
Yağlı güreşlere katılan pehlivanları bilmeyen yoktur. Bunların enseleri, el-ense yemekten mi köprü kurmaktan mı nedendir, genellikle dikkat çekecek derecede kalın olur. Bu yönleriyle çoğu minder güreşçisinden farklıdırlar. Hele bazıları olur ki enseleri kilise direği gibi kalın ve kayış gibi sağlamdır. İşte Rahmetli Mevlüt Amca’nın ensesi de aynen öyleydi. Kilise direği ve kayış gibiydi. Kendisi hiç güreşmiş mi bilmiyorum ama güreşe son derece meraklıydı. Hani bugün pek çok erkeğin futbola duydukları ilgi ve merak gibi.
Mevlüt Amca’ya Allah eğer bir erkek çocuk vermiş olsa var ya daha kundaktayken onu pehlivan yapmaya çalışırdı. Kendisi bunun böyle olduğunu yana yakıla söyleyip durmaktaydı zaten. Ama gelin görün ki Cenab-ı Allah, kısmetini kız çocuktan açmıştı.
Mevlüt Amca, annemin amcalarından biriydi. Ben yakından tanıdım, gerçekten de bir erkek azmanıydı. Yaşlılık dönemlerinde bile işi gereği demirlerle bir delikanlıdan daha çetin bir şekilde boğuşur, demirleri eğer büker, keser parçalar, sırtında ve omzunda taşırdı.
Erkek evlat diye yanıp tutuşmaktadır ama dediğim gibi şansı kızdan açılmıştır. İlk çocuk (annemden birkaç yaş küçük) Hatice Teyze dünyaya gelir. Sonra sırasıyla ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci kız. Beşincinin adını söyleyeyim (konumuz çocuklara verilen isimler ya): “Yeter”. Evet, Yeter Abla’yı da çok iyi hatırlıyorum.
Cahil bir adamdı Mevlüt Amca, bu gelişmelerden biraz da karısı Ayşe Yenge’yi sorumlu tutmakta, onu zaman zaman küçük düşürmekten, ona hakaretler etmekten geri kalmamaktadır. Daha ilginci, karısıyla annemi güreş etmeye zorlamaktadır. Annem, (Dayılarım, kendisine ‘Koca Yusuf’ diye takılırlar.) iri, çok güçlü kuvvetli bir genç kız, Ayşe Yenge ise beş tane çocuk doğurmuş, orta yaşlarda ufak tefek bir kadın. Varın siz bu güreşi düşünün. Annem, yengesinin durumunu kurtarmak için çoğu zaman yenilme numarası yapmaktadır ama bazen de gururuna yenilip Ayşe Yenge’yi bir bohça gibi dürüp bükerek kenara koymaktadır. Ayşe Yenge yenilince de Mevlüt Efendi, açıp ağzını, yummaktadır gözünü:
-“Allah cezanı versin be kadın! Bacak kadar çocuğa yenilir mi insan! Yediklerin içtiklerin haram olsun!..”
Evet, beş tane kız, beşincinin adı Yeter. Sen misin isyan eden, sen misin kızın adını Yeter koyan! Yenge yine hamile. Doğum vakti gelmiş, Mevlüt Amca dışarıda volta atmakta, gözlerinde merak, başında kara bulutlar. Kapı aralanıyor, ebe kadın beliriyor:
-“Mevlüt Efendi, gözün aydın. Nur topu gibi bir kızın oldu. Gayet sağlıklı şükür.”
Mevlüt Amca kadına bakmadan bir küfür eder, ellerini cebine sokar. Biraz bekledikten sonra tam oradan ayrılacakken kapı yine açılır, ebe kadın:
-“Mevlüt Efendi tekrar gözün aydın, ikizmiş. Nur topu gibi bir kızın daha dünyaya geldi.”
Mevlüt Amca bu defa küfür bile edemez, donar kalır. Bir müddet sonra kapı tekrar ama bu defa daha az, ebe kadının yalnızca başı görünecek kadar aralanır, kadının sesi duyulur:
-“Bir kızın daha dünyaya geldi Mevlüt Efendi.”
Mevlüt Amca kaşlarını çatar, kapıya doğru döner ve kükrer:
-“Sen ne diyorsun be kadın! Deli misin, nesin!” “Benimle dalga mı geçiyorsunuz lan!?”
Kapıya doğru hamle yapar, ama zaten çok az aralık olan kapıyı kapatır, içeriye kaçar ebe kadın. Mevlüt Amca yıkılmıştır. Bir film gibi; üç çocuk birden ve üçü de kız. Mırıldanmaktadır:
-“Bu nasıl imtihan Allahım? Ulan karı ben sana sorarım.”
Tam bu sırada kapı yeniden aralanır. Ama bu defa başka bir kadının sadece burnu görünür ve o kadın seslenir:
-“Gözün aydın Mevlüt Efendi, bu seferki erkek!”
Annemin dediğine göre, Mevlüt Amca, lohusalığı falan geçtikten sonra “Sende köpek cinsi var.” gibi sataşmalarla Ayşe Yenge’yi epeyi bir hırpalamış. Ben işin o tarafını bilmiyorum. Fakat benim bildiğim, o tek oğlan da güreşçi olmadı.
Biraz abartarak anlattığım bu olay gerçektir ve 1950 yılında yaşanmıştır. Tam da Menderes’in iktidarı kazanmasını takiben. Dördüzler Demokrat Parti’nin bir uğuru sayılmış ve Türkiye’nin de ilk dördüzleri olmalarından dolayı yer yerinden oynamış. Devlet, çocukları zorla ailenin elinden almış, İzmir Alsancak’ta özel bir daire kiralamış, özel mürebbiyeler, bakıcılar, doktorlar… Tabi anne baba, istedikleri zaman çocuklarını görebiliyorlarmış. Her yıl, İzmir Enternasyonal Fuarı’nın son günü elde edilen gişe hasılatı çocukların masraflarına tahsis edilmiş. İki kız birbirlerine benziyorlar, erkekle de diğer kız. Ben bu satırları yazarken, yani 2019 yılı itibariyle hayatta olmadıklarına dair bir haber almış değilim, yaşıyorlardır, Allah hayırlı ömürler versin. İsimlerini de Devlet koymuş. Kızların isimleri: Uhuvvet, Adâlet, Musâvât. Erkeğinki; Hürriyet.
Bana en ilginç gelen taraf: Sen, beş kızın oldu diye beşincinin adını Yeter koyuyorsun, sonra…
Mevlüt Amca’ya yarım saat önce soruyorlar:
-“Mevlüt Efendi, kaç çocuk var?”
-“Beş.”
Yarım saat sonra sorduklarında ise;
-“Dokuz.”
Biraz tebessüm ettik ama düşünmemiz de gerek. Mevlâm, neylerse güzel eyler. Bize imtihan için Allah’ın verdiği yavruya Yeter ismini koymak ve onu Veren’e âdetâ isyan etmek nasıl izah edilir? Ayrıca çocuklarına, kız çocuklarına bu isteksizlikle yaklaşan bir adamın babalık görevlerini yerine getireceği düşünülebilir mi? Hattâ özürlü bile olsa, O’nun verdiğine rıza göstermek, en azından sabretmek, bizim biricik görevimizdir. Mevlüt Amca’nın yaklaşımındaki yanlışlık, cahilliğinden, yani eğitimsizliğinden geliyor. İyi eğitilebilse, cahil bırakılmasaydı böylesi tutumlar sergilemeyecekti. Umuyor ve diliyorum ki Cenab-ı Hakk bu durumu bir mazeret sayar ve kendisini affeder. Bu kişi, ömrünün son zamanlarında, Şirinyer Gürçeşme Lisesi’nin karşısında bulunan huzurevinin bahçesinde yapılan bir camiye büyük ölçüde nakdî yardım yaptı ve camiye de onun adını verdiler: Hacı Mevlüt Susuzlu Camii. Allah onu da bizleri de affetsin.
Çocuklara isim verilirken bu olayda görüldüğü türden değişik saiklerin rolü oluyor. Durdu, Durmuş, Dursun, Yaşar, Satılmış, Döndü, Döne… Tabi bu arada iyi niyetle bile olsa konulan bazı isimler isyan kokusu taşıyabiliyor, dikkat etmek gerek. Ayrıca isimlerin, sahiplerini etkilediklerini gözden uzak tutmamalıyız.
Çocuklarımıza, kadere isyan, Allah’a itiraz kokan isimler konulmasına HAYIR. Vesselâm.
R.Serdar ÖZMİLLİ